"...bir tane amerikalı kız varmış ve erkek arkadaşını ziyaret etmek için güney afrika'ya gelmiş. Yanında, bu kopyayı da getirmiş. sonra kız, sevgilisi ve arkadaşları çok beğenmiş, gidip satın almak istemişler, ancak alamamışlar. bu yüzden kopyalamaya başlamışlar, ve kopyalar da yayılmış. burada olmuş olsa bile, yani burada başlasa bile, çok çabuk yayıldı. ben lisedeydim ve şu şarkıyı duymuştuk, 'kaç kere seks yaptın merak ediyorum?' o zamanlar güney afrika çok muhafazakardı. apartheid rejimi vardı ve televizyon bile yoktu. düşünün artık bu kadar tutucuydu çünkü televizyon onlara göre komünist işiydi. anlatsam inanamazsınız. her şey yasaktı. önüne gelen sansür yiyordu. her şey... ve bir de bu adam vardı. 'kim bu?' dedim, 'rodriguez' dediler. ve bir tür isyan ikonu haline geldi. ancak garip olan şuydu ki, hepimiz albümlerini almıştık. tanıdığım herkeste albümleri vardı. 'i wonder', herkesin söylediği büyük şarkı buydu ve hepimiz birer albüm almıştık. ve kapağında resmi vardı, güneş gözlükleriyle bir hippiyi andırıyordu. ancak kimse onun hakkında bir bilgiye sahip değildi. adam tam bir gizemdi. hakkında bir şeyler okuyabileceğin diğer amerikalı sanatçıların aksine, bu adam olunca, elde vardı sıfır. kimse bir şey bilmiyordu. tam bir gizemdi. elimizde olan tek şey, albüm kapağındaki resmiydi. albüm fevkalade popüler olmuştu. biz güney afrikalıların çoğuna göre, o hayatımızın film müziğiydi. 70'lerin ortasında, bir pikabı ve pop albümleri olan beyaz, liberal ve orta sınıf bir ailenin evine girerseniz ve plakları çevirirken, mutlak suretle beatles’ın abbey road albümünü görürdünüz. simon ve garfunkel'in 'bridge over troubled water' albümünü de görürdünüz. ve rodriguez'in cold fact albümünü de görürdünüz. bize göre, tüm zamanların en ünlü albümlerinden biriydi. içerdiği mesaj şuydu, 'mevcut düzene karşı ol.' bir şarkının adı anti-establishment blues'du. mevcut düzene karşı olmanın ne demek olduğunu bile bilmiyorduk, ta ki rodriguez'in şarkılarından bir tanesini pikaba koyup dinleyene kadar. toplumuna karşı çıkman normaldi, ya da toplumuna kızgın olman. çünkü biz, her amacın ırkçılığı önleme çabası için verildiği bir toplumda yaşıyorduk. her vatandaş bunun bir sona ermesini istiyordu. bu albüm bir şekilde, bu yarayı içinde barındırıyordu. şarkının sözleri biz mazlumları özgür bırakıyordu. her devrim bir şarkıya ihtiyaç duyar. ve güney afrika'da cold fact insanlara farklı düşünmeye başlamaları ve akıllarını özgür bırakma iznini veren albümdü."
bunları güney afrikalı bir plak satıcısı anlatıyor. söz ettiği sanatçıyı anlatan belgesel filmden bir bölümde dile getiriliyor bunlar. çarpıldım! evime gider gitmez söz ettiği şarkıyı bir kez daha dinledim youtube’da. sözlerini buldum okudum ve çevirdim.
“merak ediyorum sana kaç kez sahip oldum / ve yaptığım kaç plan kötü sonuçlandı merak ediyorum / merak ediyorum kaç kere seks yaptın / ve sonrasında kimlerle olacaksın merak ediyorum "
böyle başlıyordu “merak ediyorum / i wonder” şarkısı.
farklı düşünmeyi ve aklı özgür bırakmayı sağladığı ileri sürülen; tam da şimdi bizim en çok gereksindiğimiz gibi.
bir belgesel film sayesinde haberim oldu tüm bunlardan ve “rodriguez”den. “bir şarkının peşinde / şeker adamı ararken” filminin.
2012'de yapılmış bu film. bu yıl nisan ayında istanbul film festivali’nde tam üç kez gösterilmiş. kaç kişi izlemiş bilmiyorum. filmin yapıldığı yıl sundance film festivali'nde jüri özel ödülü; izleyici ödülü, durban, los angeles ve tribeca'da izleyici ödülü, moskova ve atina’da en iyi belgesel ödülü almış. bir haftadır beyoğlu’nda yeşilçam sineması’nda oynuyor. beşinci gününde izledim ben. o güne kadar toplam olarak 50 kişinin izlediğini ve 27 Haziran'a kadar oynanacağını öğrendim.
“tuhaf” bir adam: sixto diaz rodriguez
yaklaşık 40 yıllık uzun bir hikâyeyi anlatıyor film; bir insanın “sixto diaz rodriguez”in hikâyesini. ilginç ama bir o kadar da öğretici bir yaşam öyküsü.
