Belki de mağara duvarına çizilen resimlerin üzerine dışarıdan yansıyan güneş ışığının düşmesiyle ilk hareketsiz görüntü elde edilmişti. Yine belki de Platon'un mağarası ilk sinema salonuydu.
O mağara duvarına düşen ilk görüntüden bugüne kadar gösterilen "gerçeklik" de tartışıla gelmiştir.
Gösterilenin son derece güçlü bir taşıyıcı olması, temsil ettiği gerçekliğin de sıkça sorgulanmasına neden olur. Temsil ettiği gerçeklik kadar gerçek olmayan da bir o kadar önem taşır.
Sinema ve televizyonda, görüntünün yansıttığı gerçekliği sorgulamaksızın inanıyoruz. Görüntünün ne tür bilgi taşıdığı, içerdiğini, onun doğru olup olmadığına bakılmaksızın inanıyoruz.
Gösterilenlerin hangi durumun, koşulun aracı olduğu; hangi ortamı aktarmaya çalıştığını sorgulamadan inanıyoruz.
Oysa görüntüde olanlar kadar ol(a)mayanların işaret ettiklerinden de kuşkulanmalı, sorgulanmalıdır... Görüntüyü oluşturanın ya da onu yeniden üretenin bakış açısı algılanmaya çalışılmalıdır... Böylece görüntünün içerdiği kişi, yer ve olay örgüleri gibi bilgilerle nasıl bir etkiye sahip olmak istediğini anlayabiliriz.
İşte Elif Demoğlu'nun yönetmenliğini yaptığı 'Son Amazon' adlı kısa sahte-belgesel filmi bize gördüğünüz her şey karşısında kuşkulanın, onu süzgecinizden eleyerek sorgulayın diyor.
22 dakikalık sahte-belgesel olan 'Son Amazon' filmi Sadet Kılıç'ın hikâyesiyle başlıyor. Sadet Kılıç'ın hikâyesini onun ağzından dinliyoruz/izliyoruz.
Kılıç'ın hayatı, doğduğu yer olan Samsun Terme'de yapılan bir arkeolojik kazı ile tamamen değişir.
Kılıç'ın bize anlattığına bakılırsa yapılan bu kazıda Karadeniz coğrafyasında yaşadığına inanılan ve mitolojiye göre, aralarında erkeklerin yaşamasına müsaade etmeyen, iyi ata binen, güzel ok atan (Amazon kadınlarının iyi ok atmak için göğüslerinden birisini kestiği söylenir) son derece savaşçı bir kadın topluluğuna ait buluntuların bulunduğu ve kendisinin bu kadınlardan geriye kalan "son Amazon" olduğudur!
Yapılan bu kazı sonrası 'son amazon' Türkiye'yi terk edip Al(a)manya'nın yolunu tutmak zorunda kalır.
Kılıç Al(a)manya'nın zengin liman şehri Hambug'a bağlı olan, ancak bu zengin eyalete bağlı olmasına rağmen tarih boyunca dışlanan, yoksul, anti-faşist, evsizleri ve sokakta yatanları ile sol politik düşenceye sahip futbol takımına sahip St. Pauli'ye gelir.
Burada ataları olan amazonlar gibi hayatta kalabilmek için yalnız başına savaştığını anlatan Sadet Kılıç, uzun yaşam mücadelesi sonrası Güzel Sanatlar Akademisi'nde görevli bir memur olarak işe başladığını, yalnız, içine kapanık olmasına rağmen mutlu, mesut bir 'son amazon kadını' olduğunu söyler!
Biz de Sadet Kılıç tarafından anlatılan her şeyin bütün çıplaklığıyla gördüğümüz/duyduğumuz olduğuna inanıyoruz!
Ancak "yalan" ya da "sahte" olanın bütün dünyayı dolaştığı an gerçeklik yeni yeni çizmesini giymeye başlıyor. Ve biz Sadet'in anlattıklarından şüphe duymaya başlıyoruz.
Peki, bizim şüphe duymamıza sebep olan nedir?
Filmde aralara serpiştirilen şaşırtıcı, uyarıcı, kafa karıştırıcı ufak oyunlar...
Kameranın yavaş yavaş Sadet Kılıç'tan yaşadığı kent olan St. Pauli'nin sokaklarından, caddelerinden, toprağından, gökyüzünden, denizinden, rüzgârından sıyrılıp; demir, beton, asfalt yığınları arasında dolaşması...
Kendini içe dönük ve yalnız bir kişi olarak tanıtan Sadet'in dost edindiği, bir şeyleri paylaştığı, arkadaş edindiği insanlardan onu dinlememiz ile onun hiç de anlattığı gibi yalnız ve içine kapanık olmadığını öğrenmemiz...
Sadet'in kameraya söyleyeceklerini tam kâğıttan bakıp okuyacakken, yönetmenin 'kâğıttan okuma, ezberinden söylersen daha iyi olur' cümlesi...
