Ayvalık Film Festivali'nde gösterilen Onun Adı Petrunya kalıplaşmış "erkek" dünyasını sorgularken çağımız toplum mühendisliğinin bir parçası haline gelen linçi de gözümüze sokuyor.
Türkiye'de her sene gazetelerde, ufak da olsa Teofanya haberini okuruz: Ekümenik sıfatı bir türlü iade edilmek istenmeyen Patrik'in de katılımıyla Boğaz'da, Haliç'te veya Adalar'ın birinde haç denize atılmış, gittikçe azalsalar bile bazıları yerli Hıristiyan, bazısı ithal, hatta bir kısmı Müslüman olmak üzere yağız gençler kışın ortasında suya atlayıp istavrozu çıkarmıştır.
Genelde kadın bedeninin çıplak hali tirajı yükselten bir unsur olarak kullanılsa da insanın aklına hiç beklenmeyen bir anda, yani bazen havanın ve denizin buz gibi olduğu bir günde, mayolu da olsa çıplak erkek bedenlerini görmek mi tahrik edici bulunur, yoksa gittikçe azalan kaslarına rağmen cesaretleri mi haber niteliği taşır? Normalde iktidarın nefret kokan söylemleriyle gündeme gelen azınlıklardan Rumlar'ın bu adeti neden bir magazin havadisiymiş gibi ilgi çekici bulunur?
Onun Adı Petrunya Kuzey Makedonya'daki bir kasabada Teofanya bayramı kutlamalarına eğilirken erkeklerin tekelindeymiş gibi duran bu adet üzerinden çok daha geniş çaplı bir analize girişiyor. Filmin, provokasyondan geri durmayan yönetmeni Teona Strugar Mitevska Başka Sinema'nın düzenlediği 2.Ayvalık Film Festivali'ne katıldı, gösterimden sonraki soru-cevap kısmında seyircilerin merakını heyecanla giderdi.
Genç aktris Zorica Nusheva, başarıyla canlandırdığı Petrunya karakterinde rolünün hakkını veriyor, seyirciyi çatışmalı evrenine hassasiyetle taşıyor.
Film, öfke hezeyanlarına nedense mani olunamayan saldırgan erkek güruhlarını, onlarla sanki hemfikirmiş gibi duran güvenlik kuvvetlerini, kemikleşmiş adetlerin sorgulanmasına asla tahammülü olmayan din otoritelerini, her fırsatı sansasyonel bir habere dönüştürmek için çırpınan medyayı, hatta çoğunluğun sahiplendiği değerleri korumak adına kendi öz kızına sırtına dönmekten imtina etmeyen bir anneyi gözümüze sokuyor.
Petrunya üniversite okuyup bir türlü iş bulamayan, 32 yaşına gelmiş, farkındalığı yüksek ve hassas bir kadındır. Memleketinde tarih bölümünden mezun olmuş birinin vasıfsız işçi olmaktan başka şansı yok gibidir. Ebeveyniyle ikamet ediyor olması sıkıntılarını artmasına sebeptir; onunla özdeşleşmekte sıkıntı çekmeyen şefkatli babasına rağmen annesi, Petrunya'nın başının etini yemekle meşguldür. Derken bir gün, fazlasıyla örselendiği bir olaylar dizisinden sonra kendini Teofanya töreninin yapıldığı yerde bulur, tamamıyla içgüdüsel bir dürtüyle nehre atlayıp istavrozu kapar. Ortalığı çoktan velveleye vermiş olan tantanacı gençler vaziyet karşısında adeta "kudurur" ve işler çığırından çıkar. Milliyetçi duygular dinle harmanlandığında faşizmin karşısında kimse duramaz!
Tahta istavrozun uğur ve bereket getireceğine inanılmaktadır fakat geleneksel olarak bir kadının bu törende aktif rol aması hazmedilecek gibi değildir! Ön planda, kafalarına göre adaleti sağlamaya girişmiş, dini öne sürerek cadı avına hakları olduğunu düşünen öfkeli güruh, polisleri ve din otoritesinin temsilcilerini bile yok sayan cüretleriyle kasabada dehşet saçarlar. Petrunya'nın hareketinin yasak olduğuna dair bir kanun yoktur fakat halkın hassasiyetleri nedense her şeyin üstünde sayıldığından polis ve peder bile hiddetlerine yeterli bir karşılık veremez. Zaten kilise ve polisin de kafası fazlasıyla karışmıştır, linçten zar zor kurtulan Petrunya karakolda adeta suçlu muamelesi görür (tanıdık geliyor mu?)
Bu arada bir kadın gazeteci olayın sansasyonel boyutunun farkındadır; yönetmenin kardeşi Labina Mitevska'nın kıvrakça canlandırdığı karakter, magazinsel bir haber yapmak ile kadın hakları hakkında sağlam bir bakış açısını yakalamak arasında epey bocalar. Petrunya'nın annesi ise daha çok toplum ne der, sorgulanamayacak din kurallarına nasıl isyan edilebilir gibi ipe sapa gelmez argümanlarla kızına sahip çıkmak hususunda "sınıfta kalır".
