Türkiye Ermenilerinin yaşayan en büyük kalemi, üstat Mıgırdiç Margosyan'ın hangi kitabını okursanız bir şekilde yolunuz ata, dede toprağı Herêdan köyüyle kesişir. Gitmeseniz de, görmeseniz de yaklaşık bir asır evvel yaşanan / yaşatılan büyük acı'nın o "uzak" köydeki trajedisinin bir şekilde tanığı, sanığı ya da olmadı tarafı olursunuz.
Adı Herêdan olan köy, Diyarbakır'ın Pîran (şimdiki Dicle) ilçesine bağlı yüz yıl evvel de Zaza Kürtler ile Ermenilerin birlikte yaşadıkları büyükçe ve yeşillikler içinde suyu, meyvesi, sebzesi bol dağ eteğinde, anlatıldığında her halükarda gidip görülme hissi yaratan bir köydür. Pîran'ın doğusunda girişindeki aşağı mahalle'sinde Ermenilerin, yukarı mahallesinde ise Zaza'ların birlikte yaşadığı eski bir köydür Herêdan.
1940'ların ortalarında kadim Dîyarbekir'in Mıgırdiç Margosyan'ca yazılı ve görsel edebiyata da kazandırdığı, halk tabirince lügate giren "Gâvur Mahallesi"ndeki bir Ermeni evinde unutulmasın diye belli aralıklarla kılıç ve qefle artığı Dişçi Ali'nin, namı diğer baba Sarkis'in oğluna sorduğu sorunun mihenk taşıdır Herêdan. "Hele söle oğlım, nerelisen?". Yanıt çocuk Mıgırdiç'in dilinde tek kelime ve birkaç tekrardır: "Herêdanli, Herêdanli...".
"Söyle Margos Nerelisen?", Mıgırdiç Margosyan'ın izlerini aradığı ve paylaştığı kitabının adıdır. O kitapta ve diğer kitapları Gâvur Mahallesi, Biletimiz İstanbul'a Kesildi ve Tespih Taneleri'nde Mıgırdiç Margosyan; büyük Ermeni Qeflesinin günlerce süren yolculuğunun ara durağında dört yaşında bir çocukken koparak, ya da koparılarak Urfa'nın Siverek ilçesinin bir köyünde (Tezxerab ile Şerabtul arasında) kaybolan, sonra da onbir yaşına kadar Siverekli ağaların hizmetinde çalışan, sünnet edilip Ali adı verilen, asıl Adı Sarkis Margosyan olan babasının serencamını anlatır.
"Ahparik Sarkis Aşağı Mahalle Yok Artık"* yer yer belgesel tadı veren romanında Zülküf Kışanak, Mıgırdiç Margosyan'ın bıraktığının izlerini sürüyor sanki. Eski Herêdan'ın, Pîran (Dicle) ve Gêl (Eğil) ile köylerindeki yüz yıl evvelin dramını, tragedyasını, çıplak hakikatini anlatının gücüyle paylaşıyor roman.
Hakikat o denli çıplak ki, fazla söze gerek kalmıyor. Çünkü o denli zulümkâr yaşanmıştır ki; Dewran adı yakıştırılan romanın kahramanı belki de en son güvenilecek adı Reşo olan kara bir yılana sığınmış ve onunla dost olmuştur. Sadece Yılan Reşo anlamakta ve dahi konuşmaktadır Dewran'la.
Çok içten, bütün dostluklarda yaşandığı gibi sürmektedir hayat Herêdan'da da. Yukarıdan bilinmedik yerlerden gelen bir büyük emirle Ermenilerin Fermanı, "Fermana Fillan" kesilmiştir. Artık ne Meleni Gözesi, ne de Zakar Çeşmesinin tadı kalmıştır. Narın, incirin, üzümün beti bereketi yitmiştir. Çünkü Herêdan'ın başka dinden ve tebaadan olan halkının sicilden düşürülmesinin vaktidir.
Yaşanan, doğal olmayan ve insan tekinin koca bir emirle gerçekleştirdiği büyük bir felakettir. Aklı kesen çocukların bile "bir günde yaşlandığı" acı bir tarihin tanıklığının diğer adıdır sanki "Büyük Felaket".
