İsrail millî futbol takımının kaptanı dahil, neredeyse yarısı Müslüman oyunculardan oluşuyor. Kimi İsrail’de, kimi başka ülkelerin takımlarında top koşturup başarılarını kanıtlamış sporcular.
Fakat Müslümanlar’ın yanında Hıristiyanlar’ın da asırlardır yaşadığı coğrafyada devlet bir tek Yahudilik’le özdeşleşmeye kafayı taktığından, ülkedeki ayrımcılık, ırkçılık ve düşmanlık yeşil sahalara da fazlasıyla yansıyor.
Seyirci karşısına zaten dezavantajlı çıktıkları gibi, takım başarısız olduğu zaman fatura genellikle Müslüman oyunculara kesilebiliyor. Sözel, hatta fiziksel saldırılara maruz kaldıkları bile oluyor! Ya zaferde katkıları olduğu zaman kahraman mertebesine yükselebilmelerine ne demeli?
Tüm garipliklere, çelişkilere, engel ve örseleyici dinamiklere rağmen muvaffak olmayı beceren İslam dinine mensup mevzubahis futbolcular bu arada Filistinli fanatik Müslümanlar tarafından Siyonist bir takımda oynamakla suçlanabiliyorlar; İki ucu boklu değnek durumu yani!
Sporun politikaya rahatlıkla alet edildiği çağımızda, ülkenin uzatmalı lideri Benjamin Netanyahu da futbol pornografisine balıklama atlıyor. Önce, millî takımın bir zaferinden sonra Müslüman Moanes Dabbur dahil, gol atanları telefonla arayacağı resmen bildiriliyor. Moanes ister istemez yapacağı konuşmaya hazırlanmış olmasına rağmen telefon asla gelmiyor. Oysa popülistin Allah’ı Netanyahu facebook sayfasına takımı tebrik ettiğine dair bir görüntü koyuyor. O telefon görüşmesi gerçek mi, yoksa Hollywood filmlerindeki performansları aratmayan bir mizansenden mi ibaret, anlaşılamıyor!
Yönetmenliği Shuki Guzik’e, senaryosu Shai Lahav’a ait 52 dakikalık A common goal (Ortak amacımız gol atmak değil mi?) sanılabileceği gibi Filistin değil, İsrail yapımı.
İktidardakilerin baskı altında tuttuğu kesimlerin dertlerini, azınlıklara hissettirilen aşağılık duygusunu, bu tip dayatmalarda mutlaka tetiklenen direniş ve mücadele ruhunu layıkıyla betimleyen, basit ama etkili belgesel tüm gezegendeki benzer dinamiklere de selam çakıyor.
Müslümanlık makbul sayılmıyor
İsrail millî takımı takriben 50 seneden beri üst düzey kabul edilen herhangi bir turnuvaya katılmadığından Euro 2020 elemelerine iştirak ülkede büyük heyecan yaratmış.
Coşkun radyo sunucuları ve taşkın futbol yorumcularının ses kayıtları eşliğinde Mart 2019’dan itibaren takımı yakın markaja alıyoruz.
İngiltere’nin premier liginde senelerdir oynayan 31 yaşındaki Filistinli Arap Beram Kayal Yahudi olmadığı için İsrail’de tüm sözlerinin ve davranışlarının dikkatle takip edildiğini belirtiyor.
Avusturya liginde, F.C.Red Bull Salzburg takımında oynarken İspanya’daki Sevilla takımına 15 milyon avruya transfer olduğunda İsrail tarihindeki en pahalı futbolcu ünvanını kazanan Moanes Dabbur da Filistinli olduğu için hedef alınanlardan. Millî takım adına gol attıktan sonra yüceltilen, ama evlenebilmek için bir dahaki kadroya dahil olmayan Moanes bir anda “tukaka” oluveriyor.