Bilhassa yakın plan çekimleriyle yönetmen Mitevska karakterlerini hafızamıza kazıyor. Olaylar dizisinin gerçekçiliğine dair herhangi bir şüphemiz olmasa da filmde tutturulmuş estetik dil ve karakterlele oluşan, ironiyle yoğrulmuş bağ, filmin sonuna kadar kötü bir şey olmayacak hissini veriyor.
Fakat filmin sonunda, aslında birbirinden acayip dinamikler silsilesine son verilmesini gerektirecek birçok anın geldiğini düşünsek de, yönetmenin mevzuyu, abartılı olmasa da biraz kanırtma isteği içinde olduğu görülüyor.
Dünya prömiyeri Berlin Film Festiivalinde yapıldıktan sonra birçok festivale katılmış ve muhtelif ödüller almış olan yapım Ayvalık Film Festivalinden bir süre sonra genel gösterime de girecek.
Mitevska Yağmurdan Önce filminden seneler sonra bir Makedon filminin Türkiye'de genel gösterime girmesinden dolayı çok sevinçli olduğunu belirtti. Filmin gerçek hadiselerle alakası olup olmadığını soran bir sinema severe filmi çekmesine sebep olan bir gazete haberinden bahsetti. Fakat olaydan bir sene sonra aynı kasabada istavrozun bir kadın tarafından kapılmış olması artık kabul edilir bir dinamik haline gelmiş ve papaz tarafından "resmen" kabul edilmiş!
Genelde tartışılmayan, hatta ifade bile edilmeyen bazı klişelerin, fosilleşmiş tabuların filmde sorgulanması, hatta yerle bir edilme fikri bile "Hepimiz Petrunya'yız" dedirtiyor. Filmin orijinal adı Bog Ostaja, Ime Ji Je Petrunija (God Exists, Her Name is Petrunya), yani bir kadın olan Petrunya'nın Tanrı olduğunu iddia ediyor. Bir zamanlar Anadolu'ya damgasını vurmuş bereket tanrıçaları heykelllerinin Petrunya ile benzerliğine bakılırsa bu söylemin doğru olmaması için hiç bir sebep yok!
Ayvalık'taki film bolluğu
Bu bağlamda akla, 2.Ayvalık Film Festivalinde Kadın İşi (Her Job) filmi geliyor. Komşu Yunanistan ile bağların günbegün güçlendiği dönemimizde festivalin Ortak Gelecek bölümünde yer verdiği filmde, Taşkent doğumlu Marisha Triandafilidhou'nun canlandırdığı fedakar eş ve anne Panayota karakteri, kocası tarafından mütemadiyen aşağılanan, devamlı hizmet etmesi öngörülen, köyden kurtarıldığı için şükretmesi beklenen bir kadın. Koca, klasik Anadolu erkeği gibi devamlı homurdanan, eleştiren, yeri geldiğinde şiddete başvuran mutsuz bir adamdır.
Film son yıllarda Yunanistan yapımı filmlerin popüler uçukkaçık diline bel bağlamadan, belki fazla gerçekçi bir üslup tutturuyor. Fakat ekonomik krizle boğuşan bir toplumda birbirine kenetlenen temizlik işçisi kadınların dayanışmasını yönetmen Nikos Labôt'nun militanca yansıttığı kesin!
İktisadi krizle boğuşan toplumlar serisinden sıra Büyük Britanyalı'lara geldiğinde Ken Loach'un son filmi Üzgünüz Size Ulaşamadık (Sorry We Missed You) de festivalin kaçırılmaması gerekenlerinden. Biz ülkede, Trump'a özenen Osmanlı torunu bir liderin magazinsel boyutlarıyla meşgulken İngiltere halkı kapitalist düzenin hızla dönen çarkları arasında sıkışmış vaziyette.
Filmde gayet ağır işlerle iştigal eden ebeveyn, çocuklarına yeterince vakit ayıramamakta, karı-koca arasındaki şefkatli ilişki bile zedelenmektedir. Öfkeli adam oğluna yönelik şiddete başvurmak durumunda bulur kendini, diyalogdan yana anne bile günün birinde devletin sağlık sistemine isyan edip ağza alınmayacak laflar eder. Gezegenimizde, mütemadiyen mazeretlere sığınarak kötülüğünü dışa vurmaktan çekinmeyen zihniyete teslim olmuşken, iyiliğin hala var olduğunu hatırlatan "usta"ya müteşekkiriz! (RS/DB)
Vizontele Tuuba’nın ‘Mahmut Abi’si Mahmut Duran, hayatını kaybetti
“Ben Mahmut Duran değilim, Qîro’yum! Bu ismi küçüklüğümde ailem takmıştı. Çünkü hep isyankârdım, direngendim, mücadeleciydim. Qîro, Kürtçede zift, katran, kara ve direngen demek.”
