Bu yazı, kendini Türkiye solu içerisinde konumlandıran, radikal demokratik bir siyasi harekete destek vermekten çekinmeyeceğini ilan etme potansiyeli taşıyan, enternasyonalist olduğu ölçüde milliyetçilikten uzak durmaya çalışıyor olduğunu ve Kürt hareketinin temel hak taleplerine sempatiyle yaklaştığını varsaydığımız; ancak son kertede HDP'yi, içerdiği "Kürt" vurgusu nedeniyle eleştiren ve dahası farklı mecralarda bu siyasi hareketi "Kürt milliyetçisi" olmakla itham eden, hiç de azımsanmayacak sayıdaki solcunun oluşturduğu hedef kitle gözetilerek yazıldı. Bu hedef kitle; kalın çizgilerle vurgulandıkça içi boşaltılan "antiemperyalizm" vurgusuyla Kürt hareketini öteden beri Batı'nın piyonu olarak gören, bu olumsuz algısını özellikle barış için yapılan müzakereleri öne çıkararak "AKP-Kürt hareketi yoldaşlığı" yaftasıyla giderek saldırgan bir tarzda ifade eden "sol"la karıştırılmamalı. Açık ki, Kürt hareketinin ruhunu kavramaktan uzak bu ikinci kısım "sol" için, içinde "vatanseverlik" adıyla pazarlanan "Türk yurduna bağlılık" dışında herhangi bir kültürel hak talebinin yer aldığı herhangi bir siyasi oluşum zaten meşru değil.
Türkiye'nin en etkili muhalefet hareketi olarak Kürt hareketi, tarihsel olarak Kürt milliyetçiliğini de nicel olarak olmasa da güçlü bir vurguyla içinde barındırıyor. En saf haliyle, tüm kültürel milliyetçilikler gibi Kürt dilinin, Kürt kültürünün kadim ve kendine özgü olduğunun altını çizen ve kökleri 16. yüzyılın yazılı Kürt destanlarına uzanan bir kültürel sahiplenmenin, bugün asimile olmamış hemen her Kürt için geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Buna ek olarak, hatırlamakta beis yok ki; meseleye ulusal bağımsızlık bağlamından yaklaşan milliyetçiliğin, dört ülkeye yayılmış Kürt nüfusun tek bir Kürt devleti altında toplanması gerektiğine dair kadim inancı da Kürtlerin büyük kısmı tarafından farklı yorumlarıyla paylaşılan ancak her koşulda adı konmasına gerek olmayan bir gelecek tasavvuru hâlâ. Ancak bu ikinci yaklaşımın, en azından mevcut siyasal süreçte ve yine en azından şimdilik güçlü söylem olmadığı aşikâr. Kürt hareketi içerisinden, HDP ve öncülü olan siyasi oluşumların "bağımsızlık" vurgusunu giderek gerilere itip bunun yerine "demokratik özerklik" taleplerini dillendirmelerine yönelik sert eleştiriler gelmeye devam ediyor. İsmail Beşikçi gibi mühim isimlerce zikredilen bu eleştiri, kendi içinde tutarlılığı da barındırıyor zira 40 milyonluk bir ulustan, dünyanın kendi devletine sahip olmayan en büyük ulusundan söz ediyoruz.
Ancak, Kürtlerin yalnız bağımsızlık ve milliyetçilik vurgulu bir siyasete yönelmesi gerektiğini söyleyenler de, aksine Kürtlerin zaten milliyetçi olduğunu düşündüğü için bu harekete mesafeli duranlar da, mevcut rüzgârın beraberinde getirdiği büyük siyasi ve toplumsal açılımlar potansiyelini ne yazık ki ya görmüyor ya da görmezden geliyor.
HDP'yi Kürt milliyetçisi olduğu yönünde eleştirenlerin kendilerine sorması gereken, yanıtları çok net bazı sorular var. Her şeyden önce milliyetçilik kavramını ortaya attığımızda aklımızda beliren pratik, 150 yıllık "modern" geleneğiyle devletleşmiş Türk milliyetçiliğiyse, aslında koskoca bir inkâr, asimilasyon, kendinden olmayana yönelmiş sonsuz bir şiddet ve tabii ki tarihe rağmen yorulmak bilmez bir tekçilik anlayışından söz ediyoruz demektir. Her milliyetçilikte olduğu gibi Kürt milliyetçiliği de "öteki"nin varlığıyla, dahası Kürtlerin ötekinden farklı, özgül değerlerinin vurgusuyla inşa edilir, bu doğru. Ancak bu biçimde baktığımızda "öteki"ne karşı hegemonik olmanın peşinde bir Kürt milliyetçiliğinin, Kürt hareketi içerisinde güçlü, aşikar ve etkili bir damarı temsil etmediğini açıkça görürüz. Şurası kesin ki ezilen bir halk olarak Kürt'ün ötekisi Türk değil. Hareketin, tarihi boyunca Türklerle değil Türklük vurgusuyla ve hatta bu vurgunun pratik temsilcisi olan devletle ve onun söylemiyle mücadele ettiğini ise zannediyorum ki herkes biliyor, görüyor.
