Yazının İngilizcesi için tıklayın
Tayfun Pirselimoğlu’nun 2021 yapımı filmi Kerr sinemalarda gösterimde. Türkiye’nin Oscar adayı olarak da belirlenen ve 58. Altın Portakal Film Festivali’nde Tayfun Pirselimoğlu’na En İyi Yönetmen ödülü getiren film, bir taşra öyküsü olarak değerlendirilebilir olmasına karşın karşımıza bir ülke alegorisi çıkarıyor. Pirselimoğlu’nun kendi romanından uyarladığı film aynı zamanda bir edebiyat uyarlaması.
Terzinin oğlu
Yıllar sonra babasının cenazesi için büyüdüğü şehre dönen Can - filmde adı çok geçmeyen karaktere herkes terzinin oğlu demektedir - babasının cenazesinden dönüşünde istasyonda bir cinayete tanıklık eder. Yapması gerekeni yapıp cinayeti polise bildiren karakter tuhaf bir şekilde cinayetin baş şüphelisine dönüşür. Hikâyenin bu giriş kısmından sonra filmin kafkaesk bir etki taşıdığını söylemek yanlış olmayacaktır.
Doğup büyüdüğü yerde sıkışıp kalan karakterin başına gelen tuhaflıklar bununla da sınırlı kalmaz. Hasta babasına ölene kadar bakan hasta bakıcı kadın, öldürüldüğüne tanık olduğu adamın eski eşi çıkar. Can gibi kadın da eşinden üç yıl önce ayrılmıştır. Bu etkileyici ve tuhaf kadın onun üzerinde büyük bir etki bırakır. Film boyunca kadının adını öğrenmeye ve ona ulaşmaya çalışır.
Delikler, derinlikler ve tuhaflıklar
Cinayeti Can’ın işlediğini düşünen taşralılar bir yandan her şeyi merak edip ve aynı zamanda her şeyi bilen bir tavır takınırlar. Can ise karşılaştığı bu tuhaflıklar bir yana cinayeti kendisinin işlemediğini de herkese açıklamak durumunda kalır. Filmin ilerleyen kısımlarındaysa ortada bir cinayetin ve cesedin olmadığı ortaya çıkar.
Karakterin iyice zihninin bulanmasıyla birlikte seyircinin de zihni bulanıklaşmaya başlar. Şehirdekiler de artık ortada bir cinayet olmadığına emindir. Ama evin içinde ve şehrin göbeğindeki delikler, şehirdeki kuduz köpek salgını da mekânı tuhaflaştıran başka detaylar olarak önümüze çıkar.
Eksik parçalar
Pirselimoğlu Kerr’de çektiği planlarla, kurduğu atmosferle, müzikten yararlanan ama sadece müzikten beslenmeyen gerilimiyle yönetmenlikte edindiği yetkinliği bir kez daha gözler önüne seriyor. Tekrar anlamına gelen “Kerr” adını verdiği filmiyle tekrara düşen, sürekli tekrarlanan şeylerin öyküsünü anlatmaya çalışıyor.
Yıllar sonra doğup büyüdüğü şehre dönen ardından bir cinayete tanıklık eden ve daha sonra tanıklık edilen bir cinayetin olup olmadığı da belirsizleşen hikâyede yönetmen, tanık durumunda olan karakteri çoğu sahnede tek başına gösteriyor. Bazı sahnelere dahil olan bir iki kişi dışında karakter hep yalnız ve gözlemci. Pirselimoğlu romanın yapısını bu şekilde senaryoya aktarmaya çalışmış. Ama uyarlamalarda yaşanan en büyük sorun bu filmde de ortaya çıkıyor. Bir romanın bir filme dönüştürülürken eksik kalan parçaları filmi aksatıyor. Karakterin peşinde dolaşan izleyici karakterin iç dünyasına dair çoğu ayrıntıdan bu şekilde mahrum kalıyor.
“Memlekette olan bitene ne diyorsun”
“Memlekette olan bitene ne diyorsun” sorusu ise karaktere çok sık yöneltilen sorulardan. Karakterin evinin içindeki nereye gittiği belli olmayan delik ve peşi sıra sahnelerde tekrar edilen memleket soruları yönetmenin bir alegori kurmasını sağlıyor.
Hayatının içinde, evinde ve yaşadığı şehirde büyük boşluk olan karakterin boşluğu bu delikle aktarılmaya çalışılıyor. Karakter şehirden kaçmaya, gitmeye çalıştıkça önce cinayet şüphelisi olmakla itham ediliyor sonrasındaysa şehirde ilan edilen karantina yüzünden şehri terk edemiyor. Son olarak şehirde getirilen sokağa çıkma yasağı iyice elini kolunu bağlıyor.
Bir tanık her zaman rahatsız edicidir
Tuhaflıklar üzerine kurulu bu hikâyede aslında sıradan bir taşra hayatının tuhaflıklarına şahit oluyoruz. Sıradan olan nedir, sıradan olmayan nedir bunu keşfetmek imkânsız. Anlamlı ve anlamsız olanın tuhaflığını anlamak da aynı şekilde zor. Hikâyenin baş karakteri sadece bir tanık. Bir cenaze sebebiyle şehrine gelmiş ve bir cinayete tanık olmuş bir tanık. Ve bilinen şu ki bir tanık her zaman rahatsız edicidir. Neye tanık olduğunun bir önemi yok.
Can cinayetle bir ilgisi olmadığını anlatmaya çalıştığı bir sahnede karakterlerden biri ona ölümden korkup korkmadığını sorar. Buna yanıt veremeyen Can’ın ardından karakter şu sözleri tekrar eder:
“Her şey tekrar ediyor, hayat böyle bir şey değil mi?” (ED/AS)