Türkçeyi en iyi kullanan Dersimli Kürt şair Cemal Süreya, “Akan zaman değil mesafelerdir” derken bir gerçeğe işaret etmektedir: insanlar ve coğrafyalar arasında akışlar olmaktadır. Hem de bu akışlar, halkların birbirini kıra kıra, gözyaşı ve kan seli içinde yaşanmaktadır. Ancak ona göre akıp giden bu hayatta katil de hırsız da ne olduğunu bilmez. Çünkü hepsi “yeni hayat”ın acemileridir.
İşte Halkların Demokratik Partisi (HDP) bu “yeni hayat”ın kurucu öğesidir: yani bütün bildiklerimizin yeniden biçimleneceği; yeni bir şiir ve aşkın tasavvur edileceği, son kötü günler yerine “ilk güzel günleri”n filizleneceği bir zemin. İşte zaten “yeni”nin bu alışılmadık tadı nedeniyle hepimizin ağzı biraz ekşimsi bugünlerde: Cemal Süreya’nın dizeleri ile söylersek: “Kekre bir şey var bu havada / Geçmişle gelecek arasında / Acıyla sevinç arasında / Öfkeyle bağış arasında”…
Evet, bu topraklar bir açıdan bakarsanız kırılmışlığın, boğazlaşmanın, kardeşkanının akıtıldığı bir cehennemdir. Ama ne iyi ki “kardeşin kardeşe vurduğu hançer / İki ciğer arasında bağlantı kurar / Büyür, bir gün, zenginleşir orada”. İşte HDP bu büyümenin, zenginleşmenin evi, yuvası, sığınağı olmalıdır.
Görmek zorundayız ki; bu evi, yuvayı, sığınağı ancak “yeni hayat”ın dili ve zihniyetiyle kurabiliriz. Elbette “ne geçmiş tükendi / ne yarınlar”. Ama gelecek, geçmişin basit bir tekrarında saklı değildir: aksine yıllardan ve yollardan sonra yeniden yan yana buluşanlar olarak hayat hepimizi yenileyecek ve bu yenilenmiş hayat sayesinde sokaklarımızı denizlere çıkaracağız.
Bu nedenle HDP’yi geçmiş kötü günleri birbirimize durmaksızın anlatacağımız ve bu kötülükleri yapanlara öfkemizi kusacağımız bir mağduriyetler ve hınç anlatısı olarak görmüyorum. Aksine HDP’yi, dünün acılarını bir kez daha yaşamamak için ne yapmamız gerekiyorsa onu yapacağımız bir “gelecek” olarak okuyorum. Hiç kuşkusuz dünün ve bugünün Hızır Paşa’larına hep birlikte “Yürü bre Hızır Paşa / Senin de çarkın kırılır” demekten hiç imtina etmeyeceğiz. Hiç kuşkusuz günümüzün “tek adam”larına da, dünün “tek adam”larına yaptığımız gibi karşı çıkacağız. Bunda şüphe yok. Ama HDP’nin basit bir karşıtlık olmadığını; eşitlikten, özgürlükten, barış ve kardeşlikten yana bir taraf olma ve dahası bu hayatı kurma potansiyelini taşıyan bu topraklardaki tek siyasi örgütlenme olduğunu bilmemiz gerekiyor. O nedenle dilimizi, çabamızı, politikamızı bu iddiaya yakışır bir noktaya çekmek zorundayız.