Aydınlatmanın olmadığı dağ köylerinde gece açık gökyüzüne bakanlar yıldız tarlasına düşmüş gibi olur ve şaşırırlar. Herêdan'ın Ermeni yıldızlarının kaydığı ve bir daha da ışıltısını vermediği bir ebedi yokoluşu anlatıyor romanında Zülküf Kışanak.
Dewran, dost yılan Reşo, Torun Ali ve Arkadaş Sarkis; romanın ana kahramanları. Dewran, herkeslere güvenini yitirmiş roman kahramanı, aynı zamanda tarihe tanıklık eden yitik zaman ve mekân anlatıcısı. Mıgırdiç Margosyan'ın edebiyatında Sarkis olarak aile siciline kayıt düşülen, sonra dört yaşında çocukken kaybolup Ali'leşen, aklı erip aile fertlerini arayıp bulmak derdiyle Diyarbakır'a gidince tekrar "özüne" dönerek Sarkis olan gerçek şahsiyetin bu kez roman boyunca aranan; şimdilerde sanki herkesin izinde olduğu, kaybettiği bir Sarkis'inin 264 sayfa boyunca izini sürüyor kitap. Romanda yitik arkadaş Sarkis ile Dewran'ın askere gidip dönmeyen torunu Ali, sanki Sarkis Margosyan'ın namı diğer Dişçi Ali olmasının da bir başka ironik buluşması gibi...
Zülküf Kışanak'ı uzun zamandır tanırım. İyi bir gazeteci, inatçı bir araştırmacıdır. 2004'te yine Belge Yayınları arasında çıkan ve türünün belki de tek örneği, Yitik Köyler kitabını da okumuştum. Son otuz yıldır yaşanan büyük Kürt tragedyasının Kürt coğrafyasına denk düşen yanmış, yıkılmış, zorunlu göçe / göçlere tabi kılınmış köylerinin hikâyesiydi "Yitik Köyler". Yitik Köyler araştırmacılığının malzemelerinden iyi bir edebiyat örneğinin çıktığını vurgulamalıyım.
İnsan teki unutkandır. Birçok şeyi unutması mümkündür. Ama tanık olunan zulmü, kölelik prangası gibi beyinde uğuldayan çığlığı asla unutmaz. Ahparik Sarkis, Aşağı Mahalle Yok Artık; çığlığın sesinin kayıt düşülen bir parçası olmaya aday.
Saro nenesinin "Sen sen ol büyük sözü dinle. Herêdan'a gitmeyesen. Seni öldürürler ha!. Diyerler ki gelmiş malına sahip çıkmaya. Gitmeyesen ha!" demesine rağmen 2011'in Mayıs ayında Mıgırdiç Margosyan'la Heredan'a gitmiştik. Herêdan'ın Zakar çeşmesinden su içmiş, yollarında yürümüştük. "Sabah kahvaltısı" olup da sürgün ve katliama uğrayan Herêdanlı Ermenilerden kalan köy, yetmiş yıl sonra Zaza Kürtlere de kalmamıştı. Onlar da yaşanan "Kürt savaşının" acı yıkımı nedeniyle bir gece içinde köylerini boşaltmak zorunda kalmışlar(dı).
Margosyan Ağabeyle o eski ve kadim köyün sokaklarında bir başımıza yürürken şimdilerde köye geri dönmüş olan birkaç aileden birinin, yaşının kırk olduğunu söyleyen bir ferdiyle karşılaştık. Tanıdı Mıgırdiç Margosyan'ı, İstanbul'a gittiğinde "Söyle Margos Nerelisen" kitabını alıp okuduğunu söyledi, evine davet etti. "Bir dahaki sefere" deyip söz verdik.
Yürekleri, ruhları dumura uğratıp memleketi koca bir mezar yerine çevirip tarihe kara bir gömlek bırakanlar utansın diye yazılan bir romanı okur gibi okudum Ahparik Sarkis'i.
Hiç kimsenin sesini çıkarmaya cesaret edemediği, kulaklarını çığlıklara tıkadığı, "belaya bulaşmak istemediği" ama en büyük belanın umursamazlıkları olduğu ve o belanın birgün kendi kapılarını da çalabileceği gerçeğinin yüzleşmesi olarak okudum Zülküf Kışanak'ın romanını. (ŞD/NV)
*Zülküf Kışanak, Ahparik Sarkis, Belge Yayınları, 2011 İstanbul.