Son günlerdeki kürtaj konusuyla ilgili televizyon ve basında sürdürülen tartışmalarda defalarca yeniden üretilen çok sakıncalı bir yaklaşıma dikkat çekmek gerektiğini düşünüyorum.
Bir taraftan kürtajın belli istisnai haller dışında ya da bu hallerin bir kısmında dahi yasaklanması gerekliğini savunanlar gerekçelerini sayıp dökerken; diğer taraftan kürtajın hâlihazırdaki şartlarla yasal kalmasını savunanların varlığı hepimizin malumu.
Belirtmek isterim ki sözlerim sadece kürtajın yasal kalmasını birazdan değineceğim nedenlere dayanarak ileri sürenleredir. Sakıncalı olduğu kadar bazı sosyal politikalara zemin sağlayabileceği endişesiyle tehlikeli bulduğum bu yaklaşımın dayanaklarıyla, kürtajın yasaklanmasını savunanların öne sürdüğü savların dayanakları bazı noktalarda benzerlik göstermektedir. Bu benzerliğin özü de "her kadının anne doğduğu" anlayışıdır.
Son günlerde medyadan izleyebildiğim kadarıyla kürtajın yasal olması gerektiğini savunan kadın ve erkeklerin büyük çoğunluğu kadınların kürtaj yaptırmalarının meşru ve haklı nedenleri olarak ya tecavüz ve kadının zaten "yeterince çocuğu olduğu" gibi nedenleri ileri sürüyorlar ya da kadının ve/veya bebeğin sağlığıyla ilgili risklerden dem vuruyorlar.
Bütün bu yazıların ve konuşmaların altında yatan bir ön kabul var: kadın doğası itibariyle esas olarak annedir; doğurmuş olduğu çocuklarının olduğu kadar, doğmamış çocuklarının da anasıdır ve bu tip olağan üstü durumlar olmasa, yani şartlar el verse, imkânlar daha iyi olsa, tecavüze uğramış olmasa (vesaire) zaten o bebeği/bebekleri bağrına basacaktır.
Kürtajın yasal kalması gerektiğini savunanların büyük bir kısmı belli ki böyle düşünüyor zira şu mealde cümlelere rastlıyoruz medyada: "hiçbir kadın isteyerek kürtaj olmaz," "kürtaj olan kadınlarla konuşun bir, sorun bakalım neden kürtaj yaptırmışlar; görün bir bu karar yüzünden nasıl acı çekmişler ve nasıl da pişman olmuşlar," "bir araştırın hele, bakın altından tecavüz ya da ensest çıkacaktır," "bakma imkânı olan bir kadın hiç yavrusunu öldürür mü?"...
Bu tavır ikinci dalga feministlerin bütün güçleriyle karşı durdukları ve senelerce yanlış olduğunu insanların aklına sokmak için çaba harcadıkları "biyoloji/anatomi kaderdir" fikrinin yeniden üretilmesine maalesef büyük katkı yapmaktadır.
Psikoloji, tıp, hukuk ve din gibi alanların öncüllerinde de beslenen ve feminizm geleneği içinde en kapsamlı ortak eleştiriye maruz kalmış bir kaç görüşten birinin temelini oluşturan bu anlayışın özü şudur: İnsanın doğuştan var olan biyolojik cinsiyeti o kişinin toplumsal cinsiyetinin belirleyicisidir. Yani dişi beden taşıyan kadındır; eril beden taşıyan da erkek.
Kadınlık ve erkekliği bedensel fonksiyonlara (özellikle üreme organlarının işlevleri açısından) indirgediğimiz zaman kadın ve erkekliğin ne olduğu ve nasıl yaşanması gerektiği konusunda anatominin zorunlu ve mutlak bir belirleyici olarak algılanmasına da hizmet ediyoruz.
