POSTA kutuma düşen çağrı şöyle başlıyordu: Sağlık alanında yaşadıklarımız gün geçmiyor ki hekim olarak bizi daha zor durumlara düşürmesin, mesleğimizi değersiz kılmasın."
Siz ne algıladınız bilmem ama bana bir "imdat çığlığı" gibi geldi bu sözler. Bildiğim bir konu olmasına karşın, başından sonuna kadar sabırla okudum. "Hekimlerin bu hale düşmelerinden zevk aldığım için" değil; acaba bilmediğim bir şey var mı diye okudum. Bu konuyla ilgili düşüncelerimde bir "yanlışlık" olup olmadığını irdelemek için okudum.
Bitirdiğimde ilk hissettiğim duygu "utanç" duygusuydu. Şu günlerde Kürdistan'da, Hopa'da, Ankara'da, İstanbul'da, Kars'ta pek çok yerde ve pek çok konuda hissettiklerime benzer bir utanç! Hani insanlar bir "olumsuzluğu yaşadıklarında" ya da bir "yalanı fark ettiklerinde" bunların nedeni, faili kendileri olmasa da, hatta hiçbir nesnel sorumlulukları olmasa da bazı toplumsal olaylarda kızgınlık ya da üzüntüden önce bir utanç duyulur ya bazen; işte öyle bir "utanç"
Bu kez de devletin bükemediği bileği, "belden aşağı vurarak yenmeye çalıştığı" bir ülkede yaşamaktan dolayı "utanç" duydum. O utancı hiç duymayanlar, hiç duymayacak olanların yerine belki de!..
Değişen yönetmelik
Bu "sıkıcı" girizgâhın nedeni şu günlerde hekimlerin çeşitli yerlerde yaptıkları basın açıklamaları ile kamuoyuna duyurmaya çalıştıkları bir durum, bir yasal düzenlemenin gündelik yaşamda ortaya çıkaracağı sorunlara dair bir "dikkât çekme" bir uyarıda bulunma isteğim.
Halen iktidarda bulunan hükümetin Sağlık Bakanlığı geçtiğimiz yıl 3 Ağustos tarihinde bir yönetmelik yayınladı, adı: "Ayakta Teşhis ve Tedavi Yapılan Özel Sağlık Kuruluşları Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik"
Yönetmelik muayenehanelerin açılma koşullarına, mevcut olanaklarına ve iç düzenlerine bazı "norm"lar getiriyor gibi görünüyor. Mekana, ortamda, donanıma dair düzenlemeler bunlar. Bu değişikliklerin her biri üzerinde pek çok tartışmalar yapıldı, itirazlarda bulunuldu. Ama sonuç değişmedi; tersine itirazlara karşılık 25 Eylül 2010, 6 Ocak ve 7 Nisan 2011'de yapılan yeni düzenlemelerde de zorlaştırıcı koşullar daha da ağırlaştırılarak adeta muayenehanelerin açılamaması ve var olanların da kapanması hedeflendi.
Bu süreçte bir başka önemli nokta bu yönetmelik değişikliği yapılırken hekimlerin ve meslek örgütleri olan tabip odalarının bu yönetmeliğin hazırlanma süreçlerinde hiçbir şekilde yer almaması, görüşlerinin alınmaması oldu.
Üstelik yönetmelik yalnız şimdiden sonra geleceği, yani yeni açılacak olanlar için geçerli değil. Şu anda tüm ülke ölçeğinde mevcut yasal, ruhsatlı durumda bulunan muayenehanelerin de bu yönetmelikte belirtilen koşullara bir yıllık süre içerisinde uyum sağlanmasını da emrediyor.
Başka bir deyişle bugüne kadar tüm yurtta yasal, ruhsatlı ve izinli tüm hekimler ve muayenehaneler eğer bu yönetmeliğe uygun hale getirilmemişlerse 4 Ağustos 2011 tarihinde kapatılma ile karşı karşıya kalacaklar.
Tabip odaları getirilen düzenlemeler için "insan haklarına aykırı, bilimsellikten uzak, hekimlere ve hekimlik mesleğine karşı negatif ayrımcılık yaptığı" şeklinde bir değerlendirmede bulunuyor. Bu gerçekten de böyle!
Bir "muayenehanecilik" anısı...