Ancak bu nasıl olacak? Üzerimize çöreklenmiş ve bugünü yaşamamıza izin vermeyen geçmişin kahredici tahakkümünden biraz ötede durup, geçmişi reddetmeden ama geçmişe de mahkûm olmadan bir geleceği nasıl kuracağız? Zannederim bunun yanıtı HDP içerisinde birbirinden farklı ancak birbiriyle temas eden kişisel yollar inşa etmekte saklı. Zannederim bizi ben’e, ben’i de bize feda etmeden harmanlanmakta saklı işin sırrı: Ne bileyim kendi adıma bir kimliğimin akademisyen olduğunun farkındayım. Ama yine farkındayım ki, çok zeki, çok çalışkan ve çok özverili birisi olduğum için akademisyen falan olmadım ben. Aksine istemesem de sınıfıma ve kimliğime tanımlanmış ayrıcalıkların sonucudur akademisyenliğim. Öyle ya soy-sop olarak bakarsanız ben Türk, Müslüman, Sünni, Erkek ve Heteroseksüel bir kişiyim. Yani devletin “makbul”, “özde”, “birinci sınıf” vatandaşı…
O nedenle bugün işgal ettiğim akademisyenlik pozisyonumda, Türk dışı her etnisitenin, Müslüman dışı her inancın, Osman adımdan da aşikâr olduğu üzere tüm Alevilerin, kadınların ve gay, lezbiyen, trans bireylerin analarının ak sütü ve ana dili gibi haklı alacağı var. Çünkü biliyorum ki, saydığım toplulukların içerisinde de en az benim kadar akıllı, benden daha çalışkan ve özverili pek çok insan vardı. Ama onların pek çoğu benim kadar şanslı değillerdi. Çünkü benim gibi “makbul”, “özde” ve “birinci sınıf” vatandaş sınıfından değillerdi. Bu nedenle kapitalizmin ve ceberut bir devletin acımasız çarklarında hak ettikleri yaşamdan daha azı ile yetinmek zorunda kaldılar. Hatta kimisi daha iyi bir dünyayı var etmek amacıyla çıktığı yolda kayboldu ve öldürüldü. O nedenle hayatımın sonuna kadar bu insanlara ödemem gereken bir borcun olduğunun farkındayım: İşte HDP, benim açımdan bu “hayat borcu”nun ödenebileceği bir yaşam.
Ama zannetmeyiniz ki, bu topraklarda tek borcu olan benim. Aksine hepimiz borçluyuz birbirimize bu hayatta: Türkler Kürtlere Rumlara, Kürtler Ermenilere, Müslümanlar Alevilere, Ezidilere…
Ama bu kadar değil: en büyük borcumuzun, kapitalizmin herkesi ezen, sermayenin herkesi acımasızca sömüren doğasında çalışan işçilere, emekçilere, çalışanlara, alın teri dökenlere olduğunu, yani aslında birbirimize olduğunu görmek zorundayız:
Ne demişti Nazım bizler için:
“onlar ki toprakta karınca, / suda balık, / havada kuş kadar / çokturlar”
onlar ki “korkak, / cesur, / câhil, / hakîm / ve çocukturlar”
“ve kahreden / yaratan ki onlardır,”
“ve destanımızda yalnız onların maceraları vardır”
İşte HDP, tüm zaaflarına rağmen çalışanların ve emekçilerin var olan yaratıcılıkları ile kimliklerimizin var olma mücadelesini buluşturabildiği oranda bu topraklar için bir umut ve ümit demektir. Çünkü bizler Soma’da yerin altından gelen ölüm ile Roboski’de havadan gelen ölümün aynı karanlığın, aynı cinayet şebekesinin ürünü olduğunu biliyoruz. O nedenle Soma ve Roboski birbirine emanettir bu topraklarda.
HDP ise bu emanetin kurucusu, bekçisi, sürdürücüsü, geliştiricisidir. Bu nedenle HDP, Halaskargazi’de bir kaldırımda yatan Hrant’tan, Gezi isyanına; Haziran direnişinin var ettiği park forumlarından Lice’ye, Amed’e uzanan bir eşitlik ve özgürlük türküsünü var edebilmektir.
Görelim ki; tarih ve coğrafya önünde bunu başarmakla sorumluyuz. Ve bizler biliyoruz ki; “tavşan korktuğu için kaçmaz / kaçtığı için korkar”.
Kaçmadan, korkmadan HDP…(OE/NV)
* Osman Elbek, Adnan Menderes Üniversitesi öğretim üyesi