Malum, sağlıkta (Sağlıkta Dönüşüm Programı) 2. faza geçiyoruz.
Hazırlıklar yapılıyor, bitmek üzere, belki de bitti; bilemiyoruz.
Sağlık Bakanlığı'nın 2017 Bütçe sunusunda hazırlığın politika laboratuvarında yapıldığı -bizzat Bakan tarafından- paylaşılmıştı.(124. yansı ve devamı.)
Yine aynı sunuda “Öncelikli Konularımız” denilerek 11 başlık sıralanmıştı.
Başlıkların içerisinde ikisi sağlık çalışanlarıyla doğrudan ilgili:
6 no’lu “öncelik”ten görüyoruz ki performans esaslı “yeni” yapılanmaya devam edilecek.*
Sağlık Bakanı -farklı zamanlarda belirttiği gibi- geçen 15 yıldaki başarının arkasında performans sisteminin de çok önemli bir payı olduğunu söylüyor; bu nedenle ortada bir yenilik bulunmuyor. Türkiye sağlık emek gücü bu sistemi yaşadı ve yaşıyor. Uzun da olsa bir alıntıyla seçilen politikanın gereği performans esaslı yeni yapılanmanın “esas sonucu” olarak sağlık çalışanlarının güncel halini -16 Mayıs 2017 tarihli- bir hekimin yazısından kısaltarak aktaralım.
Hekim yazısına Karoshi sendromunun tanımıyla başlıyor:
“Karoshi Sendromu: Aşırı-yoğun-fazla çalışmaktan yani işten kaynaklanan ölüm anlamına gelen karosi”… ve devam ediyor:
“Ben ve tüm sağlık çalışanları bu koşulda çalışmaktadır… Ancak artık yoruldum...
Son dönemde, mesleğimi yaparken özellikle Kamu Hastaneler Birliğinin (KHB) sürekli özlük haklarımıza tacizde bulunması, keyifle yaptığımız mesleğimize giderek artan baskı uygulaması tolore edilebilir düzeyi çok aştı… Kamu Hastaneler Birliğinin sürekli bizim karşımızda durması, her girişimimizde, bizi suçlu durumda bırakmaya çalışması. "Kalite sistemi", "organizasyon", "denetim", "hizmet içi eğitim", "sistem değişikliği","MHRS" gibi, dışarıdan bakıldığında son derece masum, ancak hekim açısından uygulanabilirliği imkansız kurallar getirmesi, hekimlik mesleğinin layığı ile değil, sadece günü kurtarmak amacı ile yapılması, etik değerleri dışlayarak, bilim bazlı değil, görsel odaklı hekimlik yapmak zorunda bırakması kabul edilebilir düzeyi aştı.
Bir hekim olarak artık, ne poliklinikte yaptığım muayeneden, ne yaptığım ameliyattan, ne de verdiğim sağlık hizmetinden memnunum… aldığımız eğitimle, KHB uygulamaları arasında ciddi çelişki olması, ben ve hekim arkadaşlarımın hastayı kurtarmaya çalışırken bir yandan da KHB'nin yarattığı bürokrasi ve evrak oyunlarının üstesinden gelmeye çalışması artık hekimlik mesleğinin ülkemizde yapılabilirliğini sorgulanmaya başlanmasını gerektirmektedir.
Hekimlik mi yapacağız? Günü mü kurtaracağız?
Kusura bakmayın, artık dayanamıyorum… Göz göre göre, sadece SGK ödemesi yok diye, hastanın hayatını kaybetmesini ya da engelli kalmasını önleyecek tıbbi cihazların ya da malzemelerin kullanılmamasını kabul edemiyorum.
Kalite standartlarının, servislerden, yapılan ameliyat sayılarından, yatan hasta sayısından, hastane doluluğu oranından, beyin ölümü tespitinden, hasta odalardaki televizyonların hangi kanalları gösterdiğinden değil, öncelikle poliklinik ya da acil poliklinik karşılama ve muayene sürelerinden başlamasını istiyorum.
