Bazen insan canhıraş hayatın önüne çıkardığı sorunlarla mücadele ederken, hiç beklenmedik bir zamanda ‘an dona kalır…
Bir anda her şey biter ve kimsenin önüne geçmeye gücünün yetmeyeceği sonsuzluk hükmünü ilan eder.
İşte o zaman geride kalanların acı gerçekle yüzleşmesi başlar.
Bir yanda gidenin ardında bıraktığı o kocaman boşluk, diğer yanda onu bir daha göremeyecek olmanın acı gerçeğiyle birikmiş anılar eşliğinde içsel bir savaşa tutuşuruz…
Kim ne derse desin, Cemal Süreyya’nın dediği gibi, “Her ölüm erken ölümdür!”
Bazıları için ise, ölüm gerçekten tüm anlamlarıyla erken ölümdür!
Hayattan alacağı henüz bitmemiştir.
Düşlerinin peşinden koşmak için zamana ihtiyacı vardır.
Daha yapacak çok işi, yürümesi gereken çok yolu vardır…
Kısacık ömrüne kocaman bir hayatı sığdırmış olması, hayatı dolu dolu ve hızlı yaşaması geride kalanları teselli etmeye yetmeyecek kadar erkendir gelen ölüm.
Ve giden kaç yaşında olursa olsun, ölümün o soğuk yüzünü hiç bir zaman sevdiklerimize yakıştıramayız.
Günlük yaşamın karmaşa ve koşturması içinde bazen kısacık bir not, bir cümle, küçücük bir haber insanın bütün dünyasını alt-üst etmeye, hayatın bu adaletsizliğine isyan etmesine fazlasıyla yeter.
O bir cümlede kocaman bir yaşam ve paylaşılmışlıklar gizlidir.
O bir cümleyle insanın boğazına koca bir yumruk gelir oturur.
Anılar bir biri ardına sıraya girer…
…
Geçtiğimiz Cuma sabahı, arkadaşım Sultan Seçik’in komada olduğu haberini aldım.
Akşam saatlerinde “Sultan gitti!” cümlesiyle neye uğradığımı şaşırdım.
Çılgındı, hayatı dolu dolu yaşamayı başaran kadınlardandı.
Kısacık genç ömrüne çok şeyi sığdırmıştı Sultan…
2013 baharında kanserle mücadele ettiği haberini duyduğumda Gebze Hapishanesi’ndeydim.
2014 Nisan’ında gönderdiği mektup bir sevinç topu gibi ranzama düştüğünde; “6 zorlu ameliyatın ve kemoterapinin ardından kanseri yendiğini” yazmıştı.
Tahliye olduktan kısa süre sonra buluştuk…
Sevinç, hüzün, sitem, acı kısacası insana ve hayata dair bütün duyguları birarada yaşadığımız saatleri deviren sohbetimize bir virgül koyma ihtiyacı duyduğumuzda, hava çoktan kararmıştı.
O gün yeniden buluşma kararıyla ayrıldık.
Kızını, Asmin Heves’ini getirecekti teyzesine.
Onca soruna, altı ağır ameliyata rağmen eski neşesinden, çılgınlığından hiç bir şey yitirmemiş gibiydi.
Kızını doğurmak için tedaviyi kabul etmemesine kızdığımda; “hastalığa karşı direncini arttıran biricik nedenlerden biri”nin kızı olduğunu söylemişti.
Hastalığı yendiğini düşünüyordu ki, lanet olası kanser yeniden nüksetti!
Köln’de gördüğü bir aylık aşı tedavisi iyi gelmişti.
Keyifle “yine ben kazandım” demişti.
Yargıtay Devrimci Karargah Davası’nda 6 yıl 8 aylık örgüt üyeliği iddiasıyla verilen cezayı bozunca, “mültecilik kısa sürdü, bekle beni İstanbul” diyerek, memlekete döndü.
SULTAN SEÇİK DEVRİMCİ KARARGAH DAVASI'NA NASIL DAHİL EDİLDİĞİNİ BİANET'TE YAZMIŞTI
Her şey yolunda gidiyor gibiydi.
Arada bir arıyordum, sohbet ediyorduk… Neşesi yerindeydi.
Artık bir şey kalmadı, hastalığı yendi diye düşünmeye başlamışken; Kasım ayında “haberler iyi değil” notunu gönderdi.
Hemen aradım, telefonda uzun uzun konuştuk.
Her şeye rağmen “pes etmeyeceğini” söylerken, ölümle dalga geçmeyi de ihmal etmiyordu çılgın kadın.
Ocak ayında ameliyat oldu.
Açıp kapatmışlardı.
Ama Sultan ısrarla “bu hastalığı yenmenin bir yolu olmalı” diyordu.
