Türkiye’nin yükselen değişim, dönüşüm ve demokrasi talebine yanıt verecek güçlü bir siyasal partiye yakıcı biçimde ihtiyaç duyduğu bir dönemden geçiyoruz. Statükocu partilerden hiçbirinin bu ihtiyaca yanıt vermesi olası değil. Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyası, toplumda HDP’nin nitel olarak, bu ihtiyacı karşılayabileceği izlenimini güçlendirdi. Ne var ki, parti, henüz hedeflediği kitleleri kucaklayacak bir yığınsallığa ulaşamadı. Bunu fırsat bilen malum çevreler kışkırtıcı eylemlerle gelişmesini önlemek isteyeceklerdir. Kimi yerde radikal sol, kimi yerde de etnik bölücülük suçlamalarıyla saldırılara uğrayacak ve soyutlanmak istenecektir. Bunu aşmanın yolu partinin öngördüğü temel ilkelere uygun, tutarlı bir örgütlenmedir.
HDP iktidara aday güçlü ve yığınsal bir parti olmak zorundadır. Aksi halde tarihsel misyonunu ifa etmekte yetersiz kalır ve giderek marjinalleşir. HDP’nin yığınsallaşarak güçlü bir parti konumuna gelmesi hem tutarlı bir örgütlenme hem de toplumun değişim ihtiyacına ve yükselen demokrasi talebine yanıt vermesiyle olasıdır. Bu da “nasıl bir demokrasi? ”sorusuna yanıt vermemizi gerekli kılıyor.
HDP nasıl bir demokrasi için mücadele etmelidir?
Demokrasi statik bir kavram değil, ilerleyen bir süreçtir. Bireyin, emeğin ve toplumun özgürleşme sürecidir. Bu nedenle toplumsal gelişme tarihinin farklı aşamalarında farklı demokrasi pratiğini görmemiz doğaldır. Bu farklılığı bir insan ömrü içinde dahi görmek olasıdır. Örneğin 20. Yüzyılın ilk çeyreğindeki demokrasi ile aynı yüzyılın sonlarına denk gelen demokrasi arasında temel farklar olduğunu yaşı müsait olan herkes gözlemlemiştir.
Bugünkü Türkiye’de geniş halk kitlelerinin taleplerine yanıt verecek olan yönetim biçimi ancak çağdaş, gelişmiş, ileri bir demokrasi olabilir. O halde HDP’nin yığınsallaşarak misyonuna uygun bir parti konumuna gelmesi çağımızın en ileri demokrasi pratiğini benimsemesiyle gerçekleşir. Bu, radikal demokrasidir.
Radikal demokrasi nedir?
Çağdaş demokrasilerde halk kurtarılması gereken bir nesne değil, bir öznedir. Diğer bir deyimle halk kendisine rağmen yönetilen değil, yönetime fiilen katılması gereken bir antitedir. Siyaset de halkla beraber ve halkın rasyonel tercihlerine göre yapılması gereken bir uğraştır.
Türkiye’nin toplumsal yapısı ve bu yapıyı oluşturan sosyal güçler arasındaki ilişkiler açısından halkla beraber ve halkın rasyonel tercihlerine göre yapılması gereken siyaset çoğulcu, özgürlükçü, âdemimerkeziyetçi, hukukun üstünlüğüne ve merkezi devletin küçültülmesi perspektifine dönük olmalıdır. Bu, çağdaş ve ileri bir demokrasidir. Bunu anakronik biçimsel demokrasi algısından ayırmak için halk yığınlarının talepkâr olduğu ileri demokrasiyi radikal demokrasi olarak adlandırmak yerinde olur. Unutmamak gerekir ki, halk yığınları Avrupa Birliği’ne (AB) üye olmayı ve adını koymadan birlik normlarında özgürlükçü bir demokrasiyle yönetilmek istiyor.
