Gezi direnişi farklı bir durumdu! Bu farkın farkında oldukları için, düşman hukuku uygulamalarıyla, Gezi direnişini on altı insanın üstüne yıkıp, akıllarınca “Gezi’yi bunlar organize etti” diyeceklerdi. Ne yaparlarsa yapsınlar Gezi’nin korkusu öyle bir işlemiş ki içlerine, bu korkuyu iliklerinden, kemiklerinden söküp atmaları mümkün değil. Gezi direnişi ne suçtur, ne de suçlu vardır. Gezi direnişi, halkların anti demokratik uygulamalara karşı itirazıdır! Gezi direnişi, umut aşısıydı!
Aşılandık!
“BU ÇOCUKLAR ÇOK MAVİ!”
“Ben yokum yine Fehmi/
Sarılmışız bir görsen Nazi kampında gibi/
Çayını yalnız demle çiçeklere su vermeyi unutma/
Gelecek, umut, hayal, yüküm Taksim dolusu
Bu aşk başka bir aşktır, sağaltıyor kalbimi”
Gezi direnişi farklı bir durumdu!
Ne bir parti, ne bir örgüt bunu başarabilirdi. Halkların talebiydi, bir ağızdan yeter demenin bir yöntemiydi.
Barışa, adalete, hukuka susamanın çığlığıydı!
İşsizliğe, açlığa, yolsuzluğa, eşitsizliğe karşı durmanın adresiydi! Gezi’ye akın eden halkların başarısıydı ve başardı! Umut aşılandı!
“Alanda, Gezi’de, yolda, kitapta/ Sevinçten dolaşmış elim ayağım/ Halktan halka dağıtılan bir sevinç bir kahkaha/ Yarın güzel gelecek, asıl eminim bundan/ Hayalim gerçek olmuş, umutlarım ayakta.”
Umut aşılandı bir kere hiçbir güç, bu umudu halkların elinden alamaz. Gezi içimizde yaşıyor. Gezi direnişiyle birlikte çorak ruhlar yenilendi! Bahar uyanışı gibi, uyuyan, uyuşan, yılgınlaşan yanlarımız yeşerdi. Soluklar genişledi, eller eli buldu! Her on yılda bir budanıp yere dökülenler, gücünün farkına vardı! Sindirilmiş insanlar, yalnız olmadığını, Gezi’de yaşayarak öğrendi! Evet, öğrendik, yalnız olmadığımızı biliyoruz artık. Son belediye seçimleri de, gezi ruhunun yeşerdiğinin bir göstergesidir.
“Nöbetteyim, uğra işe gitmeden/ Sıcak, soğuk ne olursa eli boş gelme/ Komin yaşıyoruz bilsen ne güzel/ Barış denen ol sevda özünde işte budur/Bütün haklarda eşit mutluyuz hep birlikte.”
Gezi direnişi farklı bir durumdu!
Umut aşılanmasıydı!
Sen, ben, biz, o yoktu Gezi’de. Hepimiz oradaydık.
Sel gibi akıyordu insanlar, yediden yetmişe milyonlar Gezi’deydi. Uyduruk iddianameyle, saygı duyduğumuz insanları, suçlu ilan etmenin hiçbir mantıklı açıklaması yoktur. Öç alma davasıdır bu dava. Unutamadığınız, içinizde yerleşik düzen alan korkunuzun intikamıdır. “Güneş balçıkla sıvanmaz” cümlesini bir kez daha hatırlatalım mı?
“Bebekler var, süt bulunsun, emzik, biberon/ Bu çocuklar çok çapulcu gülüşü mavi/ Torunlar da gelecekler, işi zor iktidarın/ Gamım değil copu, suyu, akrebi, kimyasalı/İlk kez bu kadar hafif, huzurluyum inan ki.”
Gezi direnişi aynı zamanda mükemmel bir şenlikti!
Mizahın duvarlarda çiçek açmasıydı! Her yaştan, her renkten, her düşünceden, her dinden insanın akın ettiği bir karınca düğünüydü!
Bir yeryüzü sofrasıydı Gezi! Gezi dostluktu! Gezi barıştı! Gezi güvenmekti! Omuz omuza halaya durmaktı Gezi. Bastırılmış özlemlerin dışa vurumuydu!
Gerici dayatmaya kocaman bir “hayır”dı Gezi! Birimiz birimizden farklı duygularla Gezi’ye koşturmadık. Bu gün yargıladığınız insanlarla, aynı duygular, aynı özlemler içindeydik. Yargılayacaksanız hepimizi yargılayın! Çünkü demokrasi susamışları olarak hepimiz oradaydık ve sadece Gezi’de değil, ülkenin bütün alanlarında milyonlardık.
“Kederle söylenirdik hep efkâr yine efkâr/ Suskunluk diken gibi kalbimizin içinde/ Dönerdik bu yan boşluk dönerdik o yan küstah/ Sanki yok gibi öyle bir taş gibi tepkisiz/ Kederle söylenirdik hep efkâr yine efkâr/ Umutsuz vaka gibi bakıp gençliğimize”
Biz, Türkiye Yazarlar Sendikası olarak, yazarlarımızla, şairlerimizle oradaydık. Yani Gezi alanındaydık. “Çapulcu Kütüphane”de görev almıştık. Halktan halka kitap dağıtıyorduk. Milyonlarca kitap (abartı değil) elimize geldi, ellerimizle halka dağıtıldı.
O coşkuyu, o sevgiyi, o birlikteliği, o huzuru unutmamız mümkün mü? Hayatımızın hafızasına altın harflerle yazılan günlerdi, Gezi direnişi günleri!
“Görmesek inanmazdık, düş gibi, şaka gibi/ Oynar gibi ölümle, çelik çomak, birdirbir/ Abdullah, Ahmet, Mehmet, Ethem, İsmail/Berkin yaralı yatar, yarımlandık Medeni/ Özgürlüğün bedeli ağırmış, yine gördük / Canımızdan can çekti Firavun’un cinneti.”
Gezi direnişi dönemi içinde, on iki insan, kimisi sopalarla dövülerek, kimisi plastik mermilerle, kimisi sıkılan gazlardan hayatını kaybetti. Kimler miydi onlar? Berkin Elvan. Mehmet Ayvalıtaş. Abdullah Cömert. Mustafa Sarı. İrfan Tunç. Selim Önder. Ethem Sarısülük. Zeynep Eryaşar. Medeni Yıldırım. Ali İsmail Korkmaz. Ahmet Atakan. Serdar Karakol. Bu insanların katilleri nerede? Kim öldürdü bu insanları? Niçin öldürdü? Demokratik haklarını kullanmalarının dışında suçları neydi? Onlarca insan gözünü kaybetti, kim aldı o insanların gözlerini yerinden?
Bugün, bu on iki insanın katilleri aramızda dolaşıyor!
Sabır taşı olsa çatlardı ama biz acı çekmekten taştan beter olmuşuz!
Seçilmiş on altı insanın yargılandığı bu uyduruk, temelsiz yargılama, yeterince haksız bir dava değilmiş gibi, üç arkadaşımıza ağırlaştırılmış müebbet hapis talebi, altı arkadaşımıza 15-20 yıl ceza tehdidi!
Hukukun olmadığı yerde adaletten söz etmek anlamsızdır.
Anlamından soyulmuş, düşürülmüş değerlerin dönemidir bu dönem!
Değerlerin ayaklar altında çiğnenemediği o dönem de gelecek! Gezi, umut aşılanmasının direnişiydi! Hepimiz oradaydık. Umut bitmez… Gün biter umut bitmez! (SA/TP)