Buna rağmen HDP siyasetini, temsil ettiği siyasi değerler, söylemler düzeyinde değil milliyetçilik gibi aslında hiçbir nesnel kanıtı olmayan gerekçeler üzerinden eleştiren solun, hareketin taşıdığı potansiyeli görmesi için şöyle bir özet geçilebilir:
Bir kere HDP, taşıdığı ve arkasına aldığı dumanı üstünde devrimci pratiği, bugüne dek devletin tekçi anlayışının kurbanı olmuş tüm kesimlerin hizmetine sunma potansiyeli taşıyor. Kürt milliyetçiliğini de içerecek şekilde, "ezilen ulus milliyetçiliği" fikrinin evrensellik ideallerine ters düştüğünü düşünen tüm solcular için HDP, Kürtler merkezde olmakla birlikte tüm ezilen sınıfları ve kimlikleri ilgilendiren siyasetiyle bir fırsat olarak görülmeli.
Yaşadığımız süreçte siyaseten heyecan verici olan, aslında yine siyasetin tarihe ilmek ilmek yazılmış kanunlarında gizli: Ezilenlerin hareketi, baskı altında tutulan kimliğini yok olmaktan kurtarma sürecinde, baskın olan tarafından ezilen diğer her şeyi de kendi mücadele seline dâhil ediyor. Ne diyelim buna? Mesela toplumsal empati gücü? Olabilir... Her ne ise, başarılı bir siyaset etme yoluyla şimdilik en azından söylemsel olarak ikna kabiliyeti kazanmış ve başarıya ulaşmış gibi görünüyor. Bunun en görünür örneği, HDP siyasetiyle yol birliği yapan kadın mücadelesinin süreçteki rolünün büyüklüğü.
Hareketin, siyasetin kurallarını öğrenmiş ve alışıldık siyasi partilerden farklı olarak bu pratiğe çok ihtiyaç duyduğumuz etiği eklemlemiş olması da cabası. HDP'nin tüm vaatleri, seçim bildirgesindeki her cümle, temsilcilerinin ağzından çıkan her kelime, alışık olmadığımız bir siyasi etik filtresinden geçiyor. Dört yandan kusulan siyasi öfkeye, bizzat muktedir ağızlardan çıkan korkunç ifadelerin çokluğuna, saldırılara, linç girişimlerine rağmen gösterilen bu özenin, siyasi tarihimiz açısından nasıl bir öneme sahip olduğunu gelecekte sanıyorum daha iyi anlayacağız.
Meselenin bir de, eleştirilen tarafın dikkat etmesi gereken noktaları var tabii. Kürt hareketinin Türkiye koşullarında dönüşümü, gelişmesi, renklenmesi, teorik tartışmaya açılması süreci henüz tamamlanmadı. Bu, bir yanıyla harekete dair endişelerin bizce önemsiz nedenlerinden biri. Buna rağmen HDP'nin ve paydaşlarının, kendilerine yönelik bu şüpheyi, nedenleri ne olursa olsun dikkate alması, her durumda bir "öteki" içermekten kaçınması mümkün olmayan milliyetçilikle arasındaki mesafeyi yılmadan anlatmasında fayda var. Ulusalcılığın bayraktarlığını yapan partilere ve oluşumlara gösterilmeyen bu dikkatin, şu anki konjonktürde söyleminin her hangi bir anında ve yerinde milliyetçiliğin izine rastlanmayan HDP'ye gösterilmesi üzücü. Yine de HDP'nin, belli ki artık herkesi ilgilendiren bir özgürlük hareketi olarak bu şüphenin arkasında yatan ve aslında Türkiye solunun bir kesiminin geçmişten bu yana devletle kurduğu sorunlu ilişkiye dayanan nedenleri de irdelemesi, siyasetin bir gereği. Ek olarak, hareket içindeki milliyetçiliğin, koşulları, nedenleri ve geleceğiyle ilgili konunun hepimizce tartışılması gerekiyor. (MÇ/HK)