Pek çok kişi bilmez. 1983 yılında askerlik dönüşü, mecburi hizmet yükümlüsü olmadığım için kamu hekimi olmak için yaptığım başvuru hemen yanıtlanmadı ve Sağlık Bakanlığı'nın hekim gereksinmesi olduğu için zorunlu hizmet uygulamasına geçtiği darbe koşullarında altı ay süreyle atamam yapılmadı. Ailemin oturduğu apartmandaki bir yaşlı hekim komşumuz, geçirdiği "inme" sonucu çalışamaz hale gelmiş, ama bir gün düzelirim umudu ile; Kavacık'ta bir bir kasap dükkanı ile demirci arasındaki "tek odalı" mekanda emekli olduktan sonra açtığı ve yıllardır çalıştırdığı muayenehanesini, iyileşirse geri almak kaydıyla bana devretmişti. Yaklaşık bir yıl orada muayenehane hekimliği yaptım. Oraya en yakın hastane Beykoz Hastanesi'ydi, Sahilde Anadolu Hisarı'nda bir dahiliye uzmanı vardı ve taa Çengelköy'e kadar başka da hekim yoktu. O zaman İstanbul'da sosyalizasyona da geçilmediği için, sayıları çok az olan özel poliklinikler ve "hükümet tabipleri" dışında başvuracak hekim yoktu. Ben bir yıla yakın bir süre, yaklaşık 10 bin kişilik bir nüfusa neredeyse "gönüllü sağlık ocağı hekimliği" hizmeti sundum Parası olanın verebildiği kadarını verdiği, olmayanın hiç vermediği, bazen propagandistlerin bıraktığı "eşantiyon" ilaçlarla tedavi ettiğim bir muayenehane hekimliği uygulaması gerçekleştirdim. Pek çok şeyi ama bir hekim için muayenehanenin ne anlama geldiğini de öğrendiğim bir süreç oldu.
Neden muayenehaneler olmalı?
Hiçbir hekim esas olarak "muayenehane hekimliği" yapmak istemez. Çünkü bu tür hekimlik uygulamasında hekim hizmet verdiği hastasıyla bir "parasal" alışveriş içindedir. Dolayısıyla hizmet bir karşılık alma koşuluna bağlıdır. Ama buna karşın hekimler muayenehanecilik yaparlar, yapmaktan kaçınamazlar, çekinemezler. Yaparken de mesleklerinin gereği ilke edindikleri mesleki ve etik kurallar çerçevesinde bu ilişkiyi çeşitli esneklikler çerçevesinde uygularlar.
Ülkemizde muayenehane hekimliği pratiğine ilişkin yakınılan durumlar, çeşitli suiistimallerin varlığı herkesçe bilinmektedir. Her meslekte olduğu gibi hekimlik mesleğinde de çeşitli olumsuz örnekler olacaktır. Ancak bunu genelleyerek "muayenehanelerin hastaların soyulduğu yerler olarak değerlendirmek" haksız bir isnat ve iddiadır. Üstelik bu iddialarda bulunarak, sistemlerinin propagandasını yapanlar bu "suiistimaller"i kat be kat fazlasıyla yapmaktadır.
Bugün "beş para ödemeden hizmet sunulduğu iddia edilen" kamu sağlık kurumlarında da bu suiistimaller vardır ve bizzat Sağlık Bakanlığı ve sisteme dair karar vericiler, bunun aslında böyle olması gerektiğini istemekte, kararlarıyla uygulamaları böyle şekillendirmektedirler. Örneğin Döner Sermaye uygulaması tam da hizmetin, o hizmeti veren için bir karşılığının bulunması biçiminde sunulmaktadır. Üstelik bu çok daha kesin, esnekliği olmayan, kişinin koşul, durum ve özelliğini dikkâte almadan uygulanmaktadır.
Muayenehane hekimliği uygulamasında durum bu kadar kesin ve katı olmadığı gibi, yalnızca hekim ve ondan hizmet alan hastasının bildiği ve "mahremiyet" ilkesi gereği, asla üçüncü kişilerin bilemeyeceği bir çok olumlu, insanî ve insanı temel alan örnekler de hemen her gün yaşanmaktadır. Bu bağlamda hekimler sırasında muayenehanelerinde bazen yalnızca bir gülümsemenin eşlik ettiği teşekkür ile hizmet verebilmektedir. Bu bakımdan muayenehaneciliği ortadan kaldırmak, sanılanın tersine her şeyden önce cebinde parası olmayan hastanın hizmet alma olanağını tümden ortadan kaldıracaktır.
