Türkiye'de son birkaç yıldır resmi devlet ideolojisiyle muhafazakâr sünni çoğunluk arasında yaşanan itişip kakışma, toplumda bir dizi değişikliğe sebep oldu. Devlet mekanizmasının üstünde oturan egemen sınıfın has ideolojisi Kemalizm üzerinden başlayan çatlak, hem tüm toplumu hem de Türkiye solunu ikiye böldü. Gelişen bütün siyasi olaylarda, saflar bu ayrışmadaki duruşa göre yeniden şekillendirildi; sağa ve sola doğru beklenmedik kayışlar oldu.
Umutsuzluğun ve yenilginin hâkim olduğu her dönemde, dünyanın her yerinde 'yeni bir sol'a olan ihtiyaç gündeme gelir. Şu an sürmekte olan 'yeni sol parti' çalışmalarından bir tanesinde aktif olarak yer alan birisi olarak söyleyebilirim ki, Türkiye'de bu kez meydana gelmekte olanın tam olarak böyle bir şey olmayacağına, toplumdaki bu derin siyasi ayrışmanın bir sonucu olacağına dair umudum yüksek.
Yeni yılın ikinci gününde, BiaMag'da çıkan Mustafa Sönmez imzalı makalede, bu "Yeni sol" harekete ekim ayı başında hazırlanan çerçeve metin üzerinden bir dizi eleştiri getirilmiş. Eleştiriler öyle yoğun ki, Sönmez, yazısının başlığını "'Yeni Sol'un Nesi Yeni, Nesi Sol?" olarak saptamış.
Yeni Sol Parti mi, devrimci işçi partisi mi?
Yazıda, çerçeve metin içinde "devrim, sosyalizm, emek iktidarı" gibi kelime taramaları yapıldığında sonuç alınamadığından, bu partinin sosyalist olmayacağına; "devletçilik, halkçılık" gibi aramalar sonuçsuz kaldığı için ise, bu partinin "Cumhuriyet Halk Partisi türü bir merkez sol parti" olmak istemediğine değinilmiş. Söylenenlerin bu kısmı doğru, bu parti bahsedilen iki tip partiden biri olmayacak. Buraya kadar sorun yok.
Fakat bundan sonrasında, eleştirilerin bir kısmı, sosyalist bir örgüt inşa ediliyormuş varsayımıyla hareket edilerek sürdürülüyor. Yeni Sol'un piyasanın yarattığı eşitsizliğe sınıfsal bir çözüm önermemesi, planlamadan bahsetmemesi ve Avrupa Birliği'nin (AB) bir yanını destekleyip bir diğer yanına karşı çıkması ile ilgili öne sürülenler, bu tip eleştirilere örnek gösterilebilir. Sönmez bu söylediklerinde haklı. Ben de bu üç ana meselede; sınıfsal çözümleri, planlamayı ve AB karşıtlığını savunuyorum. Ve yeni parti girişimi, an itibariyle bu konularda radikal sol politikaları savunmuyor. Ancak zaten aynı girişim, sosyalist veya devrimci olma iddiasında da değil. Buna rağmen neden bu süreçte yer aldığımı daha sonra izah edeceğim.
Küreselleşmenin karşısında, emeğin yanında yeni bir sol
Yazarın, devrimci olmayan bir sol parti kuruluyormuş gibi varsayarak sunduğu argümanlar ise pek güven veren cinsten değil. Örneğin eleştirilerden bir tanesi, Yeni Sol'un küreselleşmeyle ilgili duruşunun ikircikli oluşuyla ilgili. Çerçeve metnin bir yerinde "küreselleşmenin yarattığı sosyal tahribat ve adaletsizlikten", bir başka yerinde ise "sermayenin küreselleşmesinin muazzam zenginlik yarattığından" bahsedildiği söyleniyor. Kapitalist üretim ilişkilerinin doğasını bilenler için, itici gücün kâr ve rekabet olduğu bir sistemde, egemen sınıfın gelişiminin üretimi arttırmasında şaşılacak bir şey yok. Ancak bu eleştiri, yazarın, kelime taramalarının yanında metnin bütününü okuduğuyla ilgili şüphe doğuruyor. Çünkü bahsi geçen cümlede, sermayenin küreselleşmesi muazzam bir zenginlik üretirken, ücretli çalışanların daha güvencesiz çalışma koşullarına ve daha adaletsiz bir gelire maruz bırakılmasından söz ediliyor.
