Günümüz toplumunun hapishaneye duyduğu ihtiyaç, kapatma yoluyla cezalandırma, her türlü suçun büyüleyici, sihirli çözümü halini aldı.
Suç ve ceza istatistikleri en ağır cezaların, hatta teşhir ederek yapılan infazların, "ibret-i alem" için kamuya izletilen uygulamaların bile kişileri suç işlemekten caydırmadığını gösteriyor.
Cezaevi nüfusu dünyanın her yerinde nüfus artışından daha hızlı artıyor.
2010 yılı verilerine göre hapishanede bulunan mahpus (tutuklu/hükümlü) mevcutları bazı ülkeler için şu şöyle: ABD: 2.292.133, Çin: 1.620.000, Rusya: 819.200, Brezilya: 494.237 İran: 166.979, Ukrayna: 152.169, Türkiye: 122.404, İspanya: 73.520, Almanya: 69.385, İtalya: 68.795, Fransa: 59.655. (1)
Bu mahpusların ortalama yüzde 50-65'i tutuklu kişiler ve büyük ihtimalle hüküm giyecekleri cezadan daha fazla süre tutuklu durumdalar.
Ayrıca Hapishane Koşullarıyla İlgili Uluslararası Çalışmalar Merkezi istatistiklerine göre de, hapistekilerin hastalanma ve ölüm oranları, her yerde nüfus ortalamalarının çok üzerinde.
Yani hapishanelerin aşırı kalabalık ve sağlıksız mekânlar olması dünyadaki tüm ülkelerin ortak özelliği. Bir de bunun üzerine, yani özgürlükten yoksun bırakmak zaten başlı başına bir ceza iken, hapishane koşullarının ve hapishane idaresinin ve siyasi iradenin etkisiyle devreye giren araçlar bir ceza olarak kullanılıyor.
Örneğin Kırıkkale F Tipi Cezaevi'ndeki vegan mahkûm Osman Evcan'ın durumu. Ahlaki tercihi çoğunluktan farklı olduğu için sağlıklı beslenme hakkından yoksun bırakılan ve tüm girişimlere yanıtsız kalınan bir süreç sonucunda, Osman Evcan açlık grevinde.
Özgürlükten yoksun olma dışında diğer tüm insan hakları mahkum için güvence altına alınmalıdır ki bu kişiler günün birinde çıktığında bir de dışarıda ceza çekmeye başlamasın. Ama bu gerçek unutulduğu için hapishaneler dünyanın her yerinde bir gerileme okulu durumunda. (2)
Ayrıca hapishanelerin siyasal çarpıtma aracı olarak kullanılması da sık rastlanan bir durum. Bu siyaset izlenmek istendiğinde siyasal iktidar yargıyı veya adaleti rakibini tasfiye etmek ya da yok etmek için kullanır.
Siyasal iktidarlar, kendilerini ya çok güçlü ya da güçsüz gördüğü dönemlerde bu yola başvurarak zaten tam bağımsız olmayan yargı erkini, tamamen etkileri altında yönlendirirler.
Örneğin Çad'da İdris Debi iktidarı; 2001 yılındaki seçimlerde başkana karşı çıkan tüm adayları seçimin iki turu arasında tutuklamıştı. (3) 2005 ve 2006 seçimlerini de kazandığı halde ülkede iç savaş çıkmasını önleyememiştir ama.
Çad kadar uzak bir örnekten çok yakına bakarsak yürütülmekte olan soruşturma ve görülmekte olan davalarla ilgili Türkiye'deki siyasal iktidar da yargıyı araç olarak kullandığını Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın şu sözleriyle çok açık dile getirmektedir: (Türkçe hatalarına dokunulmamıştır):
"Son KCK operasyonları... Kimse bizden bunun da durmasını beklemesin. KCK'yı destekleyenlere uyarımı ben yine yapıyorum: KCK'yı iyi tanımanız lazım. İyi tanımıyorsanız ehillerinden iyi öğrenmeniz lazım. KCK'nın nereye vardığını bilmeden ve bu işin içerisinde kimlerin ne tür rol üstlendiğini bilmeden yaptığınız açıklamalar, ister medyada olsun, ister şurada, ister burada olsun; nerede olursa olsun teröre destektir, teröre hizmettir. Bu kadar açık konuşuyorum." (4)
Bu durumun yaratılıp kanıksanmasında elbette basın da kritik bir işlevi seve seve üstlenmekte. Gazete ve TV'lerin hukuk ile ilgili haberleri, bu düşünceyi doğrular nitelikte yayınlar içeriyor.
