* Fotoğraf: Pixabay
Türkiye'de LGBTİ+'ların görünürlükleri artarken nefret söylemi ve şiddeti de artış gösteriyor. Son dönemde Boğaziçi Üniversitesi protestolarıyla beraber hükümetin de hedefinde olan LGBTİ+'lar kendilerini güvende hissetmediklerini dile getiriyor.
Boğaziçi Üniversitesine atanan Melih Bulu ile beraber başlayan protestolara LGBTİ+ öğrencilerin de katılmasıyla, eşcinsellere yönelik nefret söylemi ve hedef göstermeler de devletin en üst kademesinden yükselmeye başladı.
Bu en üst kademeden yapılan açıklamalar, toplumda geniş yankı uyandırırken nefret saldırıları da artmaya başladı. Nitekim geçtiğimiz haftalarda Miraş Güneş isimli trans kadın İzmir’de nefret cinayetine kurban giderken iki trans kadın da şiddete uğradı. Şiddete uğrayan trans kadınlardan 17 yaşındaki Asya, yüzüne kezzap atılması sonucu bir gözünde görme yetisini tamamen kaybetti.
Devlet yetkililerinin LGBTİ+'ları hedef göstermesi sonucu artan toplumsal şiddeti trans erkek Barış, trans kadın Esra Ece Kutlu, HEVİ LGBTİ Derneği, Genç LGBTİ+ Derneği ve Avukat Mahmut Şeren ile konuştuk.
Barış: “Nefret bilgisizlikten doğar”
Devlet yöneticilerinin nefret söylemi, herkes gibi beni de çok kötü hissettirdi ve üzdü diyen trans erkek Barış, "Son zamanlarda yaşananların, özellikle LGBTİ+ çocukları nasıl etkileyeceğini çok dert edip düşünüyorum. Küçükken böyle şeyler duymak kim olduğumla ilgili kendime ve çevreme rol yapmama neden oldu. Bu da beni hayata karşı daha güçlü olmaya itti" dedi.
Nefretin bilgisizlikten doğduğunu belirten Barış, "LGBTİ+ hakkında bilgisi olmayan kalmasın istiyorum. Hiç bilmeyen nefret eder, nefret bilgisizlikten doğar. Bir şeyden haberdar olmazsanız bilmeniz imkansız hale gelir. Bu zamana kadar neredeyse hiç anılmayan LGBTİ+'ların şimdi kötü dahi anılsa bile anılmasının bir başlangıç olduğunu düşünüyorum" ifadelerini kullandı.
Kutlu: “Hedef göstermeler rutin hale geldi”
Devlet yetkililerinin, LGBTİ+’ları hedef göstermeyi rutin olarak yapmaya başladığını söyleyen Work'n Women’de yazar olan trans kadın gazeteci Esra Ece Kutlu, “Senede en az 4-5 sefer neredeyse yaşanan bir durum. Ya gündem “yokluğunda” ya da gündem değiştirme amaçlı hedef gösteriliyoruz. Sanırım onlara göre biz LGBTİ+’lar en kolay saldırılan, ötelenen, hedef tahtasına konan azınlığız” şeklinde konuştu.
Ece Kutlu şöyle devam etti: “Sokakta olan seks işçisi trans kadınlar adına oldukça endişe uyandırıcı bir durum. Hepimizin malumu trans kadınlara karşı suçlar, bu tarz hedef gösterildiği süreçlerde daha da artmakta. Failler ya yakalanmıyor ya da hafifletici unsurlar devreye girerek serbest bırakılıyor."
“Konu LGBTİ+’lar olunca tüm ötekilerin, ötelenenlerin de nefretinin birincil odağıyız” diyen Ece Kutlu, “Bu tarz artan homofobik tavırlar ve hedef göstermeler toplum içindeki nefret dinamiklerini arttırıyor” dedi.
Hevi LGBTİ: “LGBTİ+’lar saldırıya daha fazla maruz kalıyor"
Türkiye’de 2015 yılındaki Onur Yürüyüşü’nün ve ardından 2016’da Ankara’daki LGBTİ+ etkinliklerinin yasaklanmasıyla beraber LGBTİ+ nefretinin arttığını söyleyen HEVİ LGBTİ Derneği, “Son olarak geçtiğimiz yaz aylarında Diyanet Başkanı’nın LGBTİ+’ları hedef gösteren Cuma hutbesi ve bu hutbe sonrası devletin en üst makamında yer alan Cumhurbaşkanının hutbeye sahip çıkarak LGBTİ+’ları hedef göstermesi takip etti. Çoğu zaman devlet tarafından yok sayılan LGBTİ+’ların bir anda bu kadar yüksek ses ile ötekileştirilmesi, nefrete maruz kalmalarından daha da güç alan yöneticiler, bu nefretin dozunu günümüzde daha da arttırıyor” açıklamasında bulundu.
