Geçenlerde meslek hastalıkları ile ilgili bir etkinlik için Bursa’daydım. Eğitim programındaki sunumlardan biri de hava kirliliği konusundaydı.
Bu alanda ülkemizdeki sayılı halk sağlığı akademisyenlerinden bir hocamız, Bursa dahil ülkemiz ve dünyada hava kirliliği konusundaki güncel ve çok önemli verileri sundu.
Bu bilgilere göre Bursa ülkemizde hava kirliliği sorunu olan illerin başında gelmekte hatta mevcut tablo halk sağlığı açısından konunun kesinlikle birincil öncelikli bir çevre sorunu olduğunu gösteriyor. Ancak sunumdaki bu somut bilimsel verilere rağmen Çevre Bakanlığı yetkililerinin Bursa için çevre sorunlarının öncelikleri listesinde hava kirliğini ısrarla üçüncü sırada gösterdiği belirtildi. Bunun nedeninin bilinçli bir “hedef saptırma” olduğu ifade edilen ayrıntılarda gizliydi. Çünkü Bursa’da hava kirliliği nedenleri irdelendiğinde en büyük ana nedenin mevcut termik santraller olduğu, bunların 70 bin ton kömür kullanımı ile bu kirliliğe yol açtığı net olarak görülüyor. Ancak önümüzdeki süreçte bu kirliliğin daha da katlanma tehlikesi var; en az 400 bin ton daha kömür kullanımlı yeni termik santrallerin planları ciddi olarak gündeme getirilmekteydi. Yani önümüzdeki süreçte daha da artacak hava kirliliğinin en azından “şimdilik” sümen altına alınması gerekiyor erk sahiplerine. Başka bir ifade ile halk sağlığı hiçe sayılarak bir takım kişi ve grupların elde edeceği ranta katkı sağlamak için Bursa’nın mevcut durumunun şimdilik gizlenmesi gerekiyor; açıkça hedef saptırılıyor...
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) yayınlarında hava kirliliğinin kalp krizleri başta olmak üzere dolaşım sistemi hastalıklarına, felçler dahil serebrovasküler, astım dahil hemen her türlü solunum hastalığına yol açtığı uzun yıllardır bilinmektedir. Hatta iki yıl önce DSÖ’nin alt kuruluşlarından biri tarafından hava kirliliği, tek başına kanser yapıcı riskler listesinin ilk grubuna alındı.
Hava kirliliği sorununun günümüzde sigara salgınını bile geçtiği gerçeği artık birçok kesimce kabul edilmektedir. Yapılan epidemiyolojik projeksiyonlarda her yıl hava kirliliği nedeniyle dünyada en az 7 milyon kişinin erkenden öldüğü, milyonlarca kişinin değişik derecelerde maluliyetle sonuçlanan hastalıklara yakalandığı tahmin edilmektedir. Evet, tahmin edilmektedir; sadece tahmin edilmektedir…
Bu oldukça gerçekçi tahminlerin hekimlik rutininde, tababet hizmeti yürütümünde kayıt altına alınması, somut olarak belgelenmesi maalesef günümüzde hala mümkün ol(a)mamaktadır. Bunu evrensel ölçekte yapması, en azından ülkelere önermesi gereken dünyadaki “en güvenilir” kuruluşların başında hatta bunun belki de en önemli sorumlusu DSÖ’dür. Ancak maalesef günümüze kadar DSÖ çalışma ortamlarında olduğu gibi hava kirliliği kaynaklı risk ve tehlikelerin görünür kılınması, hekimlik pratiğinde gösterilecek somut verilerin oluşmasını sağlaması için henüz bir hedef, bir sistem oluşturmuş değil. Bu nedenledir ki hava kirliliği ve çalışma ortamlarındaki risk ve tehlikeler sadece akademik literatürdeki kısıtlı olgu sunumları, sınırlı bilimsel çalışma verileri ve bunlardan kaynaklanan projeksiyon bilgileri olarak kalmaktadır. Oysa hastalık ve ölümlere yol açan bu tahminlerin bırakın yüzde birini, binde birini bile bulamayan bazı durum ve olaylar DSÖ tarafından yeni senaryolarla dünya halklarının gündemine getiriliyor.
