Ahmet Şık ve Nedim Şener'in Ergenekon Davası ile ilgili olarak gözaltına alınıp tutuklanmasıyla beraber tartışmalar ifade ve basın özgürlüğü talebi üzerinden yürüdü. Avrupa Parlamentosu "Türkiye İçin 2010 İlerleme Raporu" nu kabul ederek tavsiye kararına dönüştürdü. Basın özgürlüğünden bahsetti.
Tüm bu tartışmalar kendinden önceki diğer operasyon ve tutuklamalardan ayrıştırılarak (belki de özellikle yapılıyordu bu) ele alınıp, ifade özgürlüğü ve adalet talepleriyle sınırlandırıldı.
Bu tartışmaları, yazıları için kanayarak izleyip okudum. Çünkü altı ay evvel polisler bizlerin de evlerini bastılar, Toplumsal Özgürlük Platformundan, Sosyalist Demokrasi Partisinden, Bilim ve Gelecek Dergisinden, Red Dergisinden sosyalistleri sözde "Devrimci Karargah"çı diye pratik ve politik açıdan uzaktan yakından ilişkili olmadıkları bir örgütün üyesi yaptılar.
Ezilenlerin Sosyalist Partisi üyeleri (ESP), Kürtler, "Devrimci Karargahla" alakası olmayanlar tek tek insanlar içerde tutukluydular. Sesimizi duyan, tepki veren, bize inan parmakla sayılacak kadardı. Çok sayıda "arkadaş" vay be meğer neymişler diyip, bizlerden selamlarını kestiler.
Ama ne olduysa Ahmet Şık ve Nedim Şener tutuklanınca herkes demokrasi, özgürlük havarisi oluverdi. Kendime sormaya başladım, bize susanlar, bizden kaçanlar acaba tutuklanan sosyalistler gazeteci ve ünlü olmadıkları için mi böyle davrandılar?
Yanlış anlaşılmasın bu tutuklamalar için oluşan demokratik ortamı destekliyorum, tepkileri yerinde buluyorum ama bizlerin başına gelenlere hala yeterince ilgi gösterilmeyişine de isyan ediyorum.
Tezgah nasıl kurulmuştu? "Son derece titiz" çalışan İstanbul emniyeti bu operasyondan bir buçuk yıl evvel telefonları dinlemiş, takip etmiş sosyalistleri ama ne takip ne de telefonlarda "Devrimci Karargah" ile ilgili bir tek somut ilişki, irtibat, not vb bilgiye, delile ulaşamamış.
Hal böyle olunca bir tezgah kurulmuş. Delil olsun diye. İtirafçılar, gizli tanıklar bulunmuş. İtirafçının biri üzerinize laf edince hoop "Devrimci Karargahçı" oluveriyorsunuz savcı bu lafı başat delil olarak iddianameye yerleştiriyor.
Bu ülkede hukuk delil olarak birinin lafıyla sizi en az yedi ay içerde yatıracak düzeye gerilemiştir. Böyle şey olur mu? Ya da bir basın açıklamasına katılınca örgüt üyesi olabiliyorsunuz. Basın açıklamasına katılmak örgüt üyeliği için delil olur mu? diye soran çıkmadı.
Altı aydır tutuklu bulunan sosyalistlerin gözaltı ve tutuklanma süreçleri de her açıdan hukuka aykırıydı. Neyle suçlandıklarını ne avukatları ne de kendileri bilmiyorlardı. Hala her şey tam olarak bilinmiyor. Daha ne uyduracaklar diye kaygıyla bekliyorsunuz.
Ama yandaş medya en başından itibaren her şeyi biliyordu. Yalan yanlış haberler yaptılar peş peşe. Emniyetin yaptığı videoları yayınladılar günlerce. Arkadaşlarımızın masumiyet karineleri ayaklar altına alındı. Gururumuzla oynamaya çalıştılar. Sosyalistleri kriminalize etmeye çalıştılar. Emniyet ve yandaş medya ortaklaşa toplumda bir dehşet, panik, korku ve sindirme havası yarattı. Ve herkes sustu. Üç maymunu oynadı.
Daha da önemlisi haksız yere suçlanan ve tutuklanan arkadaşlarımızın başlarına örülmeye çalışılan çorap nedeniyle hiç değilse tutuklu değil, dışarıda özgürlüklerine sahipken yargılanmaları gerekiyordu, bu da olmadı.
Her türlü hak ihlalleri ince ince yapıldı, biz yakınlar, arkadaşlar ve aileler hep beraber bu ihlallerden payımıza düşeni aldık hala bu duygusal, toplumsal, maddi şiddet ortamında hayatlarımızı dayanışarak sürdürmeye çalışıyoruz.
Kaç yıldır birçok operasyon yapıldı, sabahlara ev baskınlarıyla gözlerimizi açtık. Her operasyona ilişkin gazete ve TV'lerde verilen haberleri başımıza gelen o süreci hatırlayarak tekrar tekrar izledik, okuduk. İçimiz kanayarak, üzülerek. Aynı süreci hala yaşayan bizler kaygıyla, endişeyle yeni insanların da bizim yaşadığımız süreci yaşıyor olmasına, "aramıza katılmasına" üzülerek tanık olduk.
Ama tanık olduklarımız bunlarla sınırlı değil. Bizlere yaşatılanlar bir komplodan ibaret diye anlatmak istedik kendimizi. Yüzümüze kapılar kapandı. Çok az sayıda gazeteci, aydın, kurum bizlere sahip çıktı.