“Ani ve ağır denetimlere maruz kaldık”
Boğaziçi protestolarıyla beraber eşcinsellere yönelik nefret söylemlerinin yanı sıra LGBTİ+ derneklerine de ağır bir denetim uygulandığına dikkat çeken HEVİ LGBTİ Derneği, “Yaşanan tüm bu sürece paralel olarak Boğaziçi Üniversitesi Rektörlük seçimi ve Boğaziçi’nde başlayan tartışmalar, devlet tarafından LGBTİ+’ların marjinalleştirilmesi veya yalnızlaştırılması için bir araç olarak kullanıldı. Kurulduğu ilk günden bu yana zaten resmi bir onay alamamış BÜLGBTİ+ (Boğaziçi Üniversitesi LGBTİ+) öğrenci kulübü son atanmış rektör ile kapatılmış oldu. Yaşanan tüm bu olaylar ile beraber benzer zamanlarda LGBTİ+ dernekleri olarak ani denetimlere maruz kaldık. Psikolojik ve sistematik olarak devam eden bu olaylar sebebi ile halihazırda bir girişimimiz maalesef olamadı. Bu süreçte LGBTİ+ dernek, oluşum ve öğrenci kulüplerinin ayakta durabilmesi, kurulabilecek ortak dayanışma ile sağlanabilir” ifadelerine yer verdi.
HEVİ LGBTİ Derneği, iktidarın son süreçteki söylemleri ile birlikte şiddete maruz kalan LGBTİ+’larda bir artış olduğunu belirterek açıklamasını şöyle sürdürdü: “Ücretsiz hem hukuki danışmanlık hem de psikolojik destek veriyoruz. Bu süreçte şiddete maruz kalmış LGBTİ+’larda bir artış olduğunu söyleyebiliriz. Artan nefret ile daha da yalnızlaşan LGBTİ+lar kendini güvende hissetmiyorlar ve saldırıya daha fazla maruz kalıyorlar.”
“Şiddet körükleniyor”
Üst merciler tarafından açıkça hedef gösterilmesiyle beraber gün geçtikçe LGBTİ+’lara karşı artan şiddet ve nefretin devam ettiğini belirten HEVİ LGBTİ Derneği şöyle devam ediyor:
“Bizler; toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği alanında yaşanan bu hak ihlalleri son bulana dek bu nefrete karşı mücadele etmeye devem edeceğiz. Yaşanan bu süreçte tek bir LGBTİ+’nın zarar görmemesi en büyük temennimiz ve çalışmalarımızı da bu yönde sürdürmeye, toplumun her kesimiyle temas etmeye, bir araya gelmeye devam edeceğiz. Oluşturulan bu nefret politikalarına karşın eşitleneceğimiz o güne kadar çalışmalarımıza tek bir gün ara vermeden sürdüreceğimizin de bilinmesini istiyoruz.”
Genç LGBTİ+ Derneği: Cezasızlık politikalarından besleniyor
LGBTİ+’ların, açıkça düşmanlaştırma politikalarının hedefi haline geldiğini vurgulayan Genç LGBTİ+ Derneği, “Her gün dozu giderek artan bir şekilde her türlü şiddet ve baskıya maruz bırakılıyor. Bugün ise cüretini, iktidar tarafından üretilen bu homofobik, bifobik, transfobik nefret sarmalı ve hedef gösterme, şiddet ve cezasızlık politikalarından besleniyor. Bu süreç içerisinde danışmanlık verdiğimiz alanları yeniden gözlemlediğimizde dahi toplumsal şiddetin LGBTİ+’lar üzerindeki etkisini gözlemleyebiliyoruz” diyerek tepkisini dile getirdi.
Nefrete karşı çağrı
Şiddettin ve ayrımcılığın körüklendiği bu dönemde nefreti üretmemeye, karşı çıkmaya ve engellemek için harekete geçilmesi gerektiğini belirten Genç LGBTİ+ Derneği şu çağrıda bulundu: “Yaşanan nefret cinayetlerine ilişkin ana akım medyadaki haberlerde kullanılan transfobik dil fiziki ya da sanal, özel ya da kamusal her türlü alanda LGBTİ+’lara ve özel olarak trans kadınlara yönelik şiddeti varoluşlarını silerek, yok sayarak, kriminalize ederek meşrulaştırmaktadır. Ayrımcılığın ve şiddetin bu denli arttığı, bir arada yaşamın zorlaştırıldığı ülkede tüm medyayı ve sosyal medya kullanıcılarını bu nefreti üretmemeye, karşı çıkmaya ve engellemeye çağırıyoruz.”
