hemen her konuda kamuoyunun bilgilendirilmesinde temel görevi medya üstleniyor.
medyanın bu görevi "doğru" ve "eksiksiz" yapması için başvurduğu kaynaklarının "doğru"ları ve "gerçekleri" bildirmesi gerekir.
topluma dair veri ve bilgiler bakımından "doğru"ları söyleyecek iki önemli "resmi" kaynak, "yönetim organları" ve "akademik kurumlar"dır. başka kaynaklar olsa da bunlara daha çok güvenilir.
yönetim organları, özellikle "topluma hizmet"le ilgili konularda en sağlam verilere sahiptirler. en azından böyle oldukları kabul edilir ve doğru bilgiler onlardan beklenir.
buna karşın resmi kurumlardan "bilgi" almak hemen her zaman çok zordur. elektronik ortamın sağladığı olanaklara karşın, pek az kurum elde ettikleri "resmi" bilgileri herkese açık tutmaktadır.
çünkü bu tür veriler ve bunlardan çıkarılacak bilgiler, aynı zamanda o kurumların "yapmak, yerine getirmek" zorunda oldukları görevlerini ne oranda yapıp yapmadıklarını yani "başarı"larını ya da "başarısızlıklarını" göstermektedir.
resmi kurumlar günümüzde, hükümetler tarafından belirlenen resmi politikaların da uygulayıcıları oldukları için, zaman zaman hükümetin "yetersizlikleri" ortaya çıkmaması ve olumsuz propaganda malzemesi olarak kullanılmaması için kamuoyuyla paylaşılmamaktadır.
doğru veriler, politikaların doğruluğu
politikalar gerçekçi, doğru ve uygun değilse, sonuçların da olumsuz olması kaçınılmazdır. bu yüzden resmi kurumlardaki her düzeydeki yetkili ve sorumlular, bu bilgileri bir üst düzeyin vermesini ister ve buna göre davranır. bazen o "üst düzey" bakan hatta başbakan olur.
bu bilgilere erişilemediği koşulda, mecliste milletvekilleri kendi ilgi alanlarıyla ilgili "bilgi talebi" amacıyla "soru"lar sormaktadırlar. bu "soru önergeleri"nin sayısı bu dönemde bir hayli fazladır.
üstelik bilgi edinmenin bir hak olduğundan yola çıkılarak bir de "özel yasa" yapılmıştır ama bu yasanın gereğinin de tam anlamıyla yerine getirilip getirilmediği bir tartışma konusudur.
bu bir açıdan demokrasimizin ölçüsünü gösterdiği gibi, devletin nezdinde vatandaşın nasıl görüldüğünün ve ona hizmetin ne şekilde gerçekleştirildiğinin düzeyini de göstermektedir.
birkaç gün arayla iki meslek örgütünden, toplum sağlığıyla ilgili iki önemli konu çerçevesinde iki basın açıklaması ve bir değerlendirme ulaştı bana. her iki açıklamada konuları farklı olmasına karşın, kamuoyunun konuyla ilgili bilgilendirilmesi ve aydınlatılması konusundaki benzer ifadeler dikkât çekiciydi. değerlendirmede belirtilen sorular ise "gizlenen gerçekleri" ortaya koyuyordu.
ankara tabip odası ve okul sütü projesi
bunlardan ilki ankara tabip odası (ato) 'nın 17 mayıs 2012 tarihli "okul sütü projesi ve kamusal sorumluluk gereği bugünün beklentileri" başlıklı basın açıklamasıydı.
açıklamada yer alan "yedi" maddeden "altı"sında konuyla ilgili toplumun bilgilendirilmesi konusu ele alınıyordu:
* "üretimden tüketime sağlıklı-güvenli süte ulaşımın kesintiye uğrayıp uğramadığına ilişkin incelemeler kamu otoriteleri tarafından hızla yapılarak bütün ayrıntılar olanca saydamlıkla kamuoyu ile paylaşılmalıdır."
* "sütün sağlıklı olup olmadığına ilişkin olarak testlerin (...) sonucunda olumsuzluklar çıkarsa (örneğin bozulmuş süt, vb.) bu konunun da bütün açıklığı ile paylaşılmalıdır."
* "projenin sağlıklı ve güvenli sürdürülebilirliği konusunda yöntem (maliyet, ihale, dağıtım, vb.) kamuoyu ile açıklık ve saydamlıkla paylaşılmalıdır."
