Seçim gecesi HDP İstanbul İl Merkezi’ndeyiz. Saat gece yarısını geçmiş, sonuçları izleme çalışması sonuna yaklaşmış, binadan ayrılacağız. Çıkışımızı her denememizde geciktiren şey durmadan çalan telefonlar.
Sonunculardan birisini açtım; karşımdaki orta yaşlı bir kadının sesiydi:
“Osmaniye’den arıyorum” dedi.
“Buradaki telefonunuza ulaşamadım, bu numarayı buldum. Biz ailecek MHP’liyiz, hepimiz size oy verdik. Bir gün size oy vereceğim hiç aklıma gelmezdi. Ama artık yeter, bu adamın gitmesi lazım, onun için size verdik.”
Kutlama, nezaket sözleriyle süren konuşmanın sonuna geldiğimizde şunları söyledi karşımdaki ses: “Şunu da söyleyeyim, biz size ‘emanet oy’ vermedik. Sizin duruşunuzu beğendik. Allah sizi de bizi de utandırmasın.”
Aynı gece, sayısını saymadım ama birkaç tane daha böyle telefon geldi, MHP tercihini HDP olarak değiştirmiş seçmenlerden. İçlerinde Burdur’dan, Samsun’dan arayanlar da vardı.
Şunu kendimize sorabiliriz:
Bir gece yarısı, 118 hattı ile internet vb. ile uğraşıp didinerek bulduğu telefonu açıp kutlama yapan bir bölük seçmenin ana kitlesinin nüfusu nedir?
Bunu şimdilik bilmiyoruz, ama şunu söylemek için kahin olmaya gerek yok; HDP’ye daha önce başkalarını tercih etmiş her partinin seçmeni oy verdi. Bunların kitle büyüklükleri sıralamasında, daha önce AKP’ye oy vermiş olanların başta geldiğini görmemiz büyük ihtimaldir. Bunu, daha önce CHP’ye oy verenlerin izlemesi, üçüncü sırada daha önceki tercihi MHP olanların gelmesi de büyük olasılıktır. Sandık sonuçları bazında yapılacak kayıp – kazanç analizi bunu ortaya koyacak.
“HDP’yi yok farz ediyoruz”
Bu sözleri MHP Genel Başkanı, 11 Haziran’da Fikret Bila’ya söyledi.
Şunları dedi Bahçeli:
“CHP, MHP, azınlık hükümeti hangisi olursa. MHP’nin HDP ile aynı amaç doğrultusunda faaliyet alanına girmesi söz konusu değildir. Kapalıyız. Çünkü HDP’yi yok farz ediyoruz.”
Bu sözler karşısında, HDP’yi arayıp kutlayan, desteğini bildiren MHP seçmeninin de Bahçeli’yi yok farz edeceğinden korkmak lazım; hiç mi korkmazlar insan merak ediyor. Bu kadar hayatla bağı kopuk, bu kadar hükümsüz bir siyaset okuyuşu olur.
Acaba Devlet Bey’i bir “devlet adamı” ziyaret edip ‘devletin bekası adına’ sahip olması gereken kırmızı çizgilerini mi hatırlattı; insanın aklına bu da geliyor doğrusu.
“MHP’yi HDP ile aynı kabın içerisine koyup Türkiye’de bir hükümet arayışı farklı amaçlar taşıyan bir yoldur. Bu tuzağa MHP düşmez.”
Neymiş o “farklı amaçlar” ? Bu sorunun cevabı var mı Sayın Bahçeli’de?
“Memleketin bölünmesi” diye cevaplasa kimi inanacak buna?
“Tuzak” demişken, Ağrı, Diyadin’de Efkan Ala eli ile kurulan tuzağı gördü mü Bahçeli?
Soralım o zaman:
Kim on farklı Anadolu şehrine on asker cenazesi gitsin istedi?
Kim bütün seçim sürecini berhava etmek, bütün Türkiye’yi bir linç meydanına çevirmek istedi?
Neden istedi? (*)
Peki, kim düşmedi o tuzağa?
Kim çatışmadı, kim korudu, sakındı o askerleri?