Diğer yandan "muayenehane hekimliği" hekimlerin aynı zamanda hasta haklarının da ilk koşulu olan "hiç bir etki ve baskı altında olmadan, özgür bir şekilde mesleklerini icra edebildikleri" tek hizmet biçimidir. Hekimler halen mevcut olan en katı bir şekilde ve tümüyle ticari bir temelde belirlenen kurallar altında hizmet vermek yerine muayenehanelerinde bu olumsuz etkilerden bağımsız bir şekilde hekimliğini uygulayabilecekken bu olanağı da elinden alınmaktadır.
Her yer "İstanbul" değil!..
Bu yönetmelik getirdiği düzenlemelerle ülkenin her tarafını neredeyse "İstanbul" saymaktadır. Oysa özellikle kırsal kesiminde pek çok yeri dolaşan ve buralardaki yaşam koşulları ve mimari olanakları bilen birisi olarak, bu yönetmelikte gündeme getirilen koşul ve olanaklara sahip bina ve mekanın olmadığı pek çok yerleşim birimi, mahalle ve belde bulunduğunu söyleyebilirim. Bu tür yerler için böylesi koşulların dayatılması, bu kararın insanların gereksindikleri sağlık hizmetlerini yaşadıkları yerlerde almasını zorlaştıran, dolayısıyla "hizmete ulaşma ve yararlanma hakkını ihlâl eden" bir noktaya getirmektedir.
Söz konusu düzenleme aynı zamanda hastaların hekim seçme hakkını da ortadan kaldırmaktadır. Çünkü belirli durumlarda, mahremiyetin tümüyle ortadan kalktığı, müstahdeminden, evrak memuruna kadar, eczane kalfasından, sigorta kurumundaki herhangi bir memura kadar herkesin sağlık durumundan hemen herkesin haberdar olmasının mümkün olduğu bir sistemde, insanları sadece bu sisteme mahkum etmek, "mahremiyeti sağlayacak bir olanağı ortadan kaldırmak" yalnızca hekimlere değil, aynı zamanda belirli hasta grupları başta olmak üzere hastaların temel haklarını da ortadan kaldıran bir ayrımcılık sayılmalıdır.
Hekimlerin ortalama yaşam süresi "seksen"in üzerindedir. Oysa kamusal hizmetlerde en çok "67" yaşına kadar çalışılabilmektedir. Bir hekimin bilgi ve deneyimi ise eskidikçe çoğalır. Tüm bunlar bilindiği halde muayenehanelere ve muayenehaneciliğe bu denli acımasız, anlamsız ve gereksiz düzenlemeler yapmak hekimlerin sayısal olarak yetmediğinin söylendiği bir ülkede onları "işlevsileştirme" yoluyla bir "cendere" içine sokma anlamını taşımaktadır.
Ne oldu da, gerekti?
Mevcut muayenehanelerde şimdiye kadar sunulan hizmete dair, eğer bu koşulların bulunmamasından kaynaklanan olumsuzluklar varsa ve bunlar idare tarafından bu güne kadar göz ardı edilmişse, o zaman idarenin bu noktadaki sorumluluğu ve payının olduğu da unutulmamalı, idare yapmadığı, yerine getirmediği bu olumsuzluğun karşılığını hemen ödemelidir. Yok eğer şimdiye kadar bu muayenehanelerde verilen hizmetten bir olumsuzluk doğmadıysa o zaman da bu dayatmanın bir anlamının olmadığı açıktır.
Diğer taraftan söz konusu geçiş sürecinde, devlet mevcut olanakları çerçevesinde bu hizmeti sunan hekimlere destek olacak şekilde de davranmamıştır. Yalnızca bir tarih belirleyerek geçiş süreci öngörmüştür.