Birçok sağlık çalışanı, siyasi ve ekonomik baskı altında, sesini çıkaramıyor…
… gerçek standartlarda, hastalarıma gerekli değeri verebileceğim, muayene süresinden, tıbbi ya da cerrahi tedavi süresi sonuna kadar güvende olabileceğim, maddi çıkarların ön planda tutulduğu özel hastane kuralları değil, gerçek anlamda sosyal devlet hastanesi kurallarının uygulandığı, paranın ya da SGK ödemelerinin değil, insan hayatının önemli olduğu, uyguladığım tedavinin sadece bilimsel açıdan sorgulanabileceği, hastayı muayene bile etmeden, hastayı görmeden karar veren sistem bürokratlarından uzak günler gelinceye kadar, Xxxxxx Devlet Hastanesi Nöroşirürji Uzmanlığı görevimden istifa etmek istiyorum.
15 Haziran 2017 itibari ile ilişiğimin istifaen kesilmesini arz ederim.Nöroşirürji Uzmanı”
(Tahmin edileceği gibi hekimin ve hastanesinin adı yok, verilmesini istememiş; dün de anlardık, OHAL’de çok daha iyi anlıyoruz).
Yukarıdaki mektup bunalmış bir hekimin, hadi tek tük olabilecek birkaç hekimin duygu ve düşüncelerinin abartılı dile getirilişi olarak mı yoksa çok büyük bir çoğunluğun fikri olarak mı değerlendirilmelidir?
Bakanlık 2. faza hazırlanırken acaba politika laboratuvarında bu/buna benzer görüşler de analiz edilmiş midir?
Sunuda saha ziyaretlerinde görüşüldüğü bahsedilen 192 yardımcı sağlık personeli ve 185 hekim arasında “böyleleri” de bulunmakta mıdır?
Çok net olarak söyleyebiliriz ki hekimin ifade ettikleri sağlık emekçileri arasında bir azınlığın değil çoğunluğun ortaklaştığı görüşlerdir.
Mektupta söylenenler 15 yılda sağlıkta çağ atlanan bir ülkenin sağlık mutfağına hiç benzemiyor. Kaldı ki vitrin olan acillerin durumu da biliniyor. Bu “başarının” performans sistemiyle (ek ödeme) sağlandığının altı sıklıkla çiziliyor ve 2. fazda da performansın sağlık çalışanlarına müjdelendiğini görüyoruz.
Bakanlığın 2. fazdaki önceliklerine karşın mektupta hekimin dile getirdiği öncelik farklı:
“…öncelikle poliklinik ya da acil poliklinik karşılama ve muayene sürelerinden başlamasını istiyorum.”
Sağlıkta hemen her şeyin niceliğe indirgendiği bir dönüşümün 15 yıllık 1. fazının sonunda gelinen yer bu!
“Birçok sağlık çalışanı siyasi ve ekonomik baskı altında” ifadesiyle güvencesizleştirme politikalarıyla iç içe olan performans sisteminin/“daha çok yaparsan daha çok kazanırsın” kısır döngüsünün sonuçsuzluğu dile getirilmiş oluyor. Çünkü maaşlar düşük ve gelir arttırmak için yapılması gereken süreyi kısaltarak hizmet miktarını arttırmak!
Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bölge Ofisi’nin 1997 yılında yayımladığı Avrupa Sağlık Reformu Mevcut Stratejilerin Analizi kitabını Sağlık Bakanlığı Sağlık Projesi Genel Koordinatörlüğü 1998’de Türkçeye çevirerek bastı. Kitabın “Hizmet Sunucular İçin Performansa Bağlı Ödeme Sistemleri” başlıklı bölümünde söylenmiş:
“Sonuçlar açıkça göstermektedir ki, hekimlerin, sunulan hizmetlerin miktarını artırarak ve değişiklikler yaparak, düşen ücretlerin etkisini azaltacak kapasiteleri bulunmaktadır ve böylece hedeflenen gelir düzeylerini koruyabilmektedirler” (syf. 157).