özetlemeyeceğim onun yaşam öyküsünü burada; yalnızca şu kadarını söyleyeceğim:
bir müzisyen ve bir emekçi o. bir devrime “müzik yapmış birisi.”
hem de bunu yaptığını bilmeden. üstelik sözcüğün tüm anlamlarıyla yaşıyor bugün de...
kentinde, ama aslında tüm dünyada ve tüm direniş yerlerinde; belki de gezi parkı’nda, abbasağa parkı’nda, kuğulu park’ta, gündoğran meydanı’nda… bilmeden… ama hep yaşayacak, hepsinde yaşayacak… eğer insanlar onu bilir ve anlarlarsa, tıpkı güney afrika’da olduğu gibi…
izlerken bir insanın yaşamının anlatıldığını sanıyorsunuz ama çıkınca aslında anlatılanın “kapitalizm” olduğunu, insanın yaptığı seçimleri ve sonuçları olduğunu anlıyorsunuz.
yaktığınız ya da tuttuğunuz bir ışığın kimleri nasıl etkileyebileceğini, nerelere götürebileceğini anlıyorsunuz. müziğin, ezginin, sesin ve sessizliğin gücünü anlıyorsunuz.
birden bir koşutluk kuruyorsunuz kendiliğinden yirmi küsur gündür gezi parkı’nda- başlayıp dünyaya dalga dalga yayılan, ve slavoj zizek’e şu sözleri söyleten:
“bu protestolar, serbest piyasanın toplumsal özgürlük anlamına gelmediğinin, ancak otoriter politikalarla bir arada bulunabileceğinin canlı kanıtıdır. bu protestoların neden dünya çapında kurulu düzeni sarsan aynı küresel ajitasyonun bir parçası olduğunun da göstergesidir bu. özgürlük ve kurtuluşa önem veren bütün insanlar, türkiye halkına ‘hoşgeldiniz!’ demelidir. şimdi aynı küresel mücadelenin parçalarıyız. ispanya, isveç, yunanistan, türkiye… ancak yan yana mücadele edersek bir şansımız olacak!”
başka bir felsefeci fransız marksist düşünür alain badiou’nun da hakkında şunları söylediği o direniş geliyor aklıma film boyunca:
“bu benim ‘tarihin yeniden doğuşu’ adını verdiğim önemli bir andır. dünyada pek çok ülkede bir kısım entelektüel ve orta sınıf tarafından eşlik edilen ortaokul, lise, üniversite gençliği mao’nun meşhur sözüne yeniden hayat veriyor: ‘isyan etmek haktır.’ alanları, sokakları ve sembolik yerleri işgal ediyorlar; yürüyorlar, özgürlük, ‘gerçek demokrasi’ ve yeni bir hayat arzuluyorlar.”
bilmem farkında mısınız ama bu sözler, şu anda bu coğrafyada bir tarihin yazıldığını işaret ediyor. üstelik de tüm dünyaya dalga dalga yayılıyor; ve o tarih tüm “direnenleri” tek bir dünyanın insanı yapıyor; üstelik ne yaşayanlar ne de tarihi yazanlar bile farkında değilken.
devrimin şarkısı burada da var…
evet bunları okuyunca, sugarman’ın hikayesini izledikten sonra abbasağa parkındaki forumda söz isteyen ve istediği sözü alan genç bir sanatçının içinden geçenleri hem bir “opera şarkısı” ve hemen ardından “yiğidim aslanım burada yatıyor” türküsü ile söyleyince anlıyorum, her devrimin gerçekten de bir şarkısı olduğunu.
şarkı bitince bağırıyorum “ethem sarısülükler ölmez” diye. ses benim ama bu sesin çıktığı beden benim değil, dinleyen herkes gibi oradaki kolektifin.
dönüyorum yanımdaki arkadaşım duygu’ya “işte devrim bu” diyorum.
sonra düşünüyorum… bunu kim yaptı diye: “siz yaptınız! hepimiz yaptık…”
sonra soruyorum…
ama önce kendime sonra size:
“siz hiçbir forumda söz alıp şarkı söylediniz mi” diye…
ya da “söz alan birinin içinden geçenleri bir şarkıyla dile getirdiğini” gördünüz mü…
varsa başka örneği susacağım… “bilmiyordum” diyeceğim ve tüm sözlerimi geri alacağım!..
ama biliyorum, örneği yok, olmadı!..
işte onun için bunun adı “devrim!..”
rodriguez’in devrimi.. steve bico’nun devrimi… nelson mandela’nın devrimi…
türkiye’nin ve dünyanın devrimi…
ama bu devrim sixto diaz rodriguez’in taa yetmişlerin sonunda başlayan, ikinci albümünden sonra döndüğü işliklerdeki, mücadelesinin ve yaptıklarının sonucu oluştu, ve bugün ortaya çıktı…
hem de mütevazılığı nedeniyle kendi yaptığına bile inanmayan…
heyyy “devrimin şarkısını” duyuyor musunuz…
bu ülkede yüzlerce, binlerce, onbinlerce, yüzbinlerce, milyonlarca “sixto”lar var… “rodriguez”ler var… ethemler, ahmetler, mehmetler var… onların şarkısını duyuyor musunuz!
bir gün onların her birinin bir filmi yapılacak, bunu çok iyi biliyorum.
çünkü bu bir seçim!
çünkü “peki bunu yaptın mı?’ sor kendine!..” diyenler şimdi o kadar çok ki bu ülkede…
işte o “devrim” bu seçimin sonucu; dört yıldan dört yıla sandıklarda yapılanın değil!
“peki bunu yaptın mı? sor kendine…” (ms/as)