Kamboçya'dan yurt dışına çalışmaya giden kadınlar simsarların tuzağına düşünce kölelikle eşdeğer muamele görüyor, insanlık dışı şartlarda yaşamlarını sürdürmeye çabalarken bazıları fahişelik yapmak zorunda bırakılıyor; aralarında memleketine asla dönemeyen, hatta hayatını yitirenler bile var.
Hindistan'da kadınlara reva görülen her türlü haksızlık, horlama ve şiddetten mustarip olanların kurduğu örgüt Gulabi Gang ise Sampat Pal'ın liderliğinde toplum ve düzenin ataerkil alışkanlıklarına savaş açmış durumda.
Kenya'nın başkenti Nairobi'de tecavüze uğrayan Avustralyalı Charlotte Campbell Stephen ülkede bir tabu olan konuyu mahkemeye taşıyor fakat davanın sonuçlanması yedi senesini alıyor.
Yugoslavya'nın dağılması sırasında savaş taktiğinin bir parçası olarak tecavüze uğradığı tahmin edilen 25 bin ile 40 bin arasındaki kadın için ise adalet hala sağlanamamış durumda.
Uluslararası belgesel film festivali IDFA 2014'te gösterilen The Storm Makers, Gulabi Gang, I Will Not Be Silenced ve Mission Rape - a Tool of War adlı dört yapım dünyada kadın olmanın zorluklarını teşhir ederken bir kez daha kat edilmesi gereken mesafenin uzunluğunu gözümüze sokuyor.
Fırtına ve gözyaşı
Bazıları Avrupa ve ABD'de, ama çoğu Tayland, Malezya ve Tayvan'da olmak üzere yarım milyon Kamboçyalı gurbette yaşıyor. Kadınların çoğu hizmetçi, fabrika işçisi veya fahişe olarak çalışıyor fakat aldıkları ücretler çok düşük olduğu gibi bazıları için köle demek yanlış olmaz.
Kamboçya köylerinde zor durumda olan aileleri ikna eden insan tüccarları özellikle genç kızları tercih ediyor. Guillame Suon'un yönettiği The Storm Makers adlı belgeselde insanların hayatına yıkıcı bir fırtına gibi girip gözyaşına boğan simsarları, faaliyetlerini ahlaki açıdan herhangi bir kuşku duymadan sürdürürken izliyoruz.
Gördüğü kötü muameleye iki sene dayandıktan sonra köyüne hamile dönen filmin ana karakterinin, köydeki dedikoduları önemseyen annesi tarafından lanetlenmesi de insafsızlığın varabileceği uç noktalara kanıt oluşturuyor.
Kadınlar çetesi
Kuzey Hindistan'ın kuraklık, sefalet ve yolsuzluktan muzdarip bir bölgesinde, kast sisteminin en alt kademelerinde bulunan kadınların kolaylıkla şiddete maruz kalabildiğini görüyoruz. 2006 yılında bu duruma dur demeye karar veren direnişçi Sampat Pal, Gulabi çetesini oluşturup günümüzde binlerce üyesi olan bir harekete dönüştürüyor.
Pembe sarilerine bürünüp, ellerinde sopalarıyla sık sık protestolara katılan isyancı kadınlar yetkililerin yetersiz kaldığı bazı vakalara müdahale edip adaletin yerine gelmesi için çaba sarfediyorlar. Nisshta Jain'in yönettiği Gulabi Gang adlı belgeselde kadınların kendilerini savunabilmeleri için taktikler öğretildiğine ve özgüvenlerini artırıcı çalışmalarda bulunulduğuna tanık oluyoruz.
Büyük bir olasılıkla kocası tarafından öldürüldükten sonra yakılarak bedeni kömüre dönmüş bir kadının görüntüleri seyredenlerin hafızasından silinecek gibi değil!
Susturulmayacağım!
Kenya, kadınların tecavüze uğrayıp mağduriyetlerini ifade edemedikleri diyarlardan. Utanç ve korkuyla saklanan bu cinsel istismara set çekmeye karar veren beyaz bir kadın oluyor. Judy Rymer'ın I Will Not Be Silenced adlı belgeselinde Avustralyalı Charlotte evine hırsızlık amacıyla girip kendisine tecavüz edenlerin mahkum olması için elinden geleni ardına koymuyor. Fakat ataerkil kültürün hakimiyetindeki adalet sistemi de resmen olmasa da, tecavüzcüleri adeta koruyor. Davanın başına gelen bilumum aksaklıklar bir yana saldırganları savunan avukatın Charlotte'u yıldırmaya yönelik tavırları insanı çileden çıkartacak cinsten, dosyadan çalınan kanıt niteliğindeki belgeler de cabası.
Mahkemenin vereceği kararın emsal oluşturup ülkedeki kadınların aydınlık bir geleceğe doğru yürümelerini isteyen güçlü Charlotte yedi yıllık süreçte tecavüze uğramış başka kadınlarla da birlik olup onlara ilham ve cesaret veriyor: Dünyanın en büyük ve en sefil gecekondu mahallelerinden Nairobi'deki Kibera'da sosyal görevini sürdürürken kadınların özellikle oralarda ne kadar kolay birer hedef olduklarının farkında. Bazen yılacak kadar onu yıpratan, fakat dirayetle takip etmeye devam ettiği davanın sonunda saldırganların hırsızlık suçuyla mahkum edilmesi ve kararda tecavüzden söz edilmemesi ise büyük bir hayal kırıklığı yaratıyor.
Savaşta tecavüz
Bir savaş taktiği olarak bile, kadınlara yönelik tecavüzün bahsinin edilmediği bir diğer merci Lahey Uluslararası Ceza Mahkemesi olabiliyor. Saraybosna'da kurulan Savaş Mağduru Kadınlar Derneği 90'lı yıllarda tecavüze uğrayan onbinlerce kadının yaralarını sarmaya çalışıyor: Aradan seneler geçmiş olmasına rağmen, olayın ağırlığından bir nebze de olsa kurtulabilmek için başkalarıyla paylaşmanın önemine dikkat çekiliyor.
Annette Mari Olsen ve Katia Forbert Petersen'in yönettiği Mission Rape - A Tool of War'da derneğin kurucusu Bakira'yı Lahey'de tecavüzcüsünün gerektiği şekilde mahkum edilmesini talep ederken izliyoruz. Yalnız adalet temsilcilerinin değil, erkek egemen politika dünyasının da konu hakkında çekimser ve pasif kalması bir tesadüf mü?
Kadınları aşağılamak ve ruhlarını zedelemek amacıyla sistematik biçimde uygulanan tecavüzler Balkanlarda unutulmadı, gezegenimizde artan bir yoğunlukla devam eden savaşlarda bir silah olarak kullanılmasına bir an önce dur demek şart. (MT/EKN)