Belgeselin çekimleri sırasında Yunanistan süper liginde top koşturan, Çerkez kökenli İsrail millî takım kaptanı Bibras Natkho da Müslüman olduğu için muzdarip: “Azınlık olduğun zaman başarı için daha fazla çabalaman lazım!”
Belgeseldeki üst seslere ait yorumlardan biri o anda patlatılıyor:”Takım kaptanı bence Yahudi olmalı!”
Apartheid rejimine sık sık benzetilen İsrail’de, iktidardakilerin söylemlerinden feyz alan kanaat önderleri veya halk düşüncelerini hipnotize edilmişçesine ifade edebiliyor.
Fakat bu arada meşhur spor editörü Mohammed Shiekh Khalil’i, İsrail millî takımının Euro 2020’ye katılması vesilesiyle tüm maçların ilk defa hem İbranice, hem de Arapça yayımlanmasının haklı sevinci içinde görüyoruz.
Köyde doğmuş olan popüler topçu Beram Kayal küçücük bir oğlanken sadece ana dili Arapça’yı bildiğini, devletin dili olarak empoze edilen İbranice’yi büyüdükçe öğrendiğini anımsıyor.
Belgeselde takip ettiğimiz kadarıyla Netanyahu’nun favori takımı sayılan ve daha geçenlerde bir Arap emirine yüzde 50’si satılmış Beitar Jerusalem’in agresif taraftarlarıyla Müslüman oyuncuların dertleri bir türlü bitmiyor.
Her ne kadar fanatik Beitar’lılarla karşı karşıya gelineceği zaman her türlü aşırılığa, hakarete ve aşağılanmaya hazır olunsa da mazi bir türlü unutulamıyor: Belgeselde dozunda kullanılmış arşiv malzemesiyle 2009 yılında çılgına dönmüş 15 Beitar’lının Müslüman oyuncuların seyahat ettiği otobüse çullanması, kadınların ve Beram Kayal’ın olduğu gruba taşlarla saldırması kısaca da olsa hatırlatılıyor.
Fransa’dan ithal milliyetçilik
Dünyanın çoğu diyarında öfke, hakaret, kötülük, şiddet ve benzerleri prim yapmaya başlayalı beri futbol camiasındaki aşırılıklar da sıradanlaşmış vaziyette.
Toplum mühendisliğinde güruhların gazını alması için yıllarca müsamaha gösterilmiş hooligan oluşumları bir yana, son yıllarda ahlaki seviye genel anlamda resmen yerlerde sürünüyor; ezik ruhlu kişilerde bilhassa radikal milliyetçilik ve ırkçılık tavan yapıyor.
Centilmenlik çoktan unutulmuş bir meziyet sanki!
Beram Keyal ne zaman bir gol atsa sahada çimlere eğilerek secde ediyor, bunu bir provokasyon olarak algılayanların sigortaları atıyor.
Aynı bağlamda Beram sosyal medyada yaptığı basit bir paylaşımla bir anda baş düşman haline de gelebiliyor: Instagram’a koyduğu, kendi dahil altı Müslüman oyuncunun fotoğrafının altına, ustalar veya patronlar anlamına gelebilecek “The bosses” açıklamasını uygun görünce şimşekleri tekrar üzerine çekiveriyor, mahalleli jargonu ortalığa saçılıyor:
“Tek fotoğrafta 6 terörist!”
“Siz bizim kölemizsiniz, çöpler sizi!”
“Filistin’i temsil edin, bizi değil!”
“Provokasyon!”
“Olsa olsa bir humus büfesinde garson olabilirsiniz!”
Beram çifte standarda dikkat çekiyor: “İsrailli Yahudi oyuncular kendilerini istedikleri şekilde sosyal medyada ifade etmelerine rağmen sıra Müslümanlar’a geldiğinde problem çıkıyor”.
Takımın teknik direktörü Avusturyalı Andi Herzog da takımın bir hezimetinden sonra ırkçılığa maruz kalıyor ve tahmin edildiği kadarıyla Germenliğine atıf yapılarak araba markası Mercedes’e benzetiliyor.