Tuzakları iyi sezen, hele de en memleket sever birinin burada kimden uzak duracağı, kimi kınayacağı, diyelim koalisyon görüşmelerinde ilke olarak kimi ‘yok farz edeceği’ açık değil mi?
Görüşmelerinden sonra Fikret Bila, ertesi gün köşe yazısını Bahçeli hakkında şu değerlendirme ile bitiriyor:
“Halkın, Ak Parti’nin ve CHP’nin diğer modellerle hükümet kuramadığını görmesini bekleyen bir yaklaşımı var.
Kurması halinde de MHP’nin nasıl bir ana muhalefet olacağını göstermeyi hedefliyor.”
Bila’nın saptaması doğru mudur, Devlet Bey böyle mi düşünüyor bilmiyorum, ama bu saptama çerçevesinde genel duruma ilişkin şu kanım var:
Hangisi olursa olsun AKP dışındaki partiler, diğerlerinin bir şey yapamadığını görmeyi bekleyen bir tutum izlerlerse, bu:
* Geçen zaman demektir.
* Geçen zaman, giderek getireceği atalet ortamı, kırılgan ekonomiye iyi gelmez. Elbette neredeyse başka bir çağdayız fakat, 70lerin ikinci yarısında benzer süreçler bu sonucu verdi.
* Erdoğan’ın iki muradından biri, eğer olacaksa bir koalisyonun içinde kesinlikle yer almak; çünkü yargılanma, hesap verme sürecini ancak koalisyon ortağı olarak önleyebilir, diğeri, partilerin koalisyon kurma konusunda atıl bir bekleme sürecinde kalması ile geçen zamanda ekonominin krize girmesi, böylece halkın kendisine verdiği dersten pişman olacağı bir ortamın ortaya çıkmasıdır. Bunu ummaktadır.
* Bu süreçte artık MİT’ten de bağımsız çalıştığı anlaşılan Erdoğan İstihbarat Örgütü eliyle yukarıdaki Diyadin örneğinden aşağı kalmayacak provokasyonlara girişilecektir.
Bunlar dikkate alındığında AKP dışındaki üç partinin ‘bekleyen’ değil devinen, ‘artık yeter’ demiş olan topluma yeniyi vaat eden, yapkın bir tutum içinde olmaları yerinde olur; bu Türkiye’ye yapılacak iyilik olur.
Fikret Bila ile söyleşisinde:
“Biz, Türkiye’de kaos yaratılmasını, kriz yaratılmasını istemeyiz. Kaos, kardeş kavgası istemeyiz, iç çatışma istemeyiz, istikrarsızlık istemeyiz” diyen Sayın Bahçeli de düşünmelidir:
Hırsızlık, yolsuzluk ve zulmün durduğu, bunların hukuk dairesi içinde soruşturulduğu, adil bir barışın sağlandığı bir ülkenin kurucu bileşeni mi olacak, yoksa hayatın hükümsüz kıldığı “farz etmeleri” ile beklemede kalıp, ülkeyi linç meydanına çevirmek isteyenler muradına erdiğinde, artık sıradanlaşmış “ülkücüler sokak hareketi içinde yoktur” açıklamaları yapmaya devam mı edecek.
Toplumun aklı, hafızası
Toplumun aklı suça ortak olmayı reddetti. Hafızası da suçu unutmayı reddetti.
7 Haziran seçimlerinde ortaya çıkan sonuç bu akıl ve hafızanın eseridir.
Toplumun, bilincinin altına iterek ruhen sakatlanmaktan kendisini sakındığı bu suçlar genel başlıkları ile hırsızlık ve öldürme suçlarıdır. Bunların yerel ve uluslararası yargı sisteminde, yolsuzluk, katliam, vatana ihanet ve halka / insanlığa karşı işlenmiş suçlar olarak yerleri var.
