8 Mayıs 2014 günü tahliye olduktan hemen sonraki günlerde, bir dizi acemiliğe rağmen hayata karışmış ve sanki hiç 8 yıl hapiste yatmamışım gibi hissetmiştim.
Bugünlerde ise, Ekim sonunda bütün tehdit ve tehlikeleri ardımda bırakıp, ikinci vatanım dediğim Hollanda’ya geldikten sonra sık sık kendi kendime “kabus bitti mi, bütün bu yaşadıklarım gerçek mi” sorusunu yöneltip, anılarda irili-ufaklı uzun yolculuklara çıkıyorum.
İstanbul 10. ACM heyetinin kalemi kırdığı 4 Kasım gecesinden itibaren yaşadıklarım, 17 Aralık 2013’de Cemaatle AKP arasındaki iktidar mücadelesinin patlak vermesi ve sonraki gelişmeleri A-3 koğuşunda televizyondan izleyişimiz... Zincirden boşanmışçasına bir biri ardına sıraya giriyor.
Geçen yıl bu zamanlar diyerek düşünmeye başladığımda; 14 Aralık’ta Gülen medyasına yapılan operasyon ve cemaatçilerin ağız birliği etmişçesine “Özgür Basın Susturulamaz”, “Herkes İçin Basın Özgürlüğü” şiarlarını tekrarlayıp durmaları garip bir gülümseme yaratıyor bende.
Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı’nın Ahmet Şık’tan özür dilemesi...
Samanyolu Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca’nın çıkar çıkmaz Nedim Şener ve Ahmet Şık’la görüşme isteği ve basın özgürlüğüne dair bir dolu söz...
Herkes İçin Basın Özgürlüğü talebinin sosyal medyada uçuşması...
İnsana “bu memlekette insanların adil olma istek ve çabaları hep okun ucu kendilerine batınca mı açığa çıkıyor” sorusunun yanı sıra bir dolu soru sordurtsa da...
Gözaltındaki gazetecilerin ve dışarıdaki cemaatçilerin samimi olmadıkları fikir ve duygusu ağır bassa da...
Bu ikiyüzlü sahte ve kendine müslüman davranışlar insanı irrite etse de...
Birçok meslektaşım gibi, “Herkes İçin Basın Özgürlüğü” talebini hiç tereddüt etmeden, onlar iç in de, sahiplenip dile getirdim.
Her zaman bazı temel konularda “ama”yla başlayan cümleler kurulmaması gerektiğine inandım, inanıyorum.
Tıpkı idam cezasına, işkenceye karşı çıkmak gibi!
Basın özgürlüğünü de “ama”sız savunmak gerekiyor.
Elbette bugüne kadar Gülen medyasının biz sosyalist ve Kürt basını için söyledikleri ve yaptıklarını bir kenara atmadan, kesinlikle böyle davranmak gerektiğini düşünüyorum.
Çünkü, her birey ya da kurumun tıpkı başka alanlarda/konularda olduğu gibi, geçmişle yüzleşme ve hesaplaşmasının önemli olduğu kadar, anlamlı olduğu da tartışma götürmez bir gerçek!
Türkiye’de hakikaten ve herkes için basın özgürlüğünün bir düşten gerçeğe dönüşmesinin ön koşulunun buralardan geçtiğini unutmaksızın...
Evet hiç bir tereddüde yer vermeksizin, “Herkes İçin Basın Özgürlüğü”nü, herkesin adil ve tutuksuz yargılanma, hukuk ve adalet hakkını savunmak gerekiyor.
Yani, kendimiz için talep ettiğimiz ve mücadelesini yürüttüğümüz her şeyi karşımızdakiler için de istemeliyiz, isteyebilmeliyiz.
Türkiye’de çok yaygın biçimiyle; “Evet” diye söze başlayıp, “ama”larla devam eden cümleler kurmamız sadece dün çifte standartçılık ve iki yüzlülükle eleştirdiklerimizle aramızdaki açı farkını daraltmaktan ve bizleri tutarsızlığa düşürmekten başka hiç bir işe yaramayacağı gibi; özlem ve taleplerimizden de uzaklaştıracaktır.
Bunun için bir kez daha: Özgür Basın Susturulamaz!
Herkes İçin Basın Özgürlüğü!
***
Bugün 19 Aralık 2000’de sabaha karşı 20 hapishanede “Hayatı Kurtarma Operasyonu” adıyla başlatılan katliamın yıldönümü!
Hapishanedeyken, her 19 Aralık’ın yıldönümünde, o günleri yaşayan koğuşdaşlarımızdan Muhabbet’le sohbet eder, sabahında da yan yana dizilmiş koğuşlardaki tutsaklarla birlikte havalandırmada katliamda yitirdiklerimizi anar, bir kez daha katliamı gerçekleştiren devlete karşı sloganlarımızı gökyüzüne salardık!
Eminim bu gecede Sincan Hapishanesi’nde tekli hücrede kalan Muhabbet Kurt ve tüm hapishanelerdeki tutsaklar o kanlı günü anarak geçirmişlerdir zamanlarını.
İçeridekiler adına da, 19 Aralık katliamını buradan bir kez daha lanetlerken, yitirdiklerimizi saygı ve sevgiyle anıyorum... (FE/HK)
* Füsun Erdoğan, Hollanda, 19 Aralık, 2014