Getirilen bir diğer eleştiri, Yeni Sol'un sınıf kavramından; emekçi sınıflardan ve sermaye sınıfından yeterince bahsetmemesi. "Oysa" diyor Sönmez, "sol, sosyal demokrat partiler, burjuvazinin varlığına itiraz etmemekle beraber, yerlerini emekçi sınıfın yanı olarak tarif ederler. Yeni Sol'da bu yok". Bu noktada yazarı mı eleştirmeli, yoksa işleyen sancılı sürecin içine kapalılığından mı dem vurmalı; bilemiyorum. Çünkü aynı hareketin 12 Aralık'ta yapılan 'Yeni Solda Büyük Buluşmaya Doğru' adlı toplantısının sonuç bildirgesi, kurulacak partinin "paylaşım adaletini savunarak, emeğin ve ezilenlerin yanında" olacağını belirterek, Sönmez'in bu tereddütüne tatmin edici bir yanıt veriyor.
Neden ihtiyaç var?
Kapitalizm, birkaç yüzyıllık gelişim sürecindeki en uzun refah dönemini, çift kutuplu dünyadaki sürekli silahlanma ekonomisi sayesinde İkinci. Dünya Savaşı'ndan sonraki 20 yılda yaşamıştı. Ancak kâr oranlarının düşme eğiliminden kaçış fazla uzun sürmedi ve 1970'lerde bir dizi ekonomik kriz patlak verdi. Refah döneminde, özellikle Batı Avrupa'da emekçi sınıfların hem hayat koşulları iyileşmiş hem de örgütlülükleri ve mücadele düzeyleri bir hayli artmıştı. Bu güç, kriz dönemi boyunca küresel kapitalizmi epey zorladı. Fakat daha sonra, sosyal devletin tamamen budanmasına, kamu hizmetlerinin özelleştirilmesine (yani neo-liberal saldırıya) direnemeyen sınıf hareketi, büyük bir geri çekilme dönemi yaşadı. Arka arkaya yenilgiler aldı, umudunu, gücünü ve örgütlülüğünü kaybetmeye başladı.
Bu saldırı döneminde, daha önceden emekçilerin kitlesel olarak oy verdiği sosyal demokrat partiler de kabuk değiştirdiler. İktidarda olanlar, neo-liberal programın uygulayıcılarına dönüştüler. İşçi sınıfı, zaten yoğun bir ekonomik, politik ve ideolojik saldırı altındayken, bir de reformist partilerin bu değişimiyle tamamen seçeneksiz kaldı.
"Battle in Seattle"
Bu geri çekilme döneminin sonunda, kapitalizme sert bir şekilde muhalefet eden yeni bir hareket doğdu. 1999'da Seattle'da [5] DTÖ toplantılarının iptal ettirilmesiyle kendini siyaset sahnesine çıkaran yeni antikapitalist hareket, Prag, Cenova ve bir dizi yerde daha dünyanın efendilerinin karşısına çıktı. Yeni-liberal politikalara, savaşa, ırkçılığa, yoksulluğa ve iklim değişikliğine karşı açıkça tutum alan küreselleşme karşıtı hareket, tüm dünyadaki siyasi dengeleri değiştirdi. Birçok yerde, bu mücadeleler, geniş kitleleri radikalleştirerek yeni sol hareketleri doğurdu. İngiltere'de Respect, Almanya'da Sol Parti, Fransa'da Yeni Antikapitalist Parti, Portekiz'de Sol Blok, Brezilya'da P-Sol, seçimlerde önemli başarılar elde etti.
