Tunus’ta sokak gösterilerinin zirvede olduğu bir dönemde, youtube’ta en çok paylaşılan videolardan birini hatırlıyorum: Binlerce insanın katıldığı bir gösteri, kitlenin coşkusu görülmeye değer; bu esnada yerden biraz yüksekce bir platforma çıkmış, kırmızı kabanıyla diğerlerinden ayrılan genç bir kadın, bir şarkı tutturuyor. Derken kalabalık da eşlik etmeye başlıyor. Şarkı ve ortam öylesine dokunaklı ki, izleyene kendini o kalabalığın bir parçası gibi hissettiriyor. Sonradan o genç kadının ülkesinde yasaklı bir şarkıcı olduğunu öğrenecektik. Adı Emel Mathlouthi, şarkısı ise “Kelmti Horra” (Sözüm Özgürdür).
Daha öğrenciyken müzik yapmaya başlamış, şarkılarının politik içeriği yüzünden yasaklamalara maruz kalmış, sonradan pes edip Paris’e göç etmiş bir müzisyen. Sonradan ünü dünyayı saran Emel Mathlouthi (Meslusi okunur), bu akşam (16 Mayıs) İstanbul’da bir konser veriyor. Daha önce de bir kaç kez Türkiye’de konser vermişliği var; hatta Kazım Koyuncu’nun ‘Ben Seni Sevdugumi’sine, Aynur’un ‘Ehmedo’suna cover yapmışlığı da... Che Guevara üzerine yaptığı şarkıyı da bu akşamki konserinde söyler mi bilinmez ama Mathlouthi, sadece Arap devrimini değil daha adil bir dünya hayalini hepimiz adına müziğe tercüme eden yeni bir kuşağın temsilcisi. Bu vesileyle bu müzisyenlere ve devraldıkları mirasa biraz yakından bakalım.
Tunus ve Mısır’daki devrimler hedef aldığı rejimleri henüz kökten yıkamadı belki, hatta devrimin safında gözüküp perde gerisinde o rejimlerle el sıkışanlar tarafından alenen gaspedildi; ama asıl devrim insanların zihninde ve toplumsal ilişkilerde yaşandı. Korku rejimlerini koruyan duvarlar yıkıldı, kitleler geleceği kendi elleriyle belirleme konusunda kolay kaybetmeyecekleri bir özgüven kazandı. Devrim rüzgarı özellikle sokakları değiştirdi, en basitinden Kahire bir graffiti galerisine dönüştü. Sosyal yaşamda ve zihinlerde yaşanan köklü değişim, resimden sinemaya sanatsal alanlara da sirayet etti ve direniş ruhunun etkisini en çok gösterdiği alanlardan biri müzik oldu. Devrim şarkıları dilden dile dolaşmaya, muhalif müzisyenlerin sesleri daha gür çıkmaya, anaakım medyada da yer bulmaya başladı.
Mısır’da şimdiden ‘25 Ocak devrim şarkıları’ adıyla anılabilecek geniş bir repertuar oluşmuş durumda. Bunların bir kısmı, ajitasyon amaçlı yavan şarkılar olmakla birlikte, bir grup genç kuşak müzisyenin temsil ettiği olağanüstü zengin bir damar devrimle birlikte su yüzüne çıktı. Daha önce kapalı kapıların ardında üretilen politik şarkılar sokaktaki direnişle birleşerek internet üzerinden yayılmaya, artan ifade olanakları sayesinde daha geniş kitlelere ulaşmaya başladı.
Yüzlerce şarkı yaptığı halde ömrü boyunca tek bir albüm yayınlayamamış olan, yasaklı olduğu için radyoda bir kez bile çalınmayan, buna rağmen ev partilerinde söylediği şarkıların kasete kaydedilip çoğaltılmasıyla Arap aleminde bir fenomene dönüşen Şeyh Imam gibi devrimci müzisyenler (ayrı bir yazıda ona daha uzunca değineceğiz), 2011 devrimiyle birlikte adeta yeniden keşfedildi, sanal medya sayesinde şarkıları hızla yayılmaya başladı. Bu arada genç müzisyenler, eski kuşağın direniş müziğini alıp 2011 ruhuyla bambaşka yerlere taşımaya, klasik Arap tınıları ile rap’i, hip-hop’u, elektronik müziği buluşturan türler ortaya çıkmaya başladı.
Mısır’da bugünkü devrimci müzik dalgası, 1919 devriminin ruhunu şarkılarına yansıtan, kısacık ömründe sonraki tüm kuşakları etkileyecek bir birikime imza atan Seyyid Derviş; 1960-70'lerden başlayarak günümüze kadar popülaritesini yitirmeden (sözlerini Ahmed Fouad Negm’in yazdığı) devrim ve yurtseverlik şarkılarıyla Arap dünyasında bugün adları devrimle birlikte anılan genç müzisyenlerin hemen hepsine esin kaynağı olan Şeyh Imam; benzer bir çizginin sürdürücüsü Adly Fakhry gibi isimlerin mirasına dayanıyor. (Fakhry’nin, Pablo Neruda’nın ölümü üzerine yazdığı, Lorca’dan, Nazım Hikmet’ten, İstanbul’dan bahseden bir şarkısı bile var!)
Aynı şekilde bu dalga, Port-Said ve Suveyş gibi gelişkin mücadele ruhuyla maruf işçi ağırlıklı kentlerde boy veren (çoğu simsimiyya adlı enstrümanla söylenen) direniş şarkılarından, İskenderiye’de bugünkü alternatif müziğin serpilmesine yol açan köklü bir gelenekten besleniyor. (Türkiye’de de gösterime giren “Mikrofon” adlı film, İskenderiye’de underground müzik yapan bir grup müzisyeni anlatıyordu.)
Günümüzde popüler olmaya başlayan Mısırlı yeni kuşak müzisyenlerden Maryam Saleh, Mohamad Mohsen, Youssra el Hawary, Dina El Wedidi ve benzerleri kendi özgün şarkılarının yanı sıra, yukarıda anılan ustaların parçalarını da uyarlıyor ve bunlar geniş bir dinleyici kitlesine ulaşıyor. Devrim şarkıları icra eden bir halk korosu niteliğindeki Choral Project gibi olağanüstü bir oluşum da bu dönemde ortaya çıkıyor.
Mısır’da bunlar olurken Tunus’ta Emel Mathlouthi gibi seslerin, El General gibi rap’çilerin ünü devrimle birlikte ülke sınırları dışına taşıyor. Filistin’de ise intifada ruhunu müziğe yediren rap/hip-hop şarkıcılar hızla çoğalıyor: Shadia Al Mansour, Safa Hathoot (Arabeyat), DAM, We7, Checkpoint 303 gibi kişi ve grupların isyankar ve öfkeli sesleri tel örgüleri aşıp dünyaya yayılıyor.
Müzik, hiç bir zaman sadece müzik olmadı; bugünün Arap müzisyenleri için bu daha da net. Ve her devrim, doğum sancılarıyla birlikte kendi şarkılarını da getiriyor; bunu da onlar sayesinde hatırlamış olduk. (HS/HK)