Sağlıkta 2. fazın (da) alameti farikası “performans esaslı yeni yapılanma”nın bakanlık eliyle sunulan zemini budur ve bu da hekimler başta olmak üzere hizmetin sağlıkta olması gereken gerçek hedeflerinden uzaklaşmasının ana sorumlusudur.
Önümüzdeki aylar içerisinde kamuda toplu iş sözleşmesi (TİS) dönemi başlayacak. Bilebildiğimiz kadarıyla 570 bin sağlık emekçisinin en az 350 bini sendikalı, çok önemli bir kuvvet, sendikalar gerçekten isterse karşısında hiç kimsenin duramayacağı kadar. Ve yine bildiğimiz o ki sağlık emekçileri performans sisteminin yerine çok somut taleplere sahipler. Gerçek anlamda sağlık hizmetine ihtiyacı olan vatandaşı kandırmak değil, nitelikli bir sağlık hizmeti sunmak ve emeklerinin karşılığını, güvenceli, net, emekliliğe yansıyan bir ücret olarak almak istiyorlar. Ücretin adı da belli. Yeni işe başlayan bir sağlık emekçisi ücreti yoksulluk sınırının altında olmamalı.** Kısacası sağlık emekçileri kandırmak ve kandırılmak istemiyorlar.
Peki sendikaları? Başta yetkili sendika/lar(?) olmak üzere yukarıda aktardığımız hekimin çığlığını sağlık emekçilerinin tamamı adına duyacak ve bu sorumlulukla davranacak bir ortak tutum, dirayet, direnç, ısrar ve mücadele gösterecek/ler mi? (Bir önceki toplu sözleşme süreci kötü bir tecrübe olarak, tekrarlanmaması dileğiyle, hafızalarımızda).
Nereden başlanabilir? İlk adım olarak sağlık emekçilerinin ne dediklerini güncel olarak netleştirmek, toplu iş sözleşmesi öncesi kuvveti toparlamak ve sürece dahil olmalarını sağlamak amacıyla -başta yetkili sendika olmak üzere- sağlık emekçilerinin tamamına yönelik ortaklaşa bir “oylama” yapılabilir.
Bütün sendikaların kullanacağı/anonim bir oy pusulası ve sandıkla “işe yeni başlayan sağlık emekçisinin maaşının yoksulluk sınırının altında olmadığı -4.721,80 TL- ***, güvenceli, emekliliğe yansıyan, toplam gelirin en fazla yüzde 20’si kadar gerçek/adil bir performansla teşvik edilen bir ücretlendirmeye (ve mücadelesine) ne diyorlar?”
Sağlık emekçileri kandırılmak istemiyorlar.
Ez cümle, sendika(lar) için gerçek performans zamanı! (EB/HK)
* 16 Nisan referandum öncesi bakan, bakanlık yetkililerinin yaptığı açıklamalarda 2. fazın öncelikleri arasında -1. fazda ihmal edildiği söylenen- sağlık çalışanlarının özlük hakları olduğu dile getirildi, öyle ki fiili hizmet zammı/yıpranma payının referandum sonrası, Cumhurbaşkanı’nın talimatlarıyla –neredeyse- ilk iş olduğu bile müjdelendi.
** Diyanetin 2017 yılında fitre için belirlediği rakamın günlük 16 TL. olduğunu da hatırlatalım (fitre yoksullara verilen bir kişinin karnını doyurabileceği en düşük maliyet rakamı; 4 kişilik bir ailenin en düşük maliyetle sadece ve sadece karnını doyurabilmesi için bile gereken en az 1920 TL)
*** İlginçtir Memur-Sen’in belirlediği açlık sınırı 1.696.35 TL, Diyanet’in fitresi 1.920 TL!