Gerçekten de olumlu anlamda, hizmeti gözeten, hekimi ve sunulan hizmet biçimini koruyan bir yaklaşım olsaydı, hekimlere bu iyileştirmelerin gerçekleşmesi için, vergi istisnası, gider gösterme, kredi açma, aile hekimlerine tanındığı gibi mevcut ve artık hizmet dışı kalmış kamu olanaklarının kullandırılması gibi çeşitli olanaklar ve destekler sunulabilirdi.
Adı "Kara gün"
Üstelik aynı Sağlık Bakanlığı özü itibariyle bir tür muayenehanede hizmet veren "aile hekimliği" konusunda aynı koşulları gündeme getirilmezken, "serbest hekimlere" bu kurallar dayatılmaktadır.
Başka bir göze görünmeyen çelişkili tutum da yine aynı Sağlık Bakanlığı'nın "poliklinik sayılarını arttırmak" maksadıyla ikinci ve üçüncü basamak sağlık kurumlarına yeni polikliniklerin düzenlenmesinde yaşanmaktadır. Yetersiz barakalar dahil, derme çatma yapılarda yeni poliklinikler açılması için dayatmalarda bulunmasına karşın yine muayenehanelerde aranan koşulların buralarda da bulunmasını asla gündeme getirilmemektedir.
Bunların tümü hekim örgütünün eylemlerinde ifade ettiği gerçek nedenlerine dair saptamalarının doğru olduğunu gösteriyor.
Hekimler "Kara Gün" adını verdikleri "4 Ağustos" tarihinde başlarına geleceklerin nedenini şöyle açıklıyorlar:
"Siyasi iktidar muayenehaneleri kapatarak, sağlığı sadece kar edilebilecek bir yatırım alanı olarak gören sağlık sektörü patronları karşısında hekimleri alternatifsiz bırakacak, hastanın hekim seçme özgürlüğünü de yok ederek, sermayenin hekim emeğini daha rahat sömürebilme olanaklarını yaratmış olacaktır. Tüm bunlar 'Sağlıkta Dönüşüm Programı'nın diğer ayakları olan kamu hastanelerinin işletmeleştirilmesi ve SGK'dan özel hastanelere kaynak aktarılması projesi ile uyumlu olarak, Sağlık Bakanlığınca bilerek ve istenerek yapılmaktadırlar."
Sorun gerçekten de yalnız muayenehane hekimliği yaparak mesleklerini sürdüren hekimlerin sorunu değildir. Sorun yalnızca ülkemizde "iyi ve onurlu hekimlik" yapmak isteyen hekimlerin sorunu da değildir. Sorun bir sistem sorunudur ve bu sistem sonunda asıl olarak bu hizmetten yararlanan toplumu ve onu oluşturan bireylerin doğrudan etkileneceği bir sorundur.
Eğer denildiği gibi 4 Ağustos'ta muayenehaneler gerçekten kapanırsa, tümüyle hizmeti sunan ve yararlanan arasındaki bir tercihe göre şekillenen bir "özerk alan" ve bu alanda kendi kural ve ilkelerine göre şekillenen bir "hizmet" hiç de gerekmediği şekilde bir kamusal otoritenin belirlemesi ve müdahalesi ile yok olacaktır.
Bunun anlamı bireyin kendisi için iyi olanı seçemeyeceği, buna karar veremeyeceği, kendi kuralları çerçevesinde yaşayamayacağı düşüncesidir. Bu yüzden "otorite"nin alana yönelik tüm baskı ve erki, insan haklarına aykırı ve ayrımcılığı gündeme getirecek noktaya ulaşmaktadır.
Toplum olarak Türk Tabipleri Birliği, Tabip Odaları, Uzmanlık Dernekleri ve bireysel olarak hekimler nezdinde devam eden hukuksal mücadeleye destek olmalı, en azından durumun farkına varmalı, durumu ve gerçeği gelecekte yaşanacakları da düşünerek doğru kavramalı ve bilinçle davranmalı, bu arada hekimlerin sesine kulak vermeli en azından onların bu gerçekleri ifade ettiği yerlerde gereken ilgi ve duyarlığı göstermeliyiz.
Çünkü Sağlık Bakanlığı bu uygulamasıyla sahip olduğumuz bir olanağı ve bir alanı daha elimizden almak, bizi "küreselleşmiş sermayenin kontrolündeki ticari sağlık kurumlarına" mahkum etmek istemektedir.
Bu açık ve net görünmektedir. (MS/ŞA)