Örneğin, Türkiye'deki hukuki düzenlemelerde hiç geçmemesine rağmen şüpheli yerine kullanılan "zanlı" kavramı; sadece yargıç karşısında yapılan sorgu işleminin "polis sorgusu" olarak ifade edilmesi, sadece toplu suçlara ilişkin olağanüstü bir önlem olan uzatılması mümkün gözaltı süresinin otomatik olarak dört gün olarak hesaplanması, kamuoyunda hapse atmanın psikolojik kabul zeminini hazırlıyor.
"Ateş olmayan yerden duman çıkmaz" yanlışsözü defalarca anlamının aksini ispatlasa da, güvenlik duygusunun boş bir tatminini yaşamak için en iyi güvencenin "herkes cezaevi"ne sloganı olduğuna toplum inandırılmak isteniyor.
Hapishanenin suça eğilimli kişiler üzerinde caydırıcı etkisi olduğu yönündeki yanlış kanı da bunu pekiştiriyor. Çünkü Amerika Birleşik Devletleri'nde (ABD) suç işleme oranları ne zaman azalma gösterse siyasetçiler -paradoksal olarak- daha fazla cezaevi talep ediyor.
ABD, İngiltere, Avustralya gibi ülkelerde özel sektörün işlettiği hapishaneler mevcut. Fransa'da da beslenme, eğitim, meslek eğitimi gibi işler özel sektöre taşeron olarak yaptırılıyor.
Özel hapishanelerin herhangi bir kamusal kurala uyma zorunluluğu bulunmuyor ve bu şirketlerin hisseleri borsada işlem görüyor. Acaba özelleştirilmiş hapishanelerin borsadaki hisseleri düşme gösterdiği için mi yoksa koğuşları azalan hapishanelerin tahvillerinin değeri düştüğü için mi bunu istiyorlar?
"Herkes cezaevine" derken suç ekonomisinin değişkenleri göz önüne alınıyor olabilir. Türkiye'de de özellikle F tipi hapishanelerde, kantinde satışı yapılan hiçbir eşyanın içeri alınmaması bu ekonominin rüşeym olarak oluşmaya başladığını hissettiriyor.
Hapishane histerisini toplumun gözüne sokan geçici örnekler nadiren olmakla birlikte, bunlar basının yayın politikasına bağlı olarak şekilleniyor. Örneğin ülkemizde "Baklava Çalan Çocuklar" davası, "Manisalı Gençler" davası, adli ve siyasi anlamda sıradışı olaylar olarak sunuluyor ve basının ilgisi sıcaklığını yitirince kamuoyu da, unutkanlığı ile birlikte güvenlik takıntısına sarılmaya devam ediyor.
Toplumsal dinamikler istatistiklerden çok fazla etkilenmemekle birlikte, ölüm cezasının kalktığı ülkelerin çoğunda ölüm cezasını gerektiren eylemlerde azalma olduğunu tespit etmek gerekir ama başka bazı suçlarda aritmetik bir artış gözlenir.
Örneğin cinsel içerikli suçlar ve özellikle çocukların cinsel istismarı. Ancak özellikle aile içinde işlenen suçların kimi yerlerde polise ya da yargıya hiç intikal etmediğini, mağdur yıllar sonra ifade etmese böyle bir olayın yaşanmışlığının bile ortaya çıkmayacağını görmek gerekir.
Silah ruhsatı almanın ve hane halkı başına düşecek silah sayısının artırılmasının savunulduğu, bunun üzerine bir de kadına üç çocuk doğurması ve -sonuç olarak- evde oturması tembihlenen Türkiye'de; "Kadına Yönelik Şiddet" olaylarındaki artışa şaşkınlık sergilemenin ve sadece yasal düzenlemeyle getirilecek cezaları ve güvenlik tedbirlerini tartışmanın da ayrıca hayrete şayan olduğu söylenmeli.
Bu bakımdan ceza kavramı; suç kavramından kopartıldıkça, suçun toplumun yarattığı bir olgu olduğu unutuldukça, adaletin yerini bireysel/kamusal intikam hissi aldıkça, suçun iktisadiliği, toplumsallığı ve bireyselliği arasındaki ilişki görülmedikçe, güvenlik bir takıntı olarak kalmaya devam edip, "Herkes cezaevine" anlayışı kanıksandıkça, zaten çürümüş adalet sistemi artık taaffün (kokuşma) etmeye başlayacaktır. (MD/HK)
(1) Eski Mahpusların Topluma Yeniden Katılımı, Aytekin Yılmaz, Mahsus Mahal Kitaplığı, 2011
(2) Hapishaneden Çıkış, Ahmed Othmani, Metis Yay., 2003
(3) Hapishaneden Çıkış, Ahmed Othmani, Metis Yay., 2003
(4) Sabah Gazetesi, 7 Kasım 2011