Nurcan Baysal’ın İletişim Yayınları’ndan geçen ay çıkan ‘O Gün’ kitabını okurken ‘bunu herkes okumalı’ dedim. Bu ülkede barış isteyen herkes önce Nurcan’ın Tatvan- Kavar Havzası’ndaki kırsal kalkınma deneyimleriyle içiçe geçen öyküsünü okumalı.
Barış anaları okumalı, ‘Cumartesileri bu insanlar neden hala buraya gelip oturuyor’ diyenler de okumalı. Kırsal kalkınma projeleri yaptığını, yapacağını söyleyen herkes okumalı bu kitabı.
Diyarbakırlı genç bir kadının, birlikte çalıştığı güzelim ekibin, onlara inanan bir vakfın ve köylerine geri dönüşü yaşayan bir havzanın onurlu, dirençli insanlarının, özellikle başı dik ve ‘özgür’ kadınlarının öyküsü bu kitap. Çok sevdiğim ‘Kürdün terapiyle imtihanı’ öyküsü ve farklı terapi öyküleri olarak da okunabilir.
300 sayfalık bu kitabı doğrusu bir solukta okudum diyemeyeceğim. Bir solukta okunması mümkün olmayan kitaplardan... Dura dura, başka ‘o gün’leri düşünerek, aynı coğrafyada bazı şeylerden nasıl bunca habersiz olabildiğimize şaşırarak, kimi yerde durup derin bir nefes alma ihtiyacı duyarak ve kimi yerde gülümseyerek, çokça da onaylayarak okudum.
Kardeş Türküler’le konser veren çocuklar
Nurcan Baysal adına önce Radikal İki’de çıkan bir yazıda rastladım. Nazan Özcan’ın 01.12.2013 tarihli ‘Kavar’da umut var’ yazısı, Hüsnü Özyeğin Vakfı’nın Nurcan Baysal koordinatörlüğünde Tatvan’da başladığı kırsal kalkınma projesiyle ilgili o güne dek duymadığım şeyler söylüyordu.
Son beş yılda kadınlara çiçek yetiştirip satabilecekleri seralar, hibe olarak değil borçlanma ile arı kovanları ve arıcılık eğitimleri, havzadaki köyler için süt kooperatifi, sekiz sınıflı okul, çocuklara yaz eğitimleri ve bunun bir aşamasında koro oluşturup Kardeş Türküler’le konser veren çocuklar...
Okudukça şaşkınlığım, heyecanım ve sevincim birbirine eklendi. Kardeş Türküler’le Kavar çocuklarının konser videosunu buldum ve Nurcan Baysal’ın o konser birlikteliğinin hikayesini anlattığı konuşmayı izledim. Arkadaşım Şemsa Özer’in de danışman olarak projenin içinde olduğunu öğrenince ona yazdım. Nurcan’a da yazmamı söyleyip e-posta adresini verdi Şemsa.
Kalkınma projelerinde kadınlara genellikle dokumacılık gibi dört duvar arasında üretilecek, geleneksel yer ve rollerini zorlamayan eğitimler verilirken bu projede arıcılık gibi açıkhavada yapılan, görece zor ve ‘kadınlara uygun bulunmayan’ bir iş ve maddi olanak sundukları için çok sevinmiştim.
Kırsal kalkınma diye bildiğimiz, dışarıdan dayatılan, kararların yukardan alındığı projelerden farklı bir proje yaptıkları için heyecanlanmıştım. Kavar’a gidip arıcı kadınlarla tanışmak gerekti, hem de bir an önce... O gün kitabının çıktığını bianet’te Şemsa Özar’ın yazısından öğrendim.
Kalkınma ne değildir?
‘O gün’ sadece bir kırsal kalkınma projesi öyküsü değil. Bir ‘kalkınmacı’ gözünden Kavar’ın hikayesi olarak kurgulanmış başta, ama sonra yazar kendi yaşadığı 90’ların Diyarbakır’ını harmanlamış bu deneyime. Uzun yıllar kalkınma projelerinde çalışan bu ‘kalkınmacı’ kadının ‘kalkınma’ sözcüğünün içeriğini irdeleyişi, kalkınma adına Doğu’da neler yapıldığını sorgulaması ve kavramların nasıl içinin boşaltıldığını açıklaması beni çok etkiledi.
Şimdiye dek yapılanlar yanlış, doğruyu biz biliyoruz diye yola çıkmayıp ‘ya kalkınma adına yaşamın çeşitliliğini yok edersek’ gibi kaygılarla, ‘onurlu yaşam hakkı kalkınmanın neresinde gibi sorularla ilerliyor ve Kavar’da beş yıllık çalışmanın sonunda kalkınmanın ne olduğu sorusuna yanıt bulamamakla birlikte ‘kalkınmanın ne olmadığını’ anladığını söylüyor yazar.
Sanırım hepimiz kitabı okuyup bitirdiğimizde Doğu’da son 30 yılda yaşananlar konusunda, zorunlu göç ve geriye dönüş konusunda bugüne dek duymadığımız bir şeyleri daha öğrenmiş olacağız.
Asıl önemlisi, kalkınmanın ne olduğuyla ilgili yargılarımız da epey sarsılmış, yenilenmiş olacak, ‘her şeye karşın olabilirliklere’ sevineceğiz... Yakılıp yıkılsa da köylerine dönmeyi seçen Kavarlılar’la, başı dik arıcı ve seracı kadınlarla tanışma umudunu koruyor ve henüz tanımasam da Nurcan’a ve tüm ekibe içtenlikle teşekkür ediyorum. (FE/YY)