"Gerek enformasyon ya da propaganda, gerekse reklam ya da doğrudan eğlence tüketimi biçiminde olsun bütün özel biçimleriyle gösteri toplumsal olarak hakim olan yaşamın mevcut modelini oluşturmaktadır." Guy Debord, Gösteri Toplumu.
ABD Başkanı Barck Obama şimdi de T-Box markasıyla birlikte görsel gündeme oturdu. Umut vaadi ve T-Box markasının çağımıza biteviye uygun, taşınması ve giyilmesi kolay giysileri. Umut görüntüde olsa gerek... İçinde yaşadığımız çağa kültürel niteliğini görsel kültür kazandırmaktadır. Bu kültürün can damarını imgelerin dolayımından geçe geçe ticari değerini artıran ürünler ve insanlar oluşturmaktadır.
Bu anlamda imgelerle donanmış toplumlarda yaşıyoruz. Vakko ya da Beymen Kadın ve Erkek'i yukarıdaki yaşam mekanlarından bakışlarıyla bizi sürekli kendilerine bakmaya davet ediyor. Şıklık, lüks ve karşı cinsin markayla bütünleşmiş cazibesi. Sanki gitgide daha fazla hemen her yanımızda bize doğrudan hitap edip, bizi kendisiyle diyaloga çağıran reklam imgeleri var.
Sokaklar, binalar ve gitgide yaygınlaşan bir biçimde toplu ya da özel taşıma araçları reklam evreninin imgelerini bize yöneltiyor, getiriyor; onların deviniminde onlarla birlikte kent sokaklarında biz de deviniyoruz. Stroer firmasının reklam panoları en yeni ve uçucu fikirlerle tasarlanmış ya da herhangi bir görsel güzelliğe sahip olmayan reklamlarıyla her an karşımızda beliriveriyor, istesek de istemesek de. Vakko ve Beymen Kadın ve Erkek'inin duruşunun tam aksi yönünde duran bir başka reklam afişini örnek verebiliriz: Mediamarkt mağazasının açılışını duyuran reklam afişinde Yavuz Bingöl'ün mahalle külhanbeyi rolünde bizi duruşuna ve bakışına davet etmesinde olduğu gibi.
Telelvizyonda mahremlik
Reklamların kendine özgü görsel kodları hiç de masumane, durduğu yerde bize bakmakla yetinmiyor, doğal olarak. Ticari mantığın tüm yaşamı bu şekilde kuşatışı aynı zamanda görselin en popüler iletişim aracı televizyon ile de günlük yaşamımızın en mahrem yerlerinde ve uzamlarında bizi bizden yapmaya devam ediyor. Televizyon halka halkı anlatmak için tüm günlük yaşamı görülebilirin ve görselin koduna böyle tercüme ediyor. Televizyon izdivaçlar düzenliyor evlenmek isteyenler artık onun aracılığıyla dünya evine giriyor.
Ama bunun yanı sıra herkes birbirinin evine “Yemekteyiz” ile de giriyor: Komşu gibi ağırlanırın parodisi böyle yaşam buluyor, ama herkesin gözü önünde misafir ağırlamak misafirperverliğin başka kavranışlarını da harekete geçirir. Günlük yaşamın “dedikodulu” ilişkileri birden insan ilişkilerinin tek koduna dönüşür. Ünlü deyişin de ifade ettiği gibi “Üzüm mü yenir bağcı mı dövülür” pek anlaşılmaz. Ya da “ye kürküm ye” ifadesinde somutluk kazanan toplumsal eleştirinin yerini başka bir şey almıştır. Her şey görselin diline böyle soyutlanıp kalırken, iletişim araçlarının bildiğimiz klasik işlevi de bundan payını alır.
Medya artık bilgilendirmiyor
Başka bir deyişle her şeyin seyir olmak zorunda olduğu medya evreninde, egemen yapı artık iletişim araçlarının klasik bilgilendirme işlevini günden güne geri plana iten bir dönüşüme uğramaktadır. Bunu sadece görsel iletişim araçlarında görmeyiz. Yazılı iletişim araçları da bu yasaya uymak zorunda kalmıştır. Gazeteler de normal akışın dışına çıkan ve varlıkların var oluş şeklinde bir kopuş yaratan olaylara öncelik vermeye başlar. Olağanüstü olduğu yargısına varılan haberler hem görsel hem de yazılı basının konusu haline gelir: Başka bir deyişle kendilerine görsel ve seyirsel alanda yer açılmasını hak ederler.
Enformasyonel ve seyirsel olanın düzeninde kayıtlanabilmek için hep “beklenmedik olanın” beklentisini yaratmak gerekmektedir. Bu beklenti yaratma ustalığının diğer ifadesi Tüketim Toplumu'nun Jean Baudrillard'a göre, iletişim araçlarının, ölümlerden, tecavüzlerden, cinayetlerden ve devrimlerden hep günlük yaşamın kendi içindeki dinginliğini yeniden üretmek için bahsetmek zorunda olmasıyla bağlantılıdır. Adliye haberciliğinin esas konuları artık iletişimin esasını oluşturmaktadır. Bu aynı zamanda simülasyon, yeniden çevrimleme, güncellik ve ambiyans oluşturma gibi terimlerle kendisini dışa vuran bir iletişim etkinliği yapısıdır.
Siyasetçilerin medyatik ambiyansı
Ambiyans ve güncellik televizyon aracılığıyla örneğin siyasetin yanı sıra siyasetçilerin de oluş biçimini seyirsel ve görsel kılar. Günümüzde gittikçe yaygınlaşan bir eğilim bunun açık göstergesidir. Karşı kamplardan siyasetçiler meslekte yıllanarak deneyim kazanmış popüler gazetecilerin “hakemlik” yaptığı canlı yayın programlarıyla haklı ya da haksız, iyi ya da kötü olduklarını ve siyaset yapma etiğine sahip olup olmadıklarını “halkla” ya da daha uygun bir tabirle izleyiciyle paylaşmaktadırlar.
