*Görsel betimleme: Fotoğrafta Madımak Anması'ndan bir kare var. İki kişi, Madımak Katliamı'nda hayatını kaybedenlerin fotoğrafarına bakıyor. Arkada insanlar ve afotoğrafların üzerinde karanfiller gözüküyor.
Bazen dönüp yazdığım yazılara baktığımda derin bir iç çekerim. Yazdığım çoğu yazıda hüznümü de okurum.
Biriktirdiğim hüzünler hayatta sarıldığım, tutunduğum dalım da olmuştur. Bırakırsam eksik kalacakmışım, benden bir şeyler kopacakmış gibi. Bunu karamsar bir tablo çizmek için demiyorum elbette.
Ancak iç açıcı dönemler de yaşamadık, yaşamıyoruz. Bu yüzdendir hüznümün hâlâ yürüyüşü benimle. Nasıl yürümesin ki.
Hilmi Yavuz’un Bedreddin Üzerine Şiirleri’nde Nâzım için yazdığı bir dize vardır. “hüzün ki en çok yakışandır bize / belki de en çok anladığımız” der. Hilmi Yavuz’un yazdığı o dizeden besleniyoruz sanki.
Durmaksızın ölüme uzanıyor sevdiklerimiz. Onlar ölümü istedikleri için değil, ölümün onları istemesinden de değil, tanrının sevdiği kulları erken almasından da değil. Planlayarak, tasarlayarak, isteyerek, bilerek, durumdan vazife çıkararak ortalığa düşen katiller tarafından yapılıyor tüm bunlar.
Hep derler ya: “Tanrı sevdiği kullarını yanında ister” diye. Burada yine aklıma Kathar Şövalyeleri geliyor. 1200’lü yıllarda İspanya ve Fransa’yı ayıran Pirene Dağlarında yani Bask ve Katalan bölgesinde Manheizme benzer bir öğreti örgütlenir. Katharlar adı verilen bu insanların varlığından Katolik kilisesi rahatsız olur ve Oksitinya bölgesi üzerine Haçlı ordularını gönderir. Orayı kuşatan senyörler kaledeki masum insanları Katharlardan nasıl ayıracaklarını sorar başpiskoposa. “Hepsini öldürün, tanrı kendi kullarını ayırır” der ve katliam başlar.
Sivas hafızamızdır
Onlara Azrail rolüne girmiş ‘alçaklar’ sözü bile hafif kalır. Onlar paranın emrine giren yaratıklardır. Onlar vatanı çek senetten ibaret sayan, yoksulun parasına göz diken tefecilerin emrinde olanlardır. Onlar taşerondan devşirilmiş dip taşeronlardır.
Katillere “abicim” zırhı örterek kurulan dünya, en fazla hamama girene kadar dayanır. Oraya girildiğinde geriye sadece kir yığını kalacaktır.
Bizim en güzel haziranımızdı.
Ölülerimiz toplanacaktır
Kenar köşe kasaba hanlarından
Deniz en güzel aşkken ayışığına
Küçük ve karanlık odalarda öldürülenler
Direnerek ve akarak ölenler
Yüceltilecektir
Anılacaktır ölümleri
Tam da Turgut Uyar’ın bu şiirinden yola çıkarak konuşmaya başlamalı. Sivas'taki yaraya dokunulmalı. Ne var ki Sivas yangınını konuşmak bile insanın canını yakıyor. Ama konuşmazsak ve Sivas’ı unutursak, biz hafızamızı unutmuş oluruz. Bu yüzden Sivas’ı konuşmuyoruz, Sivas’ı unutmadığımızı söylüyoruz. Sivas hafızamızdır.
Faşizmin vatan sevgisi katliamlarla örülüdür
Hafızamızı unutursak tarihimizi unuturuz. Bu topraklar çok acılar gördü. Çok katliamlar gördü. Çok çok eskilere gitmeye gerek yok. İşte Maraş, Çorum, Sivas, Suruç, Gar katliamları. İşte katiller ve biz. Bu ülkenin tarihine bakın.
Alevilerin katliam yaptığını göremezsiniz. Alevilerin bırakın yangını, insan öldürmeyle ilgili bir kaynağı yoktur. Bulamazsınız. Maraş’ı anımsayalım.