* "basına yapılan açıklamalar kişisel değil, kurumsal olmalıdır. bilgilendirmeler, kamusal otoriteleri temsil eden yetkililer, süt ve sağlık/hastalık konularında yetkili olduğu kabul edilen kurumsal sorumlularca yapılmalıdır."
* "bilgilendirmeler meslek örgütleri (sağlık meslek örgütleri, uzmanlık dernekleri) tarafından yapılmalıdır."
* "kamuoyu da, kişisel açıklamalardan çok kurumsal temsilcilerin açıklamalarını dikkate almalıdır."
* "ciddi sorunun yinelenmemesi için sistemli bir işbirliğinin kurulması ve bu aşamaların da kamuoyu ile paylaşılması beklenmektedir."
sütün tarımsal boyutu da öyle
özellikle tarım ve hayvancılık konusundaki dikkâtli gözlem ve saptamaları ve aktardıkları bilgilerle her zaman yararlandığım bir uzman olan kanat çapar'ın "süt tüketimindeki gerçekçi rakamlar nerede?"(1) başlıklı yazısının şu bölümü de idarenin bilgilendirme eksikliğini ortaya koyan bir başka örnekti:
* "sütteki üretim ve tüketim rakamları doğru mu? doğru ise 3 milyon sayısı geçen kayıp süt inekleri nerede? türkiye'nin süt ineği sayısı 4 milyon 200 bin mi, 7.941.000. mi? çiğ süt üretimi 13,5 milyon ton mu? 8.575.000. ton mu? kişi başı süt ve süt ürünleri tüketimi 182 litre mi yoksa 115 litre mi?"
bunlara"okul sütü" konusuyla doğrudan bağlantılı olabilecek, hem kişisel/bireysel düzlemde "beslenme tutum ve davranışları", hem de doğrudan tüketilen besinlerle ilgili olarak "beslenme"nin diğer unsurlarına ilişkin verilerin eksikliği ya da yokluğu da eklenebilir.
bireyin ve toplumun sağlıklılığı yalnızca "sağlık hizmetleri"yle sağlanamaz ve "sağlık hizmetlerine ilişkin veriler, doğru da olsa "toplumun bir bütün olarak sağlıklılığını" göstermez.
beslenme, barınma, ekonomik düzey, sosyal haklar, güvenlik vb. "sağlığın sosyal belirleyicileri" de sağlığın durumunu ortaya koymak açısından çok önemlidir. ancak bu bakımdan da toplumun farklı kesimlerinin durumlarının ne olduğuna ilişkin kesin veriler de "gerçekleri" göstermek açısından yetersizdir.
veteriner hekimleri birliği ve kkka
ikinci açıklama "kırım-kongo kanamalı ateşi hastalığı" konusunda veteriner hekimleri birliği'nin 19 mayıs 2012'de yolladığı ve sitesinde paylaştığı "basın bildirisi"(2)ydi.
bunda da hastalığa ve alınması gereken önlemlere ilişkin bilgiler verilmeden önce yukarıda söz ettiğime benzer şekilde aynı önemli nokta şöyle vurgulanıyordu:
* "ancak 2002'den beri devam eden bu gündemi kim ne kadar algılıyor ve bu tehlikeye karşı hangi tedbirleri alarak önlem alıyor tam olarak bilinmemektedir."
* "gerçi 2002-2010 arasındaki yıllara ait (hastalıkla ilgili; hastalığın çıktığı iller, bölgeler, hasta sayıları, ölüm sayıları ile buna karşılık yapılanlar bilhassa sağlık bakanlığı internet sayfasında kamuyla paylaşılmıştı. buna karşılık son 2 yılda, belki de kamuda panik yaratmamak, tedirgin etmemek amacıyla 2010 ve 2011 yıllarında bu konuyla ilgili bilgi ve veri paylaşımı geçmiş yıllara göre kesin rakam verilmeden yapılmış, hastalığa yakalanan ve ölenlerin azaldığı şeklinde sözlü açıklamalarla yetinilmiştir."
