Bu ülkenin siyasi ve politik tarihindeki renkli şahsiyetlere şahit olmamız bizi öyle çok da mutlu etmedi, etmiyor nedense. Bu günlerde açıkladıkları çılgın projelerle sınırları zorlayan siyasi kişiliklerin nerelerden ilham aldıklarını, genlerinde dolaşan karakteristik özelliklerin nasıl soya çektiklerini anlamamız için çok değil sadece birkaç yüz yıl geri gitmemiz yeterli olacaktır. “Çılgınlığın” halk arasındaki çağrışımının “Deli” olduğunu bu halk biliyor. Çılgınca davranıp Ankara’ya deniz getirmeyi bile vaat edecek kadar şuurunu kaybedenleri deliliğine vermeyip alkışladı bu ülkenin sorgulamayı rafa kaldıran kıla tüye alkış tutan evlatları.
Deliler birbirine benzer mi yoksa deli deliyi görünce sopasını saklar mı bilemiyorum ama aynı soydan geldiklerini söylersem çok da abes duracağını sanmıyorum.
Osmanlı padişahlarından Deli İbrahim’in torunlarının Ankara’ya deniz, İzmir de ise Kadifekale’yle Alsancağı teleferikle birbirine bağlayacaklarını söylemelerine şaşırmıyorsak eğer bize de kıyısından köşesinden delilik bulaşmıştır.
Deli İbrahim ile Deli Pedro’yu tokuşturduğumuzda geriye dünyanın hayran olacağı bir St.Petersburg kalıyor maalesef!
Siyasi karakterlerin deliliklerinin evrilmesiyle elimizde neyin kalacağını ya da karşımıza neyin çıkacağını tahmin etmek zor olmasa gerek. Hitler için önceleri deli desek bile tarih bize diktatör kavramının daha doğru ve yakışan bir olgu olduğunu öğretti.
Hitler hastalıklı derecede milliyetçiliğe sarılarak Yahudilere, eşcinsellere, komünistlere ve Çingenelere zulüm edip kırdırırken, dışlarken ve yok etmeye çalışırken bu topraklarda milliyetçiliğin sosuyla ateistlere, Alevilere, Kürtlere eşcinsellere aynı kaderi layık görenlerin aynı soydan geldikleri saldırgan dış politika verileriyle tarih yine bize acımasız bir şekilde hatırlatıyor.
Diktatörlük için bilinen şudur; her kim iktidarda on yıldan fazla kalırsa ve bu sürede oy oranını artırırsa rejimi diktaya doğru evriltmeye başlamıştır. Diktatörlerin ortak özellikleri ekseriyetle bir şeyleri yasaklama olsa da (kimi müziği - Humeyni), kimi nüfus artışını bahane ederek korunmayı (Çavuşesku), kimi özel hayatı bahane ederek twitter’ı) en ağır basan eğilimleri yasaları kendilerine göre düzenlemeleridir. Servetlerini açıklamamak, gazeteleri ya kapatmak ya da kendilerine bağlamak (tabii bu bağlama konusu basınla sınırlı olmak zorunda değil) kendilerini özetleyecek bir unvana ya da lakaba sahip olmak da başka bir ortaklarıdır. Bu bazen bir slogan da olabilir tabi. Kısaca değinirsek: Hitler Führer ya da Şef; Çavuşesku, Karpatya Dehası; Muammer Kaddafi, yol gösterici ya da Ağabey, önder veya Devrim Öncüsü; Yahya Jammeh’in lakabı ise buraya sığmayacak kadar uzun olduğundan elinde tespih, asa ve Kuran-ı Kerim’le dolaştığını belirtelim.
“Büyük işler” yapmak, mabetler, saraylar, camiiler, sahalar, heykeller inşa ederek büyük ve ulu olduklarını bunlar üzerinden ifade etmek artık kronik birer hal almışken ülkelerini de beraberlerinde kaosa sürüklemeyi değişmeyen bir “kader” gibi halkına yaşatmışlardır.
Bu ülkede kürtajı yasaklayanlar kendilerine Kumral Devrimci unvanını yakıştıranlardır. Kumral Devrimci zorlama bir lakaptır. Destan yazdı dediği polislerin Gezi olayları sırasında yaraladıkları daha sonra da ölen on dört yaşındaki çocuğun annesini siyaset meydanlarında uzun uzun yuhalatırsan “Uzun Adam” da sensin hukukçu da sensin, sanatçı da mimar da sensin, sanatın içine tüküren de sensin. Bu halk senden çok şey öğrendi! (HB/HK)
* Fotoğraf: Erdinç Aksoy - Van/AA