Televizyon bu anlamda siyaset yapmanın ve siyasetçi olmanın tanımlarını da belirleyen bir iletişim aracına dönüşmüştür. Başka bir deyişle, en son yaşanan yerel seçimlerde de görüldüğü üzere, bir milletvekilinin diğerini ya da belediye başkanlığına aday bir siyasetçinin halen belediye başkanlığı yapmakta olan siyasetçiyi düelloya davet ettiği ve meydan okuduğu yer artık televizyondur.
Medya ticarileştikçe gösterinin ayrıcalıklı mekanı haline daha fazla gelmeye başlamıştır. Çünkü gösteri toplumunun en ayrıcalıklı öğelerindendir de. Medya dünyayı imgelere dönüştürüp, gösterinin olmazsa olmaz aktörlerini bizimle tanıştırır. Günümüzde haber de her geçen gün biraz daha fazla görselleşip seyirselleşiyor. Bu seyirselliğe ve görselliğe haber üretim süreçlerinde çalışan gazetecilerin bizzat kendi imgelerini medyatik bir şekilde oluşturma çabası da dahil olmaktadır.
İletişim alanında yapılan çalışmalarda siyasi söylemin çözümlenmesi genellikle siyasi haberi de seyirsel ve görsel kılan medyanın işleyiş yapısı dikkate alınmadan yapılmıştır. İfade etmek istediğimiz, artık siyasi olan ile medyatik olanın iç içe geçmiş olmasıdır. Bu içiçelikte, çağın egemen yapısının asli unsuru olan toplumsalın ve kişiselin kitle iletişim araçları ile aracılanmış olmasının belirleyici olmasıdır. Kitle iletişiminin biçimsel, toplumsal ve kültürel yapısı hem iletişim pratiğine (pratiği taşıyan araca) hem de diğer toplumsal pratiklere nüksedip onları son kertede belirlemektedir.
Aslında iletişim bilimleri alanında siyasal iletişim başlığı altında gündem hazırlama tezi ve sessizlik sarmalı gibi kavramsal çerçevelere dayalı olarak haber ve siyaset ilişkisi hep sorgulanmıştır. Aynı çizgide seçim kampanyalarının başarısında iletişim araçlarının rolü ve oy davranışındaki etkisi hep sorgulamalara konu olmuştur. Ayrıca iletişim araçları sahipliğinin ekonomik ve politik perspektiften sorgulanmaları da bu alanda önemli bir yer tutar.
Son yıllarda, kamusal alanın siyaset-dışılaşmasında iletişim araçlarının önemli bir etken olduğu da üstünde durulan konular arasında yer almaktadır. Bunun yanı sıra, çağımız başka tür siyasileşmelerin de tanığıdır. Çağımızda yeni iletişim teknolojileri ve sunduğu toplumsallaşma fırsatları siyasetin sadece organik siyasi yapıların (merkezi ulus devlet, siyasi partiler, seçimler, seçmenler, seçim sistemleri) işi olmadığını sıkça gözler önüne sermektedir. Hücresel siyasi yapılanmaların yeni iletişim biçimleriyle yarattıkları alternatif siyaset(ler) de siyasi pratiği yeniden biçimlendirmektedir.
Medya-haber-siyaset üçgeni
İmgelerin böylesine bizi kuşatmış olmasının bariz örneklerini serimlemek istedik buraya kadar. Ancak Guy Debord'un da yukarıda alıntıladığımız metninde vurgulandığı şekliyle imgelerarasılıktan geçerek seyirselleşmek ve görselleşmek günümüzde var oluş kodumuza dönüştü dediğimizde, sadece imgelerle kuşatılmış olmanın ötesinde bir şeyler söylüyor olabilmemiz gerekir. İnsanın insan, pek insan olarak kendisi, diğerleri ve dünyayla ilişkisinin merkezinde yer alan siyasiliğin, siyasi ve yurttaş olmanın, siyaset pratiklerinin ve sorunlarının anlam bulduğu mekan-uzam olarak medya-haber-siyaset ilişkileri de dönüşüme uğramıştır. Sözünü ettiğimiz koda uyar ya da uyarlanmış hale gelmiştir.
Nasıl kesintisiz haber kanalı CNN Türk'te bile haber artık “her evde bir haber var” tınısını taşır hale gelmiş ise, aynı şekilde her siyasetin de haber olabilmek için hikayeleşme buyruğuna uyması gerekmektedir . Türkiye ilk özel televizyonlar ile başlattığı “siyaset meydanı” tartışmalarıyla bu buyruğa daha 1990'lı yılların başında kucak açmıştır. Aslında hikayenin başlaması için start hem sıradan yurttaşlar için hem de sıra dışı temsilcileri için aynı anda verilmiştir. Doğal olarak iletişim bilimciler olarak, öykü ve hikayenin popüler kültürün can damarını oluşturduğunu ve bunun insanlığın çok eski çağlarından bu yana icat edilmiş olduğunu da biliriz. Yukarıda belirttiğimiz anlamda Jean Baudrillard'ın 1970'li yıllardan bu yana işaret ettiği yeni bir şey söz konusu bugün. Öyle ki artık sıradan markalar ile siyasetçilerin imgeleri arsında hiçbir fark kalmadı. Biri diğerinin yerine kolayca geçmeye başladı.(NT/EÜ)
* Doç. Dr. Nilgün Tutal Cheviron, Galatasaray Üniversitesi, İletişim Fakültesi.