Görseller: Anadolu Ajansı, Sosyal Medya Kolaj: bianet
Dijitalleşme veya bilgi teknolojilerindeki olağanüstü gelişmeler kapitalist ekonominin (Her ne kadar emeğin serbest dolaşımını engelliyor olsa da) küreselleşmesine, politik alanda toplumu alabildiğine maniple etmesine imkanlar sundu. Buna paralel olarak da iletişim araçlarının kullanım sahasının genişliği ve kolaylığı, bireyin kendisinde yaşama müdahale imkanlarına sahip olduğu sanısı arttırdı. Gerçekte ise birey edilgen ve atomize hale getirildi.
Bütün bu olanlar postmodernizm (modernizm sonrası) kavramıyla ifade ediliyor.
Daha önce sanat ve mimari alanda başlayan, ama özellikle son 50-60 yıllık dönemde kapitalizmdeki bu gelişmeye paralel olarak modernizmi aşma iddiasıyla ortaya çıkan postmodernizmin bir tanımı, tarihe ve sosyal bilimlere bakışının karakteristik özellikleri ya yok ya da net değil. Belki de bu tanım belirsizliği ve özelliksiz özelliği bizatihi postmodernliğin kendisi olsa gerek. Belki de postmodernizm, modernizmin bir bunalım dönemidir.
Devrim
Modernizmin büyük anlatıları, katılık ve mutlaklık içeren ideolojilere yataklık yapması 19.yy’nin ilk yarısında totaliter sistemleri doğurdu. Gerek bu tarihi tecrübeler olsun gerekse Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarının olağanüstü yıkıcılığı, modernizme tepkinin kaynağıdır.
Modernist rasyonalizmin insanlara mutluluk getireceği, kurtuluşa erdireceği iddiası boşa çıktı. Modernizme bir tepki olarak doğan ve onu aştığı iddiasında olan (ki, hala modernizmden beslenen yanları var) postmodernizm, politikadan sanata her şeyi sıvılaştırdı, buharlaştırdı. Bu durum gerçeklik yitimini ve hatta gerçeğe ulaşılamayacağı savlarını doğurdu. Böylece bir yandan şeylerin nitelikleri bireylerin izafiyetine indirgenirken bir yandan da kavramların içi boşaltıldı.
Yazının konusu postmodernizm üzerine değil. Devrim kavramının nasıl içinin boşaltıldığını, buharlaştırıldığını ifade etmek için, zorunlu olarak bunda esastan payı olan postmodern anlayışa değinmek zorunda kaldım.
Devrimin devrilmesi
Devrim kavramının özellikle basın ve sosyal medyada içinin boşaltılarak salt bir kelime olarak ele alındığının çok sayıda örneği var. Bu ve buna benzer kavramların içeriğinin buharlaştırılarak onun bir kelime kuruluğuna indirgenmesi, tarihe ve topluma dair bakışı silik ve müphem hale getirmektedir.
Devrim kavramını devrim kelimesinin devirme eylemine indirgeyerek içeriğinin buharlaştırılmasına birkaç örnek verecek olursak:
2 Aralık 2022 tarihli AA’nın haberine göre “Dera'nın Casim beldesinde bir grup DEAŞ'lı olduğu bilgisini alan Casim Devrimcileri grubu, 14 Ekim'de operasyon başlattı…Grup, DEAŞ'ın hücre evi olarak kullandığı 3 ayrı eve ağır silahları kullandığı baskınlar yaptı.” deniliyor. Konu haberde Casim Devrimcileri’nin operasyonu ÖSO’nun desteğiyle yaptığı söyleniyor. Yani kendilerine “Casim devrimcileri” denilen grup, ÖSO’nun bir parçası.
AA’nın bu karışık, tarafları pek net olmayan haberini diğer haber ajansları da aynen geçmiş. Burada konumuz açısından haberde bizi ilgilendiren taraf, Casim Devrimcileri grubunun ÖSO ile bağlantılı olmasıyla birlikte, kullandığı devrimci isminin uyumsuzluğudur.
İnsanlığın düşmanı, zorbalığın bayraktarı IŞİD artıklarına devrimci demenin ne demek olduğuna okur karar versin.
2010 yılında Tunus’ta başlayan, oradan Mısır, Libya, Yemen ve Suriye’ye yayılan muhalif hareketler, bu ülkelerdeki baskıcı otoriter rejimlere karşı demokrasi talepleriyle başladı. Bunların içerisinde toplumun farkı kesimlerinden farklı fikirlere sahip gruplar vardı ki, bu da doğaldı.
Ancak muhalif hareketlerin başlangıç talepleri gittikçe amacından uzaklaştı ve harekete siyasal İslamcı muhalefetin hâkim olduğu görüldü.
Mursi’nin kısa süreli iktidarında Mısır’ın Müslüman Kardeşler siyasetinin egemenliğine yönelmesi, anti-demokratik bir gidişatın habercisiydi. Libya’da olanlar ortada. Tunus’da Müslüman Kardeşler muhalefeti daha akılcı davranarak bir noktada durmasını bildi ve Tunus kendini toparladı.
Yemen’de kan gölü devam ediyor.