Çağdaş çoğulcu radikal demokrasiyle çoğunlukçu demokrasinin farkı
Çoğulcu demokrasi, seçilenlerin halkı halkla beraber yönettiği bir siyaset ve yönetim pratiğidir. Oysa çoğunlukçu demokrasilerde iktidar sahipleri, toplumu, seçimle aldıkları vekâlete dayanarak, diledikleri gibi yönetme hakkına sahip oldukları anlayışı ile yönetirler. Bu anlayış, toplumdaki farklılıkları reddeden asimilasyoncu bir yönetim biçimidir. Tek uluslu bir devlet (ulus-devlet) oluşturmayı amaçlar.
Çoğulcu demokrasilerde toplum örgütlüdür ve örgütlü olmanın önü açıktır. Diğer bir deyimle çoğulcu demokrasilerin olmazsa olmazı, farklı etnik ve inanç topluluklarının, farklı cinslerin, farklı sınıf ve katmanların, dezavantajlı grupların örgütlü olarak siyasal yaşama katılabilme hakkına sahip olmasıdır. Çoğunlukçu demokrasilerde ise, örgütlenme hakkı ulus-devletin baskısı altındadır. Sürekli engellendiği için ya yoktur ya da sınırlıdır.
Çoğulculu demokrasi pratiğinde farklı toplumsal grupların sosyal, kültürel ve ekonomik taleplerinin yaşama geçmesi, ancak, her kademedeki yöneticinin ve ona bağlı devlet kuruluşlarının sürekli denetlenebilmesiyle gerçekleşir. Bu nedenle çoğulcu ve özgürlükçü demokrasiler denetime açıktır, oysa çoğunlukçu demokrasilerde iktidar, denetim kabul etmez, başına buyruk ve sorumsuzdur.
Siyasal yaşamımızı en çok meşgul eden Kürt sorunu, Alevi sorunu ile ezilen diğer etnik ve inanç gruplarının sorunları ancak, denetime açık eşit haklar temelinde çoğulcu ve katılımcı bir demokrasi içinde çözülür. Buna karşılık, çoğunlukçu iktidarlar tek kültürlü, ulus-devlet’ten yanadır. Bunların konjonktürel olarak tanıdıkları kimi hakların kalıcı ve sürekli olması söz konusu değil. Örneğin bugünkü iktidarın Kürtlere tanıdığı ve yasal dayanağı olmayan, kimi fiili hakların kalıcı olması ancak çoğulcu bir demokrasinin kazanılmasıyla süreklilik kazanabilir.
Öte yandan, temel demokratik hakları için mücadele eden etnik ve dinsel topluluklarla ezilen ve ötekileştirilen tüm dezavantajlı gruplar çoğulcu ve özgürlükçü demokrasinin özneleridir. Diğer bir deyimle çoğulcu bir demokrasi toplumu oluşturan farklı etnik ve inanç gruplarının omuzları üzerinde yükselir. Otoriterleşmeyi de ancak bu güçler önleyebilir. Örneğin, İspanya’da faşist Franko rejiminin gerileyerek son bulmasında Katalan ve Bask halklarının mücadelesi önemli rol oynamıştır. Buna karşılık çoğunlukçu rejimler, asimilasyoncu ve tek kültürlü ulus-devlet’ten yana olup otoriter eğilimlidir.
Toplumu oluşturan farklı etnik ve dinsel toplulukların, birinin diğerine üstünlük kurmadan, barış içinde bir arada yaşayabilmeleri ancak çoğulcu ve özgürlükçü bir demokrasinin kurulup işletilmesiyle gerçekleşebilir.
Alman filozofu Habermas da bir ülkede faşizmin önlenmesi için toplumu oluşturan farklı etnik ve inanç grupları arasında ayırım yapmayan ve bunlardan birinin diğerine üstünlük kurmasına olanak vermeyen “anayasal vatandaşlık” kavramına dayalı özgürlükçü bir demokrasinin gerekliliğini şart koşar.