Hamile kadınları karnındaki bebekleriyle katlettiler. Dersim’de de yaptılar. Telle insan boğdu bu katiller. 7 TİP’li genci katlettiler. Balgat katliamı yine. Canı sıkılınca kahve taramaya çıkan alçakları herkes hatırlamalı. Faşizmin tarihinden bir çırpıda gözümüzün önüne gelenlerdir bunlar. Faşizmin vatan sevgisi katliamlarla örülüdür.
Kilisenin anlamsız uygulamalarını altüst eden Katharlar aklımda yine. Onlar ne papaya ne krala boyun eğmişlerdir. İngiliz yazar Sean Martin’in “Albigenlerde kadın ve erkekler eşitti ve her iki cins beraber ibadet ediyor ve kadınlar ermiş olabiliyorlar... Ortak mülkiyeti bir erdem olarak gören bu insanlar doğunun bilgece geleneklerini Batı'ya taşımışlardı. Katharların Fransa ve diğer Avrupa ülkelerine doğudan geldikleri biliniyordu.” dediği Katharlar: Ortaçağ’da Avrupa’da Alevi Hareketi kitabının adı bile bu ortaklaşma için yeterlidir.
Sivas’a getiriyorum sözü yeniden. Sivas şiirin öksüz kaldığı yerdir. Pir Sultan katledildiğinden beri şiir öksüzdür Sivas’ta. Şaire kıyan kent olarak tarihe geçmiştir. Hafızalarımızın en derinine işleyen bir foto, Sivas’ın tarihi olmuştur. Merdivende Üç Şair görürüz Madımak Oteli’nde. Metin Altıok, Behçet Aysan, Uğur Kaynar... Ülkenin en üretici edebiyat eleştirmenlerinden biri daha vardır orada. Asım Bezirci... Asım Bezirci de gençken şiirler yazmıştır ve şiire katkısı çok büyüktür. Nâzım’ın şiirlerini toparlamıştır. Farklı şairi günümüz Türkçesine çevirmiştir. Ahmet Haşim mesela.
Tarih şiirle başlar. Bu söz bir anlamda doğrudur. Mağara duvarlarına çizilen resimleri, figürleri bir kenara alırsak, tarihin aktarımının çoğu şiirle olmuştur. Bugün toplumların, ülkelerin tarihini, taş kitabelerde, tabletlerde hep şiirlerden öğreniyoruz. Çünkü tarihin ilk tutanakları şairlerin dizeleriyle bugünlere gelmiştir.
Başlangıçta söz vardı diye başlar kutsal kitap. Başlangıçta şiir vardı diye düzeltiyorum kendimce. Kutsal kitapların yazım diline bakalım. Şiirseldir, şiirdir. Ezidilerin kutsal kişisi Şeyh Adi’nin ilahisi şiirdir. Aleviliğin bu topraklarda bu denli kök salmasının nedeni deyişleridir, şiirleridir. İşte o nedenle uygarlıklar tarihten silinmez. Şiiri olan uygarlıklar tarihte yerlerini almıştır.
Şairler geleceği gören insanlardır. Bugünde yaşarlar ancak yarının tasasını, kederini de yüklenmiş yürüyorlardır. Kendi içsel dünyalarında kaynayan kazan, fırtınalar o ana ait değildir. Sezgileri güçlü insanlardır şairler.
İşte Sivas’ta o canilerin, alçakların bir otele sıkıştırdıkları şairlerin dizelerine baktığımızda belki de yazdıkları o yangına dairdir. Geleceği okuma ve görme sezileridir onlara bunu yazdıran. Behçet Aysan şiiriyle bitirmeli o zaman.
bir yaz günü oldu bunlar
gri yağmurlar yağıyordu
çekildi bütün kılıçlar
ben bir yanda rakip hayat
denizse köpürüyordu
ve şarkılar söylüyordu
alabildiğince bir siren
ölmemi istemiyordu
ne parçalanmış bir ayna
ne mum ışığı kalacak
birazdan gün ağaracak
her gece yeni bir düello
her sabah yeni bir ölüm
hepsi bu şiire sığacak
(BC/EMK)