*Görsel betimleme: Çizimde deniz manzarası önünde bir masada oturan Selahattin Demirtaş ve Yiğit Bener var. Demirtaş solda, mavi gömlek giymiş, sağda ise Yiğit Bener'in çizimi var. Beyaz gömlek giymiş. Her ikisi de ellerinde kalem tutmakta ve kağıda bir şeyler yazıyor. Masanın üzerinde birkaç kitap ve iki çay bardağı bulunuyor. Arka planda deniz ve uzakta yeşil tepeler görünüyor.
Benim memleketim Hopa’da “çürük ay” derler temmuza. Aşırı nemli ve sıcak olur. Nefes almak bile zorlaşır. Şimdi İstanbul da işte aynen öyle. Muhtemelen Edirne de böyledir… Bu havalarda hapiste olmak da oldukça sıkıntılıdır. Koğuşta nefes alacak hava bulamazsın, havalandırmada ise sığınacak gölge… Dilerim Selahattin Demirtaş’ın Edirne Cezaevi’ndeki koğuşunda hiç olmazsa bir vantilatör vardır. Havalandırmada ağaç olmadığını ise zaten biliyoruz.
Selahattin Demirtaş ve Yiğit Bener’in birlikte yazdıkları “Arafta Düet’i okumaya başlarken hava işte böyleydi. Fakat kitabın sayfalarını çevirdikçe bir Akdeniz esintisi hissettim. Çünkü “en yakın yerleşim yerine kilometrelerce uzakta, denize sıfır bir kayalığın üstüne” konulmuş bungalovda başlıyor hikâye. Fonda kayalarda kırılan dalga sesleri ve martıların çığlıkları… Olayların çoğu da burada geçiyor ama ferahlatıcı bir yaz kitabı kesinlikle değil bu.
İsterseniz bir edebiyat olayı olarak okuyun siz bu kitabı. Çünkü biri 8 yıla yakındır hapiste olan iki yazar, birbirini hiç görmeden yazmış romanı. Üstelik bu iki yazar, ayrı kuşaklardan, farklı yerlerden ve başka yollardan geliyor. Örneğin avukatın ile hiç görüşmeden mahkemeye iki satır savunma hazırlamak bile zordur. Ama 12 Eylül günlerinde sıkça olduğu gibi mecbur kalınca yapıyor insan. Bu kitap her iki yazar için öncelikle bir tavır ve cesaret işi bence.
“Arafta Düet”in, birbirinden her anlamda çok uzak iki ana karakterinin tarifiyle başlayıp giderek gelişen, bütün ülkeyi dolaşıp, bütün yara yerlerinden geçen ve sonunda tekrar o kayalığın üstündeki bungalovda buluşan ve sürpriz bir sonla tamamlanan kurgusunda öyle akıcı bir anlatım var ki iki ayrı kalemin ek yerlerini bulmanız hiç mümkün değil. İster istemez bazı cümleleri “bunu Selahattin yazmış” veya “bak bu Yiğit’in tarzı” diye okuyorsunuz ama bir süre sonra dediğinden hiç de emin olmadığını düşünüp devam ediyorsun.
İsterseniz bir yakın tarih kitabı olarak okuyun siz bu romanı. Topu topu 155 sayfa ama 100 yıllık Cumhuriyetin bilançosu olarak da bakabilirsiniz tabii. Bir yüzleşme ve muhasebe çağrısı olarak da okuyabilirsiniz. Kendimizle ve ötekiyle yüzleşme…
Özeleştiri çağrısı da içeriyor sayfalar. Örneğin 12 Eylül kuşağı devrimcilere, bazısı dışarıdan, çoğu içeriden epey sözü var bu kitabın. Çoğuna katılmamak mümkün değil. Fakat benim aklımda yine de en çok, kitapta yıllar sonra yan yana gelen eski dostların, sohbete kaldıkları yerden devam etmesi ve zor günlerde sınanmış arkadaşlığa övgü kaldı.
İki ucu keskin bıçak gibi bir kutuplaşmada uzlaşmaz gibi görünen meseleler aslında nasıl konuşulabilir? Romanın çok iyi kurgulanmış iki ana karakteri, bazen en sert karşıtlıkta, bazen iç içe geçen benzerliklerde anlatıyor bize bu ihtiyacı. Sadece onlar değil, bir anlamda hepimiz arafta hissetmiyor muyuz kendimizi sık sık?
Denize küçük bir taş atımıyla başlayıp, iç içe genişleyen halkalar gibi, adeta giderek bütün hayatımızı saran, yaşadıklarımızı temize çeken Arafta Düet’i okurken ben de oturdum sanki kahramanların yanına. Kitapta Mamak günleri geçiyor, ben Metris’i anımsadım. Kitapta, devran döndükçe “dönen” “arkadaşlara” sitem de var, ben ölen arkadaşlarımla selamlaştım.
İyiliğe ve insaniyete çağrı gibi okudum bu kitabı öncelikle. Eline sağlık her iki yazarın. Dilerim tekrarı da gelir bu fikir açıcı karşılaşmaların. Hangi bölümü hangisi yazdı, bence hiç önemli değil. Bütün bunları hepimiz yaşadık ve ne yazık ki yaşamaya devam ediyoruz.
“Kendi içeride, aklı firarda” olan sevdiklerimizi ne kadar özlediğimizi tekrar anımsamamıza da vesile oldu “Arafta Düet”. Onlara kucak dolusu bir selam göndererek, Dipnot Yayınları’nı kutlayıp, kitaptan bir alıntıyla bitireyim:
“Aklın ve vicdanın yerini öfke ve düşmanlık duygularının alması. Vicdan… Vicdansızlık…
Kutuplaşma politikalarının topluma verdiği en büyük zarar bu değil miydi zaten? Asgari ortak bir vicdanda buluşamayan bir toplumun fertleri bir arada yaşamaya devam edebilirler mi? Hiç mi vicdan muhasebesi yapmaz bu ülkenin insanları, hele iktidardakiler?” (Sayfa 143)
(BY/RT)
Arafta Düet, Selahattin Demirtaş - Yiğit Bener,
Dipnot Yayınları, 2024, Kapak: Kardelen Akçam,