Sıra Kimde diye haftalar, aylar boyu yaptığımız eylemlerle bu saldırıların siyasi olduğunu, herkese yönelik olduğunu, AKP ve Gülen cemaatinin işi olduğunu anlatmaya çalıştık. Ancak sesimiz duyulmadı, duyurulmadı. Bir tek TV kanalı, bir gazete arayıp çağırmadı, bize sormadı ne oldu diye. Haber değeri taşımıyormuş başımıza gelen iktidar kaynaklı onca işkence, onca şiddet. Telefonlarımıza çıkmadılar, maillerimize cevap vermediler.
Mahkemelerden önce yargılanıp, cezalandırılıyorduk basbayağı. O kadar korkmuştu herkes. Gazeteler, haber siteleri bizleri görmezden geldi. Yakalananlar sosyalistlerdi, onlara yönelik saldırılara hep beraber susulurdu. Bu yazılı olmayan bir kanun gibidir.
Hava güneşli de olsa sosyalistin başına taş yağar. Çünkü sosyalistler kapitalist sistemin kilidi olan işçi sınıfının iktidarı değiştirebileceği sırrını biliyor ve onun için çalışıyorlardı. Bu devasa tehdit nedeniyle ilgili ilgisiz her darbede, her rejim değişikliğinde ilk olarak sosyalistlerden başlanır cezalandırmaya.
Tüm bu görmezliğin üstüne bir de Avrupa Parlamentosu raporunu açıklayınca bu durum bardağı taşıran son damla oldu. Parlamento nedense genel olarak bir süredir devam eden haksız tutuklamaları atlayarak sadece gazeteciler ve basının ifade özgürlüğü konularına vurguda bulunmuş.
Bunun demokrasi algılayışında önemli bir eksik olduğunu düşünüyorum. Demokrasilerde fikir ve örgütlenme özgürlüğü bir ve temel haktır. Biri olmadan diğerinin olması mümkün mü? Avrupa Parlamentosu'nun sosyalist parti, platform ve dergi çevrelerine ilişkin yürütülen tutuklamaların üzerinden atlayarak sadece gazetecilere, ifade özgürlüğüne ilişkin açıklama yapması ya da Türkiye'nin siyasi ortamına dair rapor yazması eksik bir çabadır.
Ahmet Şık ve Nedim Şener iki gazeteci. Bir sabah evleri basıldı. Tutuklandılar. Alakalarının olmadığı bir örgütle ilişkili oldukları iddia ediliyor. Hadi canım, bu kadar da olmaz ki, dedirterek. Tıpkı 21 Eylül komplosunda olduğu gibi. Hadi canım, ne "Devrimci Karargahı"? Hatta 21 Eylül komplosu yapılınca "Devrimci Karargah" örgütü evlere şenlik bir de açıklama yapmış "Herkese Devrimci Karargah üyesi diyorlar, bu gidişle bize yer kalmayacak örgütte" diye.
Bugün bu kadar sık aralarla, alakalı alakasız herkesin aynı örgütlere boca edildiği akıllara zarar operasyonlar hızını yitirmeden yapılıyorsa dönüp kendimize sormamız gerekmiyor mu neden bu kadar rahatlar? Bu sorunun cevabı sakın sustuk, görmezden geldik olmasın?
Eğer Ahmet Şık ya da Nedim Şener'in özgürlüğüne kavuşmasını istiyorsak ve bunun için adalet talep ediyorsak adalet talebimiz sadece bu iki isme yönelik olmamalıdır. Sadece Ergenekon davasında işler karıştı demek yetmez.
"Devrimci Karargah" davasının da geldiği noktada inandırıcılıktan uzak olduğunu yüksek sesle konuşmak gerekir. Bu operasyonlar örgütlü tavırla yapılıyor. Siyaset, yargı ve emniyet birlikte çalışıyor. AKP iktidarına, Fetullah Gülen'e muhalif olan herkes susturulmaya çalışılıyor. Bu tutuklamaların siyasi olduğu ve ardında AKP iktidarının olduğu açık.
Evet, dokunan yanıyor. Bizler sadece gazeteci arkadaşlarımızı değil, muhalefet ettikleri için tutuklanan herkesi sahiplenmeliyiz. Bunlar bir bütünün parçaları. Gazetecilerin demokrasi ve adalet arayışlarını gazeteci hemşericiliğinden daha ileriye taşımaları gerekiyor. Kendisi gibi olmayanlar için de özgürlük, adalet, demokrasi hakkı için daha çok kalem oynatıp, konuşmalılar.
Bu sözüm aydınlar için de geçerli. Yoksa Sıra Kimde belli değil. Yanımızda, yakınımızda kefil olduğumuz nice arkadaşımız, meslektaşımız alınırken "Hadi canım, yok artık" derken kendimizi bulabiliriz.
Hep beraber başta özel güvenlikli mahkemelerinin varlığına itiraz ederek, masumiyet karinelerinin ayaklar altına alınmasına karşı durarak, uzun ya da kısa fark etmez bu tarz keyfi tutuklamalara karşı çıkarak mevcut korku imparatorluğuna son verebilir, güzel günlere kavuşabiliriz.
Başbakan Tayyip Erdoğan, uzun süren gözaltılarla ilgili olarak, "Geciken adalet, adalet değildir. Kararlar süratli verilsin, ama iki dakikada dosya incelemesi de olmasın" demiş. Başbakan'ın bu çağırısında ne kadar samimi olduğunu bizler mahkeme tarihimiz olan 13-15 Nisan günü göreceğiz.
Bir de sorum olacak. Sosyalist arkadaşlarımızın altıncı ayını doldurdukları tutukluluk süresi Nisan'da yedinci ayına ulaşacak. Yedi ay, geciken adalet kapsama alanı içinde midir? Daha açık söyleyeyim. Geciken derken ne kadar süre kast ediliyor? Bir yıl mı, beş yıl mı, on yıl mı? Benim açımdan özgürlüğün elden alındığı bir tek günün bile bedeli ölçülemez. (GA/EÖ)