Yılmaz Erdoğan’ın yönetmenliğini üstlendiği “Vizontele Tuuba” (2004) filminde “Mahmut Abi” karakterine ilham veren devrimci Mahmut Duran, dün (13 Nisan) hayatını kaybetti.
Duran’ın vefat haberini duyuran gazeteci İrfan Aktan, şöyle dedi:
“12 Eylül Diyarbakır zindanının direnişçisi, Hakkâri'nin efsanevi devrimcisi, Vizontele Tuuba filminde ‘Mahmut Abi’ karakterine ilham veren Mahmut Duran'ı, nam-ı diğer Qîro'yu (Kara-Zift) kaybettik.”
Uzun süredir kanser tedavisi gören Duran'ın cenazesi, memleketi Hakkâri'de defnedilecek.
“Diyarbakır Cezaevi’nde yedi yıl kaldım”
Duran, 2005 yılında Express’in “12 Eylül’ün 25. yılı” özel sayısında İrfan Aktan’a verdiği demeçte şöyle demişti:
Ben Mahmut Duran değilim, Qîro’yum! Bu ismi küçüklüğümde ailem takmıştı. Çünkü hep isyankârdım, direngendim, mücadeleciydim. Devrimci anlamda, tuttuğunu koparacak güçteydim. O yüzden de bana Qîro adı verildi. Qîro, Kürtçede zift, katran, kara ve direngen demek. Bir de tenim biraz kara olduğu için bu ismi bana uygun gördüler.
Cunta gelmeden hemen önce, Van’da tutuklandım. 18 gün Edremit karakolunda işkencede kaldım. Ondan sonra beni Hakkâri’ye getirdiler. Buradan da Diyarbakır’a götürüldüm. Diyarbakır Cezaevi’nde yedi yıl kaldım.
Zindandan çıktıktan sonra evime gelemedim ki. Beni alıp askerlik şubesine götürdüler. 17 gün askerlik şubesinde kaldım. İnan ki, yedi yıllık zindan sürecinde yaşadığım acıların iki katını o 17 gün yaşadım… Daha sonra annemler geldi, beni eve getirdiler. Tabii psikoloji bozuk, beden çökük… İnsanlar seni deli olarak görüyor. Çünkü yaşama adapte olamıyorsun. Bilmiyorum yani, insan kendini çok yalnız hissediyor. O psikolojiyi yaşamayan bilmez. Yaşayan da anlatamaz zaten. Yüreğinin bir yanı zindandaki arkadaşlarında kalmış… İşkencesiz çay içmek, yemek yemek bana çok acayip geliyordu.
Akademisyen Özge Öner'e İsveç'ten 'İnsani Çiçeklenme Ödülü’
Ülkenin önde gelen düşünce kuruluşlarından Ratio Enstitüsü'nün verdiği ödüle, ‘insan refahını teşvik eden’ entelektüel çalışmaların sahipleri layık görülüyor.
“Özge Öner, yüksek düzeydeki akademik çalışmalarını toplumsal katılımla birleştirme yeteneği, entelektüel birikimini samimi ve cömert bir biçimde kamusal alana taşımasıyla bu ödülü fazlasıyla hak ediyor.”
Cambridge Üniversitesi Ekonomi Doçenti ve Oksijen yazarı Dr. Özge Öner, İsveç'in saygın düşünce kuruluşlarından Ratio Enstitüsü tarafından verilen "İnsani Çiçeklenme Ödülü"ne layık görüldü.
Ratio Enstitüsü’nün, insan refahını artırmaya yönelik entelektüel katkıları onurlandırmak amacıyla verdiği bu prestijli ödül, bu yıl Öner’e takdim edildi.Ödülü, 2022 yılında bu ödülü ilk kez alan kurumsal iktisat profesörü Niclas Berggren’in elinden alan Öner için Berggren şöyle dedi:
“Özge Öner, yüksek düzeydeki akademik çalışmalarını toplumsal katılımla birleştirme yeteneği, entelektüel birikimini samimi ve cömert bir biçimde kamusal alana taşımasıyla bu ödülü fazlasıyla hak ediyor.”
2008 yılında Marmara Üniversitesi’nden iktisat lisans diplomasıyla mezun olan Öner, yüksek lisans ve doktora eğitimini İsveç’teki Jönköping Uluslararası İşletme Okulu’nda tamamladı. 2014 yılında "Retail Location" başlıklı doktora tezini sundu. Mekânsal iktisat alanındaki bu çalışması, akademik kariyerinin temel taşlarından biri oldu.
Bu alanda Jönköping’de çeşitli akademik kurumlarda görev alan Öner, 2018 yılından bu yana Cambridge Üniversitesi’nde araştırmalarına devam ediyor. Uzun yıllar İsveç’in önde gelen gazetelerinden Svenska Dagbladet’te köşe yazarlığı yapan Öner, Mart 2024’ten bu yana Oksijen gazetesinde yazıyor.