22 Ağustosta güvenli internet kullanımına yönelik test uygulaması hayata geçti. Hükümetin amacı üç aylık bir deneme sürecinin sonunda filtreyi tüm ülkeye ve dolayısıyla tüm kullanıcılara yaymak. Aslında hatırlanacağı üzere Ağustos sonu itibariyle filtreye geçmemiz gerekiyordu. Hazırlanan ilk taslakta bir geçiş dönemi öngörülmemişti. Ancak internetime dokunma kampanyaları, Anonymous adlı grubun sansürcü hükümet kurumlarına yönelik saldırı teşebbüsleri ve Danıştay'a açılan iptal davası Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) ve Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB) gibi kurumların geri adım atmasına yol açtı.
Sansürün ne kadar da gerekli bir şey olduğunu kanıtlamaya çalışan ve bu uğurda epey bir çaba harcayan bürokratların birden süreci zamana yayan bir ajandaya doğru çark etmeleri önemli ölçüde hükümetin frene basmak istemesiyle açıklanabilir. Muhalif basınla arası iyi olmayan ve gazeteci tutuklamaları sebebiyle uluslararası topluma sürekli bir şekilde jurnallenen iktidar, filtre adı altında uygulamaya sokacağı kurumsal sansürü biraz öteleyerek gelen eleştirileri yumuşatmayı amaçladı.
Filtrenin içeriği ise aşağı yukarı şöyle: Bizi Helal İnternet çağına taşıyacak uygulama aile ve çocuk gibi iki ayrı profilinin oluşturulmasını öngörüyor. Bu iki profil üzerinden internete bağlanmak isteyen kullanıcılar birçok siteye erişemeyecek. Hangi sitelerin zararlı olduğuna Güvenli İnternet Hizmeti Çalışma Kurulu karar verecek. 11 kişiden oluşan bu kurul Türk toplumu ve Türk gençleri için nelerin ahlaklı olduğu konusunda son sözü söyleyecek.
Aileleri ve çocukları kötülükten kurtarmayı amaçlayan bu masum girişim iki tane soruna gebe: Devlet eliyle yürütülecek internet sansürü bizi öncelikle çocukların temel haklarının niteliği, ardından da muhafazakar siyasetin sınırları üzerine düşünmeye itmeli. Çocuk-aile meselesi hem yasakçı zihniyetin temel meşruluk kaynağı hem de özgürlük tartışmasının yumuşak karnı. Şu an bile binlerce site ve blog engellenmiş durumda. Kesintisiz bilgi ve imge akışını önleyen ve idare-mahkeme işbirliğiyle yürütülen internet yasakları birçok kişinin gözünde tartışmasız bir şekilde meşru. İnternet yasaklanmalı. Çünkü çocukları ve gençleri kötü düşünce ve tavırlardan korumanın başka bir yolu yok. Filtre bu kollama işini düzene sokarak istenilen amaçlara ulaşılmasını kolaylaştıracak.
Oysa mesele yasakçı tezin formüle ettiği kadar basit değil. Bahsi geçen gerekçelere karşı büsbütün başka bir manzaraya dikkat çekmek mümkün. Bir kere aile hiç de o kadar masum bir yer değil. Erkeğin kadın ve çocuklarına ve kadının çocuklarına uyguladığı şiddet gün ve gün daha bilinir hale geliyor. Ensest, çocuk istismarı, kötü söz, hakaret, çocukların zorla çalıştırılması ve özellikle kız çocukları üzerindeki ağır baskı Türk aile yapısının karanlık yüzünü karakterize eden nitelikler. Tartışılmaya muhtaç bir diğer nokta çocukların kişiliklerine verilecek değerin niteliğiyle ilgili. Şüphesiz ki ergin olmayan bireyler üzerinde ebeveynlerin vesayet hakkı var. Ama bu bahsi geçen denetim hiçbir biçimde çocuğun anne-babanın malı gibi değerlendirilmesini haklı çıkarmaz. İnsan haklarına dayalı demokratik bir devlete düşen görev çocuklar ve gençler üzerindeki aile baskısını azaltacak tedbirler alması ve bu yolla çocuğun kişiliğinin az çok serbest bir ortamda oluşması için fırsatlar yaratmasıdır.
Oysa Türk devleti kararlı bir şekilde aksi yönde davranıyor. İnternet yasakları hiyerarşiye dayalı muhafazakar aile yapısı ve böylesi bir yapının sürekli bir şekilde yeniden ürettiği itaatçi sosyal dilin daha da güçlenmesine yol açacak. Tabii bu durum da özellikle ergenler için korkunç bir özgürlük kaybı anlamına geliyor. Her ne kadar ebeveynleri böyle bir şeyin olmasını arzu etmese de, 15-16 yaşlarında bir genç kızın anne-babasının iradesine rağmen, hatta bizzat bu iradeyi çiğneme adına internetten grup seks pornosu izlemeye çalışması onun özgür bir kişi olarak yetişmesi süreci bakımdan önemli olabilir. Unutulmamalıdır ki özgürlüğün en sahi kullanımı kötüye kullanımıdır. İnternet sansürünün tümüyle ve herkes için yanlış olan şeyleri yasakladığı konusunda kaygılı olmamız için yeterince sebep var. Ama durum böyle olmasa ve internet yasaklarına konu olan bilgi ve görüntüler herkes tarafından yanlış kabul edilse dahi, yanlışlardan büsbütün arınma ihtirasının özgürlüğü olanaksız hale getireceğini hatırımızda tutmamız gerekir. Çünkü aslında bizleri seçtiğimiz doğrular değil, seçebileceğimiz yanlışlar özgür kılıyor.
Tartışmayı politik düzeye taşıdığımızda ise karşımıza muhafazakar siyaset gerçeği çıkıyor. Muhafazakar anlayış kamu-özel ayrımını kabul etmemeye eğilimlidir. Böylesi bir eğilim kendini kamusal alanın ahlakileştirilmesi projesinde somut hale getirir. Kolaylıkla fark edileceği üzere internet yasakları kamusal alanı mahrem olana benzetmeye kararlı muhafazakar aklın enstrümanlarından biri olarak iş görmekte. Epey bir süredir yaşam tarzı üst başlığı altında yapılan sayısız tartışmada kamusal alanın ahlakileşmesi ya da İslamileşmesinin çoğulculuğu nasıl boğduğuna tanıklık ediyoruz. Mümin bireyler dışındaki herkes bir biçimde eve çekilmeye zorlanıyor. Caddeler ve mekanlar giderek tek tip bir insanın zevk ve niyetlerine göre tanzim ediliyor. Bu bağlamda gerçek dünyada, mesela Beyoğlu'nda sokaklardan kaldırılan masalarla sanal dünyada, internet ortamında yasaklanan siteler arasında pek bir fark yok. Çünkü her iki eylemde Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarında kristalize olan muhafazakar hegemonyanın daha da yerleşmesine yardımcı oluyor.
Sonuç yerine geçecek şekilde şöyle bir uyarı yapmak yerinde olur sanırım. İnternet yasakları meselesi sadece hangi tercihlerin kamusal alanda meşru görüleceğine dair bir tartışmayla sınırlanmamalı. Epey bir süredir politik kalkışmaların internet üzerinden organize edildiği gerçeğine tanıklık ediyoruz. Bu olguya dayanarak rahatlıkla diyebiliriz ki filtre muhalif düşünme olanakları kadar politik direnişin örgütlenme sürecini de kontrol altına alıp, sindirecektir. (AÖ/EKN)