Tekçi ve çoğunlukçu ideolojiler özünde otoriterdir. Bunların demokrasi görünümü altında yaptıkları kimi uygulamalar aldatıcıdır. Bir dinsel inanca, komünizme, faşizme ya da benzeri tekçi ideolojilere dayanan rejimlerle çoğunlukçu vesayetçi rejimler kaçınılmaz olarak otoriterleşir. Tek başına seçim demokrasi için yeterli değil. Unutmamak gerekir ki, totaliter ya da faşizan rejimler her zaman seçimle iktidar olmuşlardır. İran’da Ayetullahlar, İtalya’da Musolini (faşizm), Almanya’da Hitler (Nazizm), Rusya’da Stalin (Komünizm), Suriye’de Esat (Baasçılık) hep çoğunlukçu seçimlerle iktidara gelmişlerdir.
HDP Yığınsal ve İşlevsel Olmak İçin Nasıl Bir Yol İzlemelidir?
Türkiye’nin demokratikleşerek çağdaşlaşması ve sorunlarını aşabilmesi için tek çıkar yol, HDP’nin siyasette tekel kuran çoğunlukçu partiler karşısında, çoğulcu, özgürlükçü ve katılımcı güçlü bir Türkiye partisi konumuna gelmesidir. Bu da ancak, tekçi ideolojik saplantıları olmayan, yukarıda temel öğelerini saydığımız çoğulcu, özgürlükçü ve katılımcı bir demokrasiye gönül veren kadroların öncülüğünde gerçekleşebilir.
Ne var ki, HDP’nin bugünkü örgütlenme stratejisinde belirleyici olan eklektizmin ve tekçi ideolojilerin baskısından kurtulmadan, toplumun beklentisine yanıt verecek yığınsal ve güçlü bir parti konumuna gelmesi güç görünüyor.
Nazım Hikmet otoriterizmi eleştiriyor
Parklarda ağaçlarımızın üstündeydi tunçtan alçıdan ve kâattan gölgesi,
Taştan tunçtan alçıdan ve kâattan bıyıkları lokantalarda içindeydi çorbalarımızın.
Odalarımızda taştan tunçtan alçıdan ve kâattan gözleri önündeydik.
Yok oldu bir sabah, yok oldu çizmeleri meydanlardan,
Gölgesi ağaçlarımızın üstünden, çorbamızdan bıyığı,
Odalarımızdan gözleri.(TZE/EKN)
18 Şubat 1926’da Lice’de doğdu. İstanbul Tıp Fakültesi’ni bitirdi. 1965’te Türkiye İşçi Partisi’nden Diyarbakır milletvekili seçildi. 12 Mart’ta Diyarbakır Sıkıyönetim Cezaevi’nde “Kürtçülük” propagandası yaptığı iddiasıyla TCK’nin 142/1 maddesinden üç yıla mahkûm oldu ve iki yıl tutuklu kaldı. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra da beş kez tutuklandı. 1982-1989 döneminde Paris’te kaldı. Kürt sorunuyla meşguliyetini, düşünmeyi ve yazmayı hep sürdürdü. Kitapları: Doğu Dramı (1966), Devlet ve Ben (1995), Faili Meçhul Bir Cinayet (1994), Vatandaşlık Açısından Kürt Sorunu ve Bir Çözüm Önerisi (1997), Demokrasi, Çokkültürlülük ve Bir Yargısal Serüven (1999), Avrupa Birliği’nde Azınlıkların Korunması Sorunu Türkiye ve Kürtler (2001), Sol Siyaset Sorunları Türkiye İşçi Partisi ve Kürt Aydınlanması (2004), Millet, Milliyetçilik, Devlet ve Anayasa Sorunları (2004), Türkiye’de Demokrasi ve İnsan Hakları Sorunları (2004), Türkiye’nin Kürt Siyasetine Eleştirel Yaklaşımlar (2004), Türkiye’nin Çağdaşlaşması ve Kürtler (2006), Lice'den Paris'e Anılarım (2011). |