Toplumun ortak aklı, hafızası, şimdi kendisini sakındığı, sıyırdığı suçların gün ışığına çıkarılmasını bekler. Bu yapılmaz ise, hayat, bu suçların çeşitli iddialar, bir takım kuşkular olarak kaldığı bir sıradanlık ile sürer giderse, bu durum, ‘suç’ kavramının toplum nezdinde anlamını yitirdiği bir hale varır. O zaman, suçtan kendisini sıyırma isteğini ortaya koymuş ama bunun ile yüzleşememiş, suçu gün ışığına çıkaramamış toplum gerçekten ruhen sakatlanacaktır.
Bu şuna benzer:
Adında hem ‘Türkiye’ hem ‘Bilimsel’ hem ‘Teknik’ hem ‘Araştırma’ gibi ağır, ulvi sözcükler geçen ‘Kurum’, klişe tabirle üstelik ‘vatandaşın ödediği vergiler ile iş gören’ kurum, eski Başbakan’ın çocuğuyla arasında neredeyse gün boyu süren paraları sıfırlama konuşmasının kayıtları hakkında “dünyada görülmemiş bir yöntemle, birçok konuşmadan alınmış hecelerden oluşturulmuş bir havuzdan yapılan montajlarla üretilmiştir” diye rapor yazarsa, dünya buna güler ama, toplumda artık çalmak, haksız menfaat temini, rüşvet, irtikap suçlarının, bu sözcüklerin bir anlamı, hükmü kalmaz. Herkes çalar. Kimi müteahhitler bunu telefonda birbirlerine “milletin a… koyarak yapacaklarını” filan söylemeye başlarlar.
Bir hükümet gelip, hukuk çerçevesinde önce o raporu düzenleyen kurumun amirinden, uzmanından başlayarak bütün ilgilileri kovuşturmaz, sorgulamaz, olan biteni gün ışığına çıkarmaz ise toplumun ruhi sakatlığı iyileşmeyecek, derinleşecektir.
Mesele sadece bu değil. Vahşetin sıradanlaştırılması ve bunun ile yüzleşmemek de bir toplumsal ruh sakatlanmasına yol açar ki bu daha da vahimdir.
Çocukları uçaklarla öldürmek, sonra gidip katırlarını da kurşuna dizmek, ekmek keser gibi kafa kesen bir çeteyi kendine dost tutmak, onları TIR'lar dolusu silahla beslemek gibi işler yaparsanız, bu da vahşeti, öldürmeyi toplumda sıradanlaştırır. Bu suç anlamını yitirir.
O zaman bunun toplumun ruhunda yarattığı sakatlığın yansımasını durmadan rekor kıran kadın cinayetlerinde görürüz. Özgecan’ın katilinin duruşmadaki anlatımlarında görürüz.
Bir düzen gelip öldürmenin, zulmetmenin, savaşı, vahşeti körüklemenin suç olduğundan hareketle, işlenmiş tüm bu suçlar ile yüzleşir, bunları sorgular ise bu, toplumda örselenmiş olan canlı hayatına saygıyı yeniden tesis edecek, toplumu, bireyleri sağaltacaktır.
7 Haziran’da can havliyle aklını, hafızasını esirgeyen toplum bütün bunları beklemektedir. (HA/HK)
(*) Ağrı – Diyadin provokasyonu başkaca kanıt gerektirmeyecek kadar maddi gerçeklik ve sonuçları ile ortada. Yanı sıra Efkan Ala ile Ağrı Valisi arasında geçen konuşmanın kayıtları da montaj olduğu iddia edilen başka birçok kayıt gibi gerçek. Bu kaydın kamuoyuna ağırlıkla yazılı çözümünün açıklanmış olması, ses kaydının dolaşıma sokulmaması, kaynağı ile kaydı yayınlanan taraflar arasında, zamanında birlikte işlenmiş suçların ortaya ifşa edilip edilmemesi konusunda bir pazarlık kozu olarak değerlendirilmesindendir.
Aşağıdaki bağlantıda Akif Beki’nin ustalıklı! Ismarlama sorularını cevaplayarak kendisini aklamaya çalışan, ihtimal bu programı Beki’ye sipariş etmiş, Efkan Ala’nın söylemi de, tutukluğu da gerçeğin ne olduğunu bize anlatıyor.