Euro bölgesinde işsizlik yeni bir rekor kırarak 19 milyon kişiyi aştı ve işsizlik oranı yüzde 12’ye ulaştı. Avrupa Birliği’nin (AB) tamamını kapsayan 27 ülkede de 26 milyonun üzerinde işsiz var, işsizlik oranı da yüzde 10,9 kadar.
2008 yılında kriz patladığında işsizlik oranı yüzde 7 dolaylarındaydı. Krizin başından bu yana işsizlik oranı her yıl aşağı yukarı bir puan yükselmiş görünüyor.
Yüzde 12 gibi bir rakam başta Avrupa ülkeleri olmak üzere, bütün dünyada tedirginlik yarattı. Neoliberal politikalar nedeniyle yuvarlandığı krizden kurtulmak için yine neoliberal politikalara bel bağlayan bir ekonominin beş yıl sonra biraz daha battığını fark etmesi şaşırtıcı olmamalıydı.
Fakat ekonomi politikalarında değişiklik yapmaya hiç niyetleri olmadığından olsa gerek, tedirginler.
Bir tek Türkiye rahat gibi görünüyor. Politikacıların, yorumcuların Yunanistan, Kıbrıs gibi ülkelerdeki krizlerden söz ederken sevinçlerinin yüzlerine vurmasına alışkınız.
Avrupa Birliği söz konusu olunca daha usturuplu davranıyorlar ama yine de “beter olsunlar, kıymetimizi bilsinler” tavrından vazgeçemiyorlar.
Aslında, baş aşağı gidişten dolayı tabii ki tedirgin olmak gerekir, fakat “yüzde 12 işsizlik” ifadesinden huzursuz olmaya hiç gerek yok. Çünkü Avrupa’da işsizlik zaten yüzde 12’nin çok üzerindeydi, bundan sonra da öyle olacak.
Dünyada işsizlik genellikle Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından saptanan tanımlara göre hesaplanıyor. Bu tanımlar sorunlu, tartışmaya açık.
Ancak, işsizlik mümkün olan en dar anlamıyla tanımlandığı ve gerçekte olduğundan daha küçük gösterildiği için, bütün hükümetler tarafından sessizce kabulleniliyor.
Doğal olarak, söz konusu resmi kabullere itirazlar var. Avrupa Birliği de bu itirazların farkında. Bu nedenle, resmi işsizlik hesabını değiştirmiyor ama ek olarak gerçekte işsiz sayılması gereken nüfusu da hesaplayıp ayrıca açıklıyorlar.
Resmen işsiz olanların yanı sıra, işsiz sayılması gereken üç grup daha görülüyor. Bunlardan birincisi, tam zamanlı bir işte çalışmak istediği ve buna uygun nitelikleri olduğu halde, iş bulamadığı için kısa süreli işler yapmak zorunda kalanlar. Bu öyle küçük bir kategori değil. Avrupa Birliği’nde 2011 yılında 8,6 milyon kişi bu durumdaydı. Toplam işgücünün yüzde 3,7’sini oluşturuyorlar.
İkinci grup; iş arayan fakat çeşitli nedenlerle o sıralar bir işte çalışamayanlar. Bunlar daha küçük bir grup. 2,3 milyon kişi ve toplam işgücünün yüzde birine yakın bir oranları var.
Üçüncü grubu çalışmak isteyen, iş yapabilecek niteliklere sahip olan fakat artık iş aramayanlar oluşturuyor. İş aramaktan bıkanlar, cesareti kırılanlar, umusuzlar bu kategoride. İşsizlik süreleri arttıkça bu grup büyüyor. Çok kalabalıklar, bunlar da 8,6 milyon kişiyle işgücünün yüzde 3,7’sini oluşturuyorlar.
Bunlara “ek işgücü potansiyeli” adı veriliyor, işsiz sayılmıyorlar. Yani ne kadar çok insanın umudunu kırarsanız, kaderine razı ederseniz işsizliği o kadar azaltıyorsunuz.
Ek işgücü potansiyelinin şöyle bir işlevi var; ola ki günün birinde tam istihdam sağlansa, bütün işsizlere iş bulunsa bile, işgücü piyasasında yerini almaya hazır müstakbel işçiler her zaman bulunacaktır.
Bu da kapitalizmin işsizliği tamamen ortadan kaldıramayacağının daha baştan kabul edildiği anlamına gelmektedir. İşsizliğin her zaman var olacağını biliyorlar, yeter ki tehlikeli boyutlara varmasın.
Avrupa Birliği’nde bu üç grup bir arada 19,5 milyon kişiyi oluşturuyor. Hepsinin birden toplam işgücündeki payı da yüzde 8,3 tutuyor.
Yani, bir gün gelip de işsizlik tanımı gerçeğe daha uygun bir değişikliğe uğrarsa, bunları da şimdiki yüzde 10,9 işsizlik oranına ve 26 milyon işsize eklemek gerekecek.
Bu gruplarla ilgili belirtilmesi gereken bir husus da çoğunluğunun kadın olması. Avrupa Birliği’nde istihdamda da, işsizlikte de erkekler çoğunlukta fakat sözünü ettiğimiz tartışmalı kategorilerde kadınlar ağırlıklı.
Türkiye İstatistik Kurumu da (TÜİK) işsizlik hesaplarını ILO ve AB tanımlarını dikkate alarak yapıyor. Dolayısıyla, benzer sorunlar Türkiye’nin işsizlik rakamları için de geçerli.
Hanehalkı işgücü istatistiklerinde “İş aramayıp çalışmaya hazır olanlar” diye bir sınıflandırma var. İş bulma ümidi olmayanları, çalışmak istediği halde çeşitli nedenlerle çalışamayanları bu gruba sokuyorlar. İki milyonun üzerinde insan bu gruba dahil. Bunlar resmi olarak işsiz sayılan 2,8 milyon kişiye dahil değil.
Dahil olmadığı için de Türkiye’deki işsizlik oranı AB ülkelerinin çoğundan düşük. Hem Euro bölgesinde hem de Avrupa Birliği’nde işsizlik Türkiye’den daha kötü durumda. Bakanlarımız neşe içinde “asıl onlar bize muhtaç” diyebilir.
Yine de TÜİK’e haksızlık etmemek lazım. Bütün dünyada kabul edilen standartları uyguluyorlar. Bu standartlar nedeniyle, bütün ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de insanlar kaç kişinin işsiz olduğunu bilmiyor. (BD/BA)