Toplumsal cinsiyet rollerinin doğal ve mutlak olmadığı, aksine "insan yapımı" oldukları yaklaşımının sağladığı kazanımlara sekte vurma potansiyeli taşıyan bu ve türevi görüşler, Ortaçağ'da belli amaçlar için sıklıkla kullanılmış olan teleolojik-yani Tanrının her şeyi yaratmasında bir amaç olduğu ve bu amacın dışındaki "kullanımların" günah/ayıp/ahlaksız olduğunu savunan-ve püritan anlayışı yeniden üretmektedir.
"Hiçbir kadın isteyerek bebeğini öldürmez. Kürtaj yaptırıyorsa başka seçeneği kalmamıştır garibin" gibi esasında kadına seçim hakkı tanımayan görüşler kadını bedeniyle ve biyolojik potansiyelleriyle özdeşleştirmekle kalmayıp bütün kadınların, kadın oldukları için (daha ziyade dişi oldukları için) mutlaka ve hep anne olma arzusu içinde olduklarını ve bu arzuyla doğduklarını varsayar. Küçücük kız çocuklarına başka oyuncak isteyebileceklerini bir an bile düşünmeden bebek alınır örneğin. Oynamazsa da pek şaşırılır. Zira küçük kız küçük annedir.
Hâlbuki durum gerçekten böyle midir? Her kadın gerçekten anne mi doğar?
Dişil bedenin böyle bir potansiyeli olduğu bilimsel bir veridir ama sadece bir potansiyel, yani olanak olarak. Bu kadar. Annelik "doğal" değildir; bir seçimdir ve böyle de kalmalıdır!
Kürtajın doğum kontrolü olarak kullanılmaması gerektiğine, en azından kadının sağlığı bakımından, itiraz edecek kimse yoktur herhalde; ama kadınlar o kadar değişik nedenle hamile kalabiliyor ki... spiralleri yerinden oynayınca, gün sayma yöntemleri günün birinde onları yolda bırakınca, doğum kontrol hapındaki korumanın o küçücük risk payı bir kadına rastlayınca, prezervatif defolu çıkınca, vesaire.
Esas vurgulamak istediğim nokta şu: Her kadın sadece kadın olduğu için bebekleri/çocukları sevmek zorunda değil. Bir kadın da bebek sesinden çok rahatsız olabilir. Kendinde çocuk büyütecek gücü göremeyebilir. Çocuğun sakat doğma olasılığı çok korkutucu gelebilir. Hayatıyla ilgili bambaşka planları vardır ama cinsel hayatı da vardır.
Esasında bu nedenleri bile sıralamak çok gereksiz. Bir kadın çocuk sahibi olmayı istemeyebilir ve bu onun hakkıdır. Nokta. Yani bu diğerleri açısından sözün bittiği yerdir. Kocanın bile sözünün bittiği yer.
Dolayısıyla demem şu ki; kürtajın yasal kalması gerektiğini savunanların en temel dayanağı insan hakları perspektifinin sağladığı bakış açısı olmalıdır. Kadının bedeniyle özdeşleştiren ve kadının kürtaj olmak istemesini açıklayacağım diye neredeyse "özür dileyen" söylemler değil.
Konu bedene gelmişken, kürtaj konusunun "bedenimiz bizimdir" söylemine hapsedilmesinin de sorgulanması gerekmez mi? Her insanın, toplumsal cinsiyetinden bağımsız olarak sadece bedeni değil, "aklı" da kendinindir. Geleceği hakkında planlar yapma, bunları uygulamaya koymanın şartlarını oluşturma ve nihayet, hayatı ve bedeni üzerinde tasarruf hakkı sadece kendinindir.
Konunun insan haklarıyla ilgisi de tam bu bakımdandır. Kişinin bir insan olarak olanaklarını geliştirmesinin şartlarına dair olan insan hakları, başkalarına zarar vermeyen ve onların haklarını ihlal etmeyen bir özgürlük ve eşitlik ortamının tesisini esas alır. Konunun bu bağlamda tartışılmasının kadınlar için daha eşitlikçi ve özgürlükçü bir ortam yaratacağı konusunda hiç şüphe olmasa gerek. (HD/ÇT)