Bir ay kadar önce “Cumhuriyet’in 100. yılında ne olacak bu hekimlerin hali” sorusunun hekimler arasında gündem yapılmasını önermiştim. Bu gündem doğal olarak yaşanmışlıkların değerlendirmesini içermek durumunda. Az değil, yüz yıllık birikim var. Ancak takdir edersiniz ki 1980 sonrası sistem içi köklü bir yön değiştirmeyi takiben yaşanan 40 yıllık dönem ve özellikle de 2002-2003’den bugüne uzanan dilim ayrı bir önem taşıyor.
Sağlıkta Dönüşüm adıyla yürütülen programın anahtar düzenlemelerinden birisi 5947 no’lu Kanun olup 30 Ocak 2010 tarihli ve 27478 sayılı Resmi Gazete’de yayımlandı: Üniversite ve Sağlık Personelinin Tam Gün Çalışmasına ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun.
2010’a kadar Türkiye’de tam gün adıyla anılan üç dönem bilinir. Dr. Refik Saydam'ın koruyucu sağlık hizmetleri alanında çalışan personele yönelik tam süre çalışma düzenlemesi, 224 sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi ile ilgili yasanın getirdiği uygulama ve 1978 yılında yasalaşan 2162 sayılı yasanın uygulandığı ve 12 Eylül 1980 cuntasının ilk aylarında sonlandırdığı dönemdir. Şimdi, diğerleriyle esaslı farklar taşısa da, dördüncü tam gün deneyiminin içerisindeyiz.
Bu yazı bir tam süre tartışma ya da uygulamayı analitik değerlendirme yazısı değil.* Yazının amacı “stratejik bir hedefle Türkiye ölçeğinde yürütülecek 'nasıl bir Cumhuriyet' tartışması zemininden beslenerek sağlık başlığında fikri ve eylemli bir programla dahil olmak” derdini taşıyanlara hatırlatma notu sunmak. Bir başka ifadeyle “Cumhuriyet’in 100. yılında ne olacak bu hekimlerin hali” sorusunu güncel argümanlarla tartışma, yanıtlama zemini tanımlamak. Çünkü “hekimlerin hali” ayrılmaz parçası oldukları sağlık emekçilerinin ve özel olarak da hekim iş gücü istihdamının nasıl olacağıyla yakından ilişkili.
Son tam günün iddiaları nelerdi?
Yasayı çıkartmak için her türlü zoru kullanmaktan çekinmeyen Sağlık Bakanı Recep Akdağ tasarıyı 2010 öncesi şöyle tanımlıyordu: "Bir devrim ve dönüşüm tasarısıdır. Bu tasarının yasalaşması ile hasta ile hekim arasındaki para ilişkisi tümüyle kesilecek, tarihe kavuşacak. Bu ilişkinin getirdiği yabancılaşma ve yozlaşma da zaman içinde tasfiye edilecek". Yasa tasarısının genel gerekçesinde uzman hekimlerin yüzde 80’e yakınının zaten kendi tercihleriyle, gönüllü olarak tam gün çalıştığı belirtiliyordu. Yine aynı genel gerekçe bölümünde şu ifadeler de yer alıyordu:
“Tabiatı itibarıyla zor ve riskli bir mesleği üstlenmiş olan hekimlerin, yoğun ve stres dolu bir günün yorgunluğundan sonra, başka bir mekânda çalışarak hastalarını görmesi, tedavi ve kontrol sorumluluğunu üstlenmesi mesaisini ciddi bir şekilde bölmektedir.
"Tam gün çalışma sistemine geçerken kamu sektöründe çalışmayı teşvik edecek, verimliliği artıracak düzenlemelere de yer verilmiştir.
"Tam gün çalışma esasına geçilmesine bağlı olarak kamu sağlık kurumlarında çalışan personelin özlük haklarında da imkânlar ölçüsünde bazı iyileştirmeler yapılması öngörülmektedir.”
İddia/lar gerçekleşti mi?
Net ve güvenilir bir veriye sahip olmamakla birlikte üzerinden 10 yıl geçtikten sonra bugün de hekimlerin -kağıt üzerinde görünenden farklı olarak- fiilen yaklaşık yüzde 80’inin “tam gün” çalıştığını söyleyebiliriz. Hatta “başka bir mekanda… mesainin ciddi bir şekilde bölünme”sinin başka şehirlere kadar uzanabildiğini de billiyoruz.
Büyük ölçüde 2. ve 3. basamak sağlık hizmetlerinde yer alan uzman hekimler üzerine kurgulanan tam gün yasası düzenlemesinin paralel adımlarından birini oluşturan Kamu Hastane Birlikleri’nin ömrü 6 yıl sürdü. AKP Hükümeti’nin “idari ve mali özerklik getirerek hastanelerde etkililiği ve verimliliği sağlayacağını” iddia ettiği model yine AKP Hükümeti tarafından “çok başlılık getirdiği ve verimi düşürdüğü” gerekçesiyle kaldırıldı.
Dolayısıyla merkezi idarede olmadığı gibi verimi düşen kamu sağlık kurumlarında ve birçok müdahale ile çökertilen tıp fakülteleri/hastanelerinde personelini teşvik edecek, özlük haklarında iyileştirmeler yapacak takat de kalmadı. Hekimlerin kamuda güvenceli gelirleri genelde yoksulluk sınırında seyretti, altına inmese de yoksulluk sınırının 2 katına ulaşamadı. Öyle ki neredeyse sıfırlanan döner sermaye ödemeleri nedeniyle emekli olunca alınacak yoksulluk sınırındaki maaş “hiç olmazsa şiddet olmaz” düşüncesiyle teşvik unsuru oldu.
Tıp fakültesi hastanelerinde 2010’dan bugüne tam günlü hayat ise söylemde hedeflenene ulaşamadı.
Hekim işgücü piyasası düzenlemesi olarak tam gün
Yüz yıla yaklaşan Cumhuriyet tarihinde ilk üç tam süre uygulaması kamu ağırlıklı sağlık hizmet sunumunun hakim olduğu, özel sağlık sektörünün/sermayenin bir dinamik olarak cılız kaldığı bir ortamda yaşanmıştı. 2010 yasası ise kamunun tasfiyesi, sermayenin ihtiyacı olan nitelikli hekim iş gücü piyasasının düzenlenerek emeğin daha ucuza kapatılmasının müdahalesi olmuştur. Hekimler ana gövdesiyle bu düzenlemeye – aynı zamanda sınıfsal bir refleks olarak da- karşı çıkmış, 2006’dan başlayarak gündem yapmış ancak sonuç itibariyle engelleyememiştir. Hekimlerin kritik eşik oluşturacak bir çoğunluğunun konuyu Türkiye’nin geleceği perspektifiyle ve toplumcu bir bakışla tartış(a)mamış olmasının bu sonuçta payı olduğu yadsınamaz.
2023’ün eşiğinde “nasıl bir Cumhuriyet” sorusu -belki de- yüz yıl önce olduğundan daha fazla bu topraklara tutkun hekimleri ilgilendirmekte, sorumluluk yüklemektedir. Bu soruya verilecek yanıtla sağlık emek gücü istihdamının ana hatları birbiriyle ilişkilidir. Toplumcu bakıştan uzak düşen her yanıt hekimlerle toplumun “mesafesini” açacaktır. (EB/TP)
* Tam süre konusunda okumalar için Toplum ve Hekim Dergisi; özel olarak da “Tam Süre Çalışma Düzeninin Kamusal Önemi”; Kayıhan Pala, Toplum ve Hekim Dergisi, Mart-Nisan 2008, Cilt 23, sayı 2, sayfa 117-124