Suriye’de Esad diktasına karşı oluşan muhalefet kısa sürede siyasal İslamcıların eline geçti. IŞİD terörizminin o korkunç yüzü tüm çıplaklığıyla ortaya çıktı.
Bütün bu olanlarda çeşitli ülkelerin çeşitli parmaklarının varlığı da açıkça cereyan etti. Ancak sonuçta Arap Baharı denilen muhalif süreç, muhalefeti ele geçiren siyasal İslamcıların, demokrasi düşmanlarının egemenliğinde sönümlendi.
İktidar yanlısı medya, Arap Bahar’ından devrim diye bahsetti, ediyor. Batı medyasının bir kısmı da aynı iddialarla emperyalist dünyanın BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) projesini devrim diye lanse etti.
Ne yazık ki Arap Baharı değil, "Arap kışı" yaşandı. Gelecek olanının mevcut olandan kat be kat korkunç ve zalimliğin bayrak taşıyıcısı olduğu görüldü. Geriye canından, malından olan, zulme uğrayan milyonlarca insan kaldı. Bütün bu olanlara rağmen keşke bu ülkeler despotizmin kilidini kırarak demokrasiye kapı aralayabilseydiler.
“Mısırlı din bilgini Yusuf el Karadavi, Muammer Kaddafi’nin ölümünden bir gün sonra yaptığı konuşmada ‘Demokratik İslam Cumhuriyetinin’ kuruluşunu doğruladı. Kardavi, kendisine sadık kişileri Libya, Tunus ve Mısır’ın ‘sadık devrimcileri’ olarak göstererek…” diye devam eden haberde Katar’ın, Libya'daki isyancılara 3 milyar dolar yatırım yaptığı belirtiliyor*.
Başta Katar olmak üzere Arap sermayesi devrimcilere yardım ediyor!
Kırk yıl düşünsem devrim kavramının yerlerde sürüneceği aklıma gelmezdi.
Oysa olay İslamcı diktatörler ile seküler diktatörler arasındaki gediği kanırtarak olayları tetikleyen ve enerji zengini Ortadoğu’da hegemonyasını daha güçlü hale getirmek isteyen Batı’nın da parmağı olduğu bir denemeydi.
Diktatör Kaddafi’yi katledenleri devrimci olarak niteleyen yalnızca bir yer değil. AA, TRT gibi merkez medya, Libya’da devrimin 11. Yıldönümü kutlamaları yapıldığı haberlerini verirken devrim kavramını kullanıyor.
Afganistan’da ABD yenilerek geri çekildi ve iktidarı uzun yıllardır mücadele veren Taliban kazandı. Afganistan’da Taliban’ın savaşarak iktidara gelmesine de devrim diyenler var.
Bu kalkışmaların olduğu ülkelerdeki iktidarlar otokratik vs. Peki, kalkışmacı muhalefetin niteliği nedir, nasıl bir toplum tahayyülü var? Eğer bunlar devrim ise, karşı-devrim nedir?
İşte postmodern dönemin sululuğu böyle bir şey.
Değersizleştirme
“Devrim genel olarak, yerleşik toplum düzenini, devlet ve toplum yapısını tümüyle değiştiren, köklü, hızlı ve kapsamlı dönüşüm.
“Devrim, nihayet daha özel bir anlam içinde, entelektüel disiplinlerde, bilimde, felsefede, sanat ve ideolojide, yerleşmiş ve gelenekselleşmiş olanın yerine yenisini koyma eylem ya da hareketini ifade eder.” (Ahmet Cevizci – Felsefe Sözlüğü – 244)
Devrimin bir başkaldırı veya isyandan farklı olduğunu belirten Cevizci, devrimin mevcut sistemi yıkarak toplumu ileriye doğru taşıyan yeni bir sistem inşası olduğunu ilave eder.
Devrim bir hükümet darbesi de değildir. Darbeler kitlelerin sisteme yönelik politik taleplerinin sonucu olmadıkları gibi, sistemin değişmesini değil, reorganizasyonu hedef alırlar.
Devrim kavramında altı çizilmesi gerekenin, “ileriye doğru taşıma” özelliğidir. (Bu ileriye doğru cümlesi, ilerlemeci tarih anlayışıyla karıştırılmamalıdır). Kavramın bu özelliği bize bir devrim durumunda özgürlüğün, hukukun, iktisadi ilişkilerin nasıl olacağıyla doğrudan ilişkili olduğunu gösterir. Yani toplumsal hayatın bu alanları, bir önceki sistemden ileri olmalıdır!
Devrim kavramında bilerek yapılan bu yanlış, sosyal bilimler alanına monte edilmeye çalışılıyor. Bunun amacı ise, toplumlardaki her kalkışmacı hareketi devrim kavramının cazibesi içine sokarak o hareketi olumlamaktır.
Devrim gibi birçok kavramın değersizleştirilmesine karşı çıkılmalı. Tamam dünya değişiyor da bu değişimin sistemin, siyasetin ve bireyin sırtlanlaşması yönünde yorumlanmasının önünde durmak da etik bir sorumluluktur.
(HŞ/EMK)
*https://sputniknews.com.tr