Doktorların verdiği süreyi “beğenmedim”, “boş ver bunları geçecek hepsi. Biz bir yolunu bulup buluşacağız yine. Üzülme, sağlığına dikkat et. Kendini koru dertten kederden” demişti.
8 Şubat’ta Gebze Hapishanesi’nden genç arkadaşım Gülistan’la ilgili haberi okuduktan sonra kızıyla çektiği fotoğrafın altına:
“Arkadaşını kaybettin acın büyük. Hayat söz konusu olunca umut hep var. Her şeye rağmen, iki kadın yanında olabilseydik sıkı sıkı sarılırdık seni de yanımıza alıp…” diye yazmıştı.
Öyle bir süreçten geçiyoruz ki!
Her gün, her saat bir kez daha insanlığımız sınanıyor.
Cizre’de, Sur’da bodrum katlarında çocuk, kadın, genç, sivil demeden yakılanlarla birlikte insanlığımız da ateşe atılıyor.
Devletin baskı ve zulmüyle saymakta zorlandığımız ölümlerin yanına, bir de kanser illetinden sevdiklerimizi yitirmenin acısı eklenince…
Zaten ağır olan hayat, çok daha fazla çekilmez oluyor.
Yitip gidenlerin ardında bıraktığı boşluk, bir karabasan gibi geride kalanların omuzlarına çöküyor…
Arkadaşım Sultan 8 Şubat’ta Cizre’deki bodrumda yakılarak katledilen Gülistan Üstün’ün gidişine benimle birlikte üzülürken, 26 Şubat’ta kendi haberi geldi.
Facbook’a “Sultan gitti!” diye yazmıştı Hülya…
İki kelimeden ibaret cümle, O’nun bütün acılarını, hüzünlerini, kırgınlıklarını, özlemlerini, sevinçlerini, yaşanmamışlıklarını ve hayata kattıklarını ardında bırakarak gittiğini söylüyordu…
En kötü zamanlarında bile yaşam sevincini kaybetmeyen, yaşamın bütün acımasızlıklarına, adaletsizliklerine, baskı ve zulmüne başkaldıran, “ben bir devrimci, sosyalist kadınım, öyle de kalacağım” diyen, hayat dolu, çılgın kadın 26 Şubat Cuma günü akşam üzeri birlikte yaşamaya doyamadığı kızı Asmin Heves’i, sevdiklerini ardında bırakarak sonsuzluğa yürümüştü…
Onun ardından onu anlatmak, kısa yaşamına sığdırdığı onca güzelliği bir yazıya sığdırmak hakikaten mümkün değil.
Üniversiteye başladığı yıl devrimci mücadeleyle tanışmış, kendine güveni gelişkin, akıllı, üretken, yetenekli, başeğmez, asi, çılgın bir kadındı Sultan…
Defalarca işkenceli sorgulardan geçirilmiş olmasına rağmen, her defasında işkencecileriyle alay etmiş, önlerinde diz çökmemişti.
Gözaltında uğradığı tecavüzü hiç tereddüt etmeden deşifre ederek, devletin gözaltında cinsel taciz ve tecavüz işkencesine karşı yürütülen mücadelenin en ön saflarında yer almıştı.
İstanbul Terörle Mücadele Şubesi’nde Tim 3’ün şefi Bayram Kartal ve yardımcısı Sedat Selim Ay’ın işkencelerine karşı sadece direnmemiş, aynı zamanda onları ve işkencelerini teşhir etmişti.
Gazeteciydi, radyocuydu, insan hakları savunucusuydu, kadın özgürlük mücadelesinde aktivistti, devrimci, sosyalist bir kadındı Sultan…
Geleneksel kadın rollerini reddeden, kabına sığmaz, gittiği yere şen kahkahalarını da birlikte götüren çılgın bir kadındı…
Gazeteciliğe Emeğin Bayrağı’nda başlamış, Atılım Gazetesi’nde sürdürmüştü.
Özgür Radyo’da kısa sürede radyoculuğu öğrenmişti.
Yaşama veda ettiğinde ise Devrimci Parti üyesiydi.
Yargılandığı Devrimci Karargah davasında mahkemede, “sosyalistim, öyle de kalacağım” demişti!..
Son vasiyeti ise, Gazi mezarlığında Rojova’da yıldızlaşan Aziz Güler’in yanına gömülmekti.
27 Şubat’ta sevgili arkadaşım Sultan Seçik kadınların omuzlarında sonsuzluğa uğurlanırken, bir kez daha anılarda dolaştım…
Yazdığı mesajları okudum, gönderdiği fotoğraflara baktım.
Güle güle canım arkadaşım… Güle güle güzel kadın…
Seni her zaman Gülten Akın’ın “Deli Kızın Türküsü” dizeleriyle birlikte hatırlayacağım.
Seni hiç unutmayacağım…
Kadın kurtuluş mücadelesinde ve özgürlük mücadelesinde hep yaşayacaksın!.. (FE/HK)