Bunun tipik örneği mevsimsel değişikliklerle görülen solunum yolları viral enfeksiyonlarıdır. Hemen her yıl değişik hayvanların isimleri ile (kuş, tavuk, domuz gribi, SARS vb) bu viral enfeksiyonlar birer salgın olarak ifade edilir. Birkaç ay sürdürülen bir panik havasından sonra geriye ülkelerin ellerinde kullanılmaya dahi fırsat bulunamayan miadı geçmiş milyonlarca aşı, ilaç, laboratuvar kitleri kalmakta, çöpe atılır. Sis dağıldıktan sonra temel nedenin dünyadaki ikinci büyük sektörün (bu alanda çalışan aşı, ilaç, kit firmaların ) kar maksimizasyonuna katkıda bulunma kuşkusu giderek artıyor; hedef saptırılıyor…
Benzer durumları günlük yaşamımızın hemen her aşamasında dünyada, özellikle de Ortadoğu coğrafyasında ve ülkemizde görmekte, yaşamaktayız. Dünyadaki en büyük sektör olan silah sanayiinin de kar maksimizasyonuna katkı sunmak için değişik argümanlarla yüz binlerce gariban birbirine kırdırılıp öldürülmekte, yerlerinden yurtlarından edilip, sahillerimize cansız bedenleri birer insanlık utancı olarak saçılıyor; hedef saptırılıyor…
Vahşi kapitalizm tarafından ortaya konulan filmler sürekli tekrarlanıyor dünyada, Ortadoğu coğrafyasında, ülkemde... Aktörler hep aynı; figüranlar, amaç da belli aslında ancak hedef her seferinde değişik derecede “fark edilmeyecek şekilde” saptırılıyor.
Kiminde etnisite, kiminde dinsel motiflerlerle kirli emellerine ulaşılmaya çalışıyor kan ve gözyaşı basamakları üzerinden güç sahipleri…
En son ortaya konulan tirajik oyunu yaşıyoruz bu günlerde. Gizli kapılar arkasında yapılan pazarlıklar tutmayınca; 6 milyon kişi buna direnince çılgınca basıldı düğmeye bir yerlerden. Kırdırtılıyor bir birine gencecik fidanlar kurulmak istenen sultanlık uğruna. Hedef saptırılıyor yine göz göre göre biz yüzde 99’lara… Artık saklanamayan, acı gerçekler için hedef saptırılıyor. Son 12 yılda nüfusun yüzde 1’inin servet payı yüzde 39.4’den yüzde 54.3’e yükselirken geri kalan yüzde 99’unki yüzde 60.6’dan yüzde 45.7’ye gerilediği gerçeğinin üstü kanla örtülmeye çalışılıyor; hedef saptırılarak…
Giderek derinleştirilen bu kaostan kurtuluş umudu hiç mi yok? Olması gerek, bence var; örnekleri de çoğalıyor çevremizde, dünyada. Syriza, Podemos’dan sonra İngiliz’in bile bir kesimi uyanış emareleri göstermeye başladığına göre 7 Haziran’daki 6 milyon haykırış 1 Kasım’da neden 16 milyona çıkmasın? Neden sel olup akmasın, neden bozmasın gelecekteki daha da korkunç kirli oyunları?
Neden “ama”sız, “ancak”sız barış rüzgarları esmesin güzel ülkemde, coğrafyamda, dünyada?
Neden sömürüsüz bir emek hareketi doğmasın bu topraklarda da?
Vahşi kapitalizmin her türlü oyununun gerçek hedefini izah edebilirsek; hemen her alandaki “hedef saptırmalara” dur diyebilirsek, oyunu bozmak mümkündür; neden olmasın? Çözümün sadece kardeşlik hamaseti ile değil, 1789’un eşitlikçi ve özgürlükçü ruhunu da anlatabilirsek; halkların emek mücadelesi ekseninde birleşmesinin yollarını gösterebilirsek yüzde 99’a neden olmasın?
Gösterebilirsek yüzde 1’in hedef saptırmalarının gerisindeki tezgahları; her türlü farklılıklarımızla birer ağaç gibi özgür ve eşit, bir orman gibi kardeşçe mümkün olduğunu… Neden olmasın? (İA/HK)