Şeren: Yaşananlar hukuka aykırı
LGBTİ+ aktivisti Avukat Mahmut Şeren ise iktidarın LGBTİ+’lara nefret söyleminde bulunmasının hukuka aykırı olduğunun altını çizerek, “Son zamanlarda pek çok kişi LGBTİ+’lara yönelik nefret söyleminde bulundu. Bu ifadelerin nefret söylemi olduğu tespitini yapmak, ifade özgürlüğünün koruması altında olmadığını gösteriyor. Tartışacağımız şey yaşananların hukuka aykırılığı ise; evet hukuka aykırıdır. Evrensel hale gelen hukuk normlarının, Anayasa’nın ve tarafı olduğumuz uluslararası sözleşmelerin ihlalidir. Bu hukuki normlara sayısız örnek verilebilir, artık ezberledik hepsini. Cezai yaptırım ise kanunilik ilkesi nedeniyle ancak kanunla öngörülmesi halinde söz konusu olabilir” ifadelerini kullandı.
Türkiye’de nefret söylemini cezalandırmayı öngören bir kanunun olmadığını söyleyen Şeren, “Türk Ceza Kanunu’nun 216. maddesinin bu yönde düzenlendiği söylense de baktığımızda hem LGBTİ+’ları içermediğini görüyoruz hem de uygulamada bu maddenin dezavantajlı grupları korumayı bırakın, aksine cezalandırdığını ve egemenleri koruduğunu görüyoruz. Esasında bu meselenin çözümünü ve karşılığını düşünürken aklımıza ilk ceza hukuku geliyorsa bence yanlış yapıyoruz. Elbette, hukuken tanınmayı, korunmayı ve desteklenmeyi beklemek meşru bir talep. Ancak ilk bakacağımız yerin bu olmaması gerekiyor” dedi.
“Meselenin özü, sözü ve amacı politiktir”
“Geçtiğimiz cumartesi sabahı İstanbul Sözleşmesi’nin, Cumhurbaşkanı kararı ile feshedildiği haberiyle uyandık” diyen Şeren, bu usulün Anayasa’ya aykırı olduğu tespit edilebilir olduğunu söyledi. Buna ilişkin hukuki yolları denemek için bir avuç hukukçunun yeterli olduğunu belirten Şeren, “Meselenin kendisi, özü, sözü ve amacı politiktir. Dolayısıyla bizim itirazımızın ve cevabımızın da öncelikle politik olması gerektiğini düşünüyorum. Nefret söylemiyle mücadeleyi sadece yargı kurumlarına havale edersek kazanım elde etmemiz tek bir pencereden oldukça zor olacaktır. Hak mücadelesinin doğasında olan pratikle, yani topluma hitap ederek, öznelerle dayanışarak, politik araçları kullanarak eyleme geçersek kazanımlarımız daha geniş olacak. Bunun adresi de belli, adres LGBTİ+’lar ve LGBTİ+ örgütleridir. Bugün insan haklarını savunan, eşitliğe inanan ve toplumsal barış hayali olan herkes LGBTİ+’larla birlikte hareket etmek durumundadır” şeklinde konuştu.
“Her türlü müdahale, ifade özgürlüğüne müdahale”
6 Mart Cumartesi günü Kadıköy’de gerçekleşen Büyük Kadın Buluşması’nda en göze çarpan olaylardan birisi de kolluk kuvvetlerinin miting alanına gökkuşağı temalı herhangi bir şeyi almamak için müdahalede bulunmasıydı. Siyasi atmosferin gökkuşağı renklerine dahi karşı çıkmasına da değinen Avukat Şeren, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Gökkuşağı bayrağı LGBTİ+ hareketinin sembollerinden biri ve toplumda en çok bilinenidir. Aslında kişilerin ve toplulukların kendini ifade etme aracı olarak görebiliriz. Dolayısıyla gökkuşağı bayrağına yönelik her türlü müdahale, ifade özgürlüğüne yapılan müdahaledir. Bunun sınırları ise Anayasa'da ve diğer hukuki düzenlemelerde çizilmiştir. Barışçıl bir ifade aracı olan gökkuşağı bayrağı elbette yasaklanamaz. Bununla ilgili yazılı bir karar gösteremiyorlar çünkü karara o ezberlediğimiz gerekçeleri yazarlarsa da komik olacak. Bu nedenle zorbalıkla LGBTİ+'ların görünürlüğünü azaltmaya çalışıyorlar. Hak savunucuları elbette hukuki ve politik düzlemde bu uygulamayla da mücadele edecektir. Son olarak şunu söylemek isterim. Siyasi iklim, coğrafi iklime benzer sonuçlara sahne olacaktır. Günümüzde siyaset gibi coğrafi iklimin de sertleştiğini biliyoruz. Aşırı yağışlardan, fırtınalardan ve afetlerden sonra gökyüzünde yine gökkuşağını görüyoruz. Gökyüzünde engel olamadıklarına, yeryüzünde de engel olamayacaklar.” (MB/AS)