Tüm bu siyasi oluşumların ortak özelliği, hem güncel mücadelelerin içinde şekillenmeleri ve onların üzerine kurulmaları, hem de eski Stalinist ve sosyal demokrat partilerin kimseye heyecan vermeyen örgüt yapılarından oldukça uzak olmalarıydı. Yenilgi görmemiş; kadınların, azınlıkların, eşcinsellerin en ön saflarında yer aldığı bir genç kuşak; işçilerle çevrecileri, anarşistlerle Devrimci Marksistleri bir araya getiren örgütler inşa etti.
Kemalizm etrafındaki yarılma
Türkiye'de, küresel neo-liberal saldırının yanı sıra, işçi hareketi bir de 1980 darbesiyle büyük bir darbe yedi. Tüm emek örgütleri, sol/sosyalist partiler, toplumda önemsenmeyecek kadar küçük siyasi odaklar hâline geldiler. Mücadeleyle kazanılmış bütün demokratik haklar, vahşi bir sürecin sonunda kolayca budandı.
Bunun üzerine, bir de 28 Şubat'taki post-modern darbe geldi. "Adil düzen" açılımıyla yoksullara yeni bir umut vadeden Refah Partisi, bu siyasi seçeneksizlik içinde iktidara geldi. Erbakan hükümetinin iktidara gelişi, Türkiye Cumhuriyeti'nin başlangıcından beri "halk" ile "vatandaşlar" arasındaki, yani sünni müslüman çoğunluk ile Kemalist devlet bürokrasisi arasındaki mücadeleyi keskinleştirdi. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidara geldikten sonraki darbe girişimleri, Ergenekon çetesinin tüm pisliğiyle ortaya dökülmesi, sol adına hayırlı bir gelişmeyi gündeme getirdi: ezelden beri sol olarak görülmesinde bir tuhaflık olan, Türk burjuvazisinin has ideolojisi Kemalizm'den kopuşu.
Ben, dünyayı anlamaya ve değiştirmeye çalışan bir devrimci olarak, Yeni Sol projesinden ortaya çıkabilecek partiyi son derece heyecan verici buluyorum. Güncel durumu tahlil etmeden, işçi sınıfının ilüzyonlar görmesine sebep olabilecek politikaları savunmayı mantıklı görmüyorum. AKP'ye ve Türk egemen sınıfına, Milli Güvenlk Kurulu'nun (MGK) yarattığı şeriat-laiklik biçimindeki yapay bölünmeler üzerinden; dünyada emperyalizmin, Türkiye'de Kemalizmin empoze ettiği İslam düşmanlığı ile muhalefet etmek mümkün değil. Dünyanın en önemli 17. ekonomisi hâline gelen bir ülkede, sahte bir 'anti-emperyalizm' altına saklanmış milliyetçilikle işçi ve emekçilerin çıkarına hareket edilemez. Edenler, hükümetin işini kolaylaştırır, neo-liberal politikalara karşı oluşturulacak gerçek bir muhalefetin önünde engel oluşturur.
Uluslaarası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası'na karşı, dünyanın diğer yerlerindeki kadar militan mücadeleler burada yaşanmadı. Ancak inşasına katkıda bulunmaya çalıştığım Yeni Sol, net bir şekilde ortada duran politik bir yarılmanın üzerinden yükseliyor. Hrant'ın arkasından "Hepimiz Ermeniyiz" diye yürüyenlerin, Kürt sorununda demokratik ve barışçıl çözümü savunanların, IMF'ye küresel kapitalizmin tüm örgütlerine karşı emekçilerin yanında duranların, dindarların kılık kıyafet özgürlüğünü savunanların, darbelere koşulsuz karşı çıkanların, küresel ısınmaya ve iklim değişikliğine karşı kapitalizmi suçlu ilan ederek sokakta mücadele edenlerin partisi olmaya çalışıyor.(OT/EÜ)