Bize doğduğum yer dediği Samsun'un Terme ilçesi insanlarından 'burada öyle bir kadının yaşamadığını' öğrenmemiz...
Filmin sonunda verilen jenerik bilgisiyle -jeneriği izleyebilenler tabi- seyirci seyrettiği filmin gerçekliğine karşı şüphe duymaya başlar. Böylece her şeyin nasıl da bir kurgu/sahte olduğunu öğrenmiş olur.
Yani her şey gerçek olduğu kadar sahte(imiş).
Peki, neden gerçekliğin içinde bir kara delik olan sahtelik yer alıyor?
"Sinemada gerçeklik ve sahte-belgesel üzerine doktora tezimi yazıyorum. Araştırma sırasında sahte-belgesel kavramı beni çok heyecanlandırdı. İlk başta seyirciyi kandırma ve salt eğlence amacında görünse de, biçimsel olarak belgesel, içerik olarak kurmaca olan bu türün aslında bu türün günümüzde değersizleşen gerçeklik anlayışına, tüketim kültürünün dayattığı kültür endüstrisine karşı, seyirciye medyada her gördüğüne inanmaması gerektiğini hatırlatan bir amacı olduğunu keşfettim."
Biz gösterilen ve yazılan her şeye -anlasak da anlamasak da- inanıyoruz.
Oysa yaratılan gerçekliğin yeniden üretilmesidir. Kurmaca haline getirilmesidir. Çünkü üretilen bu 'kurmacanın gerçekliği' ile seyirci sarhoş edilir. Böylece seyirciye çarpıtılmış gerçekleri kabul ettirmek de daha kolaylaşmış olur.
Bu nedenle filmin yönetmeni Elif Demoğlu, üretilen 'gerçeklik' karşısında bizi 'her gördüğüne inanma' diye uyarıyor.
Sahte-belgesel dünyada özellikle de Amerika'da 1960'ların sonlarına doğru görülmeye başlayan bir türken, bizim sinemamızda sahte-belgesel ilgili çalışmalar Kutluğ Ataman'ın 'Aya Seyahat' filmi gibi Türkiye'de örnekleri bulunan fakat terim olarak çok fazla bilinmeyen bir türdür.
Elif Demoğlu'nun sahte- belgesel serüveni de filmindeki Sadet Kılıç'ın 'var mıydım yok muydum orda' dediği yer olan Samsun Terme'de başlıyor.
"Benim sahte-belgesel serüvenim Samsun'da bir mola sırasında başladı. Terme'de M.Ö. Amazon Kadınlarının yaşadıklarını öğrendim ve bunu yeni öğrenmiş olmama da bir yandan şaşırdım. Hemen kafamda bir hikâye belirdi; Son Amazon Kadını'n hikâyesini anlatmak ve bunu Almanya'ya işçi göçünün gerçekliği ile birleştirerek anlatmak. Hamburg Güzel Sanatlar Üniversitesinde öğrenciliğim sırasında tam olarak kafamdaki Amazon Kadını'na uygun olduğunu düşündüğüm güçlü, çok renkli ve aynı zamanda okuduğum okulda çalışan bir Türkiyeli işçi kadın ile tanıştım."
Sahte-belgesel de tıpkı belgeselde olduğu gibi röportajlara dayanıyor ve olayları karakterin ağzından anlatıyor. Yalnız bir fark ile:
"Soruları kendisine yöneltirken, duymak istediğim cevapları da veriyorum."
Bu durum belgeselin güvenirliğini azaltmayıp tam aksine seyircinin gördüğü/izlediği her şeyden şüphelenmesini, düşünmesini ve ona inanmamasını sağlıyor.
"Filmden sonra seyircilerden aldığım tepkiler de, bundan sonra izledikleri filmlerden şüphe duymaya başlayacakları yönündeydi. Şüphe duymak bilginin, araştırmanın önü açar, aktif katılımı sağlar. Bu nedenle ciddiyetsiz görünen sahte-belgeseller ciddi bir amaca hizmet etmekte."
Ve biz biz olalım bize gösterilen/yazılan/duyurulan her şeye inanmamalıyız... Ve bir şeye inanmamak da bir başka şeye / gerçekliğe / hakikate inanmaktır... (KT/HK)
Filmin Künyesi:
Yapım-Yönetim-Senaryo-Kurgu-Kamera: Elif Demoğlu
Yönetmen yardımcısı: Maura Argiolas
Ses: Maura Argiolas, Lisa Keiffer
Özgün Müzik: Hüseyin Özel
Jenerik: Pertev Emre Taştaban
* 'Son Amazon' adlı sahte-belgesel filmi 23. Ankara Uluslararası Film Festivali kapsamında bugün saat 14:45'te Batı Sineması Salon 2'de izleyebilirsiniz.
Not: Yazıya cümlelerini/sözcüklerini ve fotoğrafları katarak emeğini esirgemeyen filmin yönetmeni sevgili Elif Demoğlu'na sonsuz teşekkürler...