* "bu verilere göre 2002-2010 arasında her yıl bir önceki yıla göre hastalığın daha yayıldığı, daha fazla hastalanan ve ölenlerin olduğu açıklanmıştı. son iki yılda da hasta ve ölenlerin sayısının azaldığı bildirilmişti."
bilgilenmek "hak"tır
ato açıklamasının sonuç bölümünde "halkın bilgilenme hakkı olduğu akıldan çıkarılmamalıdır" diyerek aslında herkesin bildiği bir "doğru"yu dile getirmektedir. bu gerçeğin vurgulanması, "resmi sorumlu ve yetkililerin" bu bu "doğru"nun gereğini yeterince yerine getirmediğini göstermektedir.
anlaşılan o ki, her iki basın açıklamasında da vurgulanan şu doğrular ve gerekçeleri bir kez daha tüm "resmi yetkililere" anımsatmak gerekmektedir:
* "doğru ve gerçeklere" dayanan bilgiler sorunların net olarak görülmesini, tanımlanmasını ve çözümlenmesi hatta önlenmesi için gerekli olanakların sağlanması açısından gereklidir.
* resmi bilgi ve veri paylaşımı sorunların çözümüne ve bu süreçte dışarıdan ve özellikle de vatandaştan gelecek katkı ve katılımı sağlar.
* eksik, yetersiz ve yanlış bilgi ve açıklamalar ve bilgiler, sorunun sürmesine hatta büyümesine, daha çok sayıda kişinin sorunun etkilenmesine neden olur.
* resmi açıklamaların olmadığı yerlerde özellikle yeterli bilgiye sahip olmayanların "kişisel (belki de yanlı ve yanlış) açıklamaları ve yorumlar bilgi kirliliği yaratır, bu da sorunu karmaşıklaştırır ve çözümü ortadan kaldırabilir.
* yeterli ve doğru bilgi topluma ulaşmadığında "kafa karışıklığı" ortaya çıkar, giderek bunun giderilmesi olanaksız hale gelir, "panik" oluşur ve yanlış tutum ve davranışların çoğalmasına yol açar.
* bilginin eksikliği ve bilinemezlik "güven bunalımı" yaratır, bu ise aslında olmaması, ya da yapılmaması gereken davranışlara, dolayısıyla bir şekilde zarara yok açar,
* bilgi eksikliğinin olduğu durum ve konularda çok kısa sürede "yanlış yönlendirmeler" ortaya çıkar ve bundan dolayı "kandırmalar, kandırılmalar" meydana gelir, bu ise bazı kesimlerin haksız çıkar elde etmesine yol açar.
* resmi sorumlu ve yetkililere yönelik güvensizlik, onların sunmakla yükümlü olduğu ya da sunduğu diğer hizmetleri de olumsuz etkiler, kamu görevlileriyle hizmetten yararlananlar ve halk arasında gereksiz sürtüşme ve çatışmalar ortaya çıkar.
sonuç
sonuç olarak her konuda toplumu ve onu oluşturan bireylerin resmi kurumlardan ve onun görevlilerinden beklentisi hemen her zaman "en üst düzeyde açıklık ve saydamlık"tır.
toplumun gereksindiği bilgi ve verilerin açıklık ve şeffaflık içinde kamuoyuna sunulması, kuşkusuz bu bilgi ve verilerin söz konusu olduğu kişilerin "kişisel mahremiyetleri" başta olmak üzere tüm bireysel hakları gözetilerek gerçekleştirilmelidir. bu bilgilerin kamuoyuna açıklanması hiçbir biçimde konuyla ilgili kişilerin herhangi bir şekilde zarar görmelerine ve mağdur olmalarına yol açmamalı, gereksindikleri herhangi bir hizmetten yararlanmalarını engellememeli, ayrımcı tutum ve davranışlara maruz kalmamaları sağlanmalı, gerekli yardım ve desteklere öncelikli ve tam olarak erişmelidirler.
kamuoyuna sunulan bilgi ve verilerin herhangi bir kişi ve kesimin uyguladıkları ya da bireysel çıkar elde ettikleri herhangi bir "ticari faaliyet" açısından kendilerine haksız ve eşitsiz bir kazanç ya da olanak sağlamasının da önüne geçilmelidir.
tüm bunlar bir arada yaşama ve toplum olmanın gerekleridir ve hizmet vermekle görevlendirilenler bu ilkeleri gözeterek görevlerini tam ve eksiksiz bir şekilde yerine getirmelidirler.(ms/hk)
(1) http://www.haberiniz.com.tr/yazilar/koseyazisi54591-sut_tuketimindeki_gercekci_rakamlar_nerede.html