Polonya millî takımıyla yapılan karşılaşma yenilgiyle sona erince suçlananlar yine Müslüman futbolcular oluyor ve maç öncesi sabaha kadar kazinoda vakit geçirmiş olmaları yönündeki bilgi doğrulanmasa da argümanların dayandırıldığı esas nokta haline geliyor.
Millî olmanın onuru
Bir zamanlar çektirmiş olduğu başı açık fotoğrafını gördüğümüz, takım kaptanı Bibras’ın güzeller güzeli eşi Talia, dinine ve imajına derinlik katmak istediği için başını örttüğünü belirtirken tam da baş örtüsü yüzünden ayımcılığa maruz kaldığını belirtiyor. Kocası meşhur olduğu için mesele tatlıya bağlanabilse de Talia sözünü esirgemiyor: “İsrailli’yiz ama Yahudi değiliz!”
Millî takımdaki diğer Müslüman futbolcular gibi stadyumda, seyircinin ve zumla çehresine iyice yaklaşan televizyon kameralarının karşısına çıktığı zaman kaptan Bibras’ın İsrail’in millî marşını okumadığını fark ediyoruz: “Güftedeki ‘…Yahudi ruhu…’ betimlemesini nasıl okuyabilirim ki, ‘…İsrail ruhu…’ olsa tabii ki okurdum”.
Millî marşın, millî formayı giyme mertebesine ulaşmışlar tarafından okunmaması bazılarını çılgına çeviriyor.
Oysa kahramanlarımızdan bazıları millî takımda yer alınca psikolojik olarak çok yıprandıkları için bunu bir külfet olarak görmeye bile başlayabiliyor.
Filmde oğullarına mutlak destek veren Müslüman annelerin stadyum maceralarına, Müslüman eşlerin profesyonel futbol camiasına uygun cilalı imajlarına da tanık oluyoruz.
Bir futbol belgeseli olduğu kadar sosyal bir analizi ayrıntılarıyla yerine getiren belgesel başka memleketler baskıyla sindirilirken, her şeye rağmen İsrail’de muhalefet yapılabildiğinin de ispatı.
Birkaç sene önce Ersin Kana tarafından çekilmiş Yeşil Kırmızı başlıklı belgeselin, Amedspor’un Kürt ve Kürt olmayan futbolcularının başına gelenlerin insanın aklına düşmemesi imkânsız gibi!
1976 yılında İsrail millî takımında yer almış ilk Müslüman, Rifaat “Jimmy” Turk da belgeselde bu vesileyle anılıyor ve coğrafyada bugün gelinen noktada ona minnet borcu duyulduğu ifade ediliyor.
Tayvan millî takımına karşı oynanan karşılaşmada biri röveşata ile olmak üzere Turk’un 3 gol attığı siyah-beyaz görüntülerden sonra, psikopat ruhlu bir futbol fanatiğinin yine bir üst ses olarak yorumunu dinliyoruz: “Bir Arap gol atacağına takımın maçı kaybetmesini tercih ederim!”
Ritmi gayet iyi ayarlanmış, sosyal psikolojiye göz kırparken mizahı asla gözardı etmeyen, hatta ironiden beslenen, araştırmacı-habercilik damarı inkâr edilemez belgesel sona yaklaşırken muhtelif zaferler ve mağlubiyetler sonrasında İsrail millî takımının grubunda beşinci olup bir üst tura geçemediğini görüyoruz.
Fakat bu arada UEFA Avrupa şampiyonasına katılmalarının önü açılıyor, ama ne yazık ki Covid-19 pandemisi yüzünden maçlar 2021’e erteleniyor.
Yine de küçümsenmeyecek bir kazanımı spor editörü Mohammed ifade ediyor: “Önemli olan bu maçların tüm halkı, Müslümanlar’la Yahudiler’i ortak bir amaçla birleştirmiş olması”. (MT/EMK)