10 Ağustos seçimleri ardından an itibariyle seçim analizleri, rakamlar, temenniler, peşi sıra geliyor ve belli ki gelmeye devam edecek. Seçimlerle ilgili herkesin hemfikir olduğu mesele ise önümüzdeki dönemde Halkların DEmkratik Partisi'nin (HDP) kendinden bahsettirmeye devam edeceği noktası olsa gerek.
Son seçimlerde Selahattin Demirtaş gibi “tam isabet” bir adayın özelinde genel olarak HDP'ye dair; değerlendirmeye son derecede açık bir sonuçla karşılaştık. Bu sonucun HDP açısından 2015 seçimleri arifesinde hızla yanıtlanması gereken bir soruyu gündeme getirdiğini düşünüyorum.
Seçmen partisi
Yerel seçimlere bir kaç ay kala Halklarin Demokratik Kongresi (HDK); HDP ile seçimlere katılma kararı aldı. HDP'nin kuruluşu ise bu karardan iki yıl öncesine dayanmaktaydı.
Ekim 2012'de kuruluş dilekçesini sunan HDP'nin ilk eş bakanları Fatma Gök ve Yavuz Önen olarak belirlenmişti. HDK ile HDP arasındaki işleyiş daha o zamandan ilk soru olarak karşımıza çıkmıştı.
Hatta Radikal gazetesi (henüz kağıt bitmemişken) aklımda kalan bir haber başlığı ile duyurmuştu HDP'yi: “'Kongre'si bitmeyen parti kuruldu” [1]. Bu başlık bile merakların ne yönde olduğunu özetliyordu: HDK vardı peki HDP nasıl bir parti olacaktı? O vakit eşbaşkanlarla yapılan bir söyleşide Fatma Gök; “HDP'nin seçim ittifak ilkesi ne olacak?” sorusuna şu cümlelerle cevap vermekteydi[2]:
“Gerçekleştirmeye çalıştığımız insanca, onurlu, eşit vatandaşlar olarak demokratik ve adaletli bir Türkiye'yi kurmak üzere yola çıkmış insanlar olarak, bize katılmamış bütün gruplarla beraber hareket etmek isteriz. Bunlar bu süreçte daha da gelişecektir.”
Aynı soruyu Yavuz Önen ise şöyle yanıtlamıştı:
“HDP’nin müttefik bir cephe partisi olduğunu söylemiştim. HDP, tüm bileşenleri ile tek parti olarak seçimlere katılmayı hedefler. Bu temel ilkeyi söylemekle şimdilik yetiniyorum.”
O zaman için bu iki yanıtı birbirinin devamı olarak görsek de bugünden baktığımızda bu iki değerli yanıt arasında altını çizdiği tanım itibariyle bir fark bulunduğunu görebiliriz. Fark şu ki; Fatma Gök bir HDP'li tanımı yaparken Yavuz Önen HDP'yi bir cephe partisi olarak tanımlıyor ve bu noktada HDP'yi bir bileşim kümesi olarak sunuyordu.
Belki ikisi de cevap verirken böyle bir çıkarım yapılmasını hedeflemediler ama şu anda HDP içinde tartışılması gereken meselenin en erken örneğini sunduklarına dair bir izlenim veriyor bu cümleler. Bu tanımlama farkını somut olarak arka arkaya yaşadığımız iki seçimde gözlemleme şansı bulabileceğimiz için önemseyebiliz.
Yerel seçimlerde HDP içinde de aktif olarak çalışmalara katılım şansı yakaladım, zamanımın müsaitliği açısından. O süreçte sıklıkla vurgulanan bir durumdu bileşenlerin konumlanışı. Hatta seçim propaganda söylemi olarak da birçok yerde öne çıkarılan bir konuydu bu.
“HDP birçok bileşenden oluşur” der bilmem kaç tane olan bileşenleri tek tek sayardık soran olursa. Genelde soruyu soran da altını kalın kalın çizdirirdi, çevirir çevirir sorardı Barış ve Demokrasi Partisi'nin (BDP) durumunu.
BDP üzerinden HDP çalışmasına katılan biri olarak bu soruyu yanıtlamak çok zor olmuyordu, daha doğrusu karşıdakinin asıl olarak neyi merak ettiğini anlamak zor değildi: “Kürtler bu işin neresinde?” İşin ilginç yanı bileşenlerin de sıklıkla merak ettiği bir durumdu bu.
HDP çalışma olarak öne çıktıkça birçok bileşen kendi görünürlüğünün azalacağı kaygısını taşımaya başladı. Tüm uyarılara rağmen her türlü ortak etkinlikte bileşen flamaları bir şekilde ortaya çıkıveriyordu.
Seçime yaklaşıldığında ise bu durum daha da arttı. Hatta çoğu zaman bileşenler için HDP'ye gelen insanları “HDP'de mi bıraksak, yoksa kendi çalışmamıza mı katsak” ikileminin yoğun bir biçimde yaşandığını hissetmek mümkündü. Sonuçta yerellerde özünde bu gerilimin olduğu çok çetin sıkıntılar yaşandı.
Bu gerilimin odağında ise en fazla HDP'ye herhangi bir bileşen üzerinden gelmeyen insanlar bulunuyordu ki bu yüzden onları “bağımsızlar” olarak adlandırmak yerine “özHDPliler” olarak anmayı uygun görmekteyim. Keza kendileri ne yapacağı belirsiz “bağımsızlar” değil, HDP'ye emek veren HDP'lilerdi. Kısacası, yerel seçim zamanı sıklıkla bileşenler vurgusu yapmamızın en temel sebebi buna içeriden de ihtiyaç duyulmasıydı.
Seçimlerden hemen sonra BDP'nin HDP'ye katılmasıyla bu mesele daha da somutluk kazandı ve Emek Partisi'nin (EMEP) HDP'den ayrılıp HDK üzerinden birlikteliğe devam etme kararıyla sonuçlandı. Son derecede açık bir şekilde EMEP, kaygılarını dile getirdi[3].
Diğer bileşenlerde de benzer düşünceler olduğu ortada olsa da EMEP dışında bu adımı atan olmadı. Örneğin Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi'nin (SYKP) “BDP’nin, niyetinden bağımsız olarak, varlığını sonlandırarak tüm kitlesiyle HDP’nin içine yerleşmesi, HDP’yi kuruluş hedef ve yönelimlerinden uzaklaştıracak, halihazırda da baskın olan Kürt halk hareketinin siyasal hattının HDP düzleminde daha da belirginleşmesine yol açacaktır” şeklindeki yorumu EMEP'ten pek de farklı değildi.[4]
EMEP'in bu kararı alırken ortaya koyduğu argüman ise özetle BDP'nin katılımının HDP'nin kitleselleşmesine engel olacağı yönündeydi (BDP'nin radikal demokrasi referansını HDP'de sunması itibariyle). Daha yerelde ise bunu BDP kadrolarının HDP'de ağırlık kazanması ve bunun verilen kararları etkileyeceği kaygısı olarak okumak mümkündü.
EMEP bu kaygıları dile getirse de; aslında HDP'yi kitlesel olarak açacak üyelik, yerel meclis anlayışı, aşağıdan yukarı örgütlenme gibi meselelere hiç değinmemişti. Bunun da sebebi aslında bileşenler açısından açıktı: HDP bir seçim ittifakı olarak kalmalıydı[5] Aslında daha en başta EMEP, HDP'ye bakışını “Biz Emek Partisi olarak HDP’yi bir cephe örgütü, seçim gibi konjonktürel durumlarda yararlı işlevi olabilecek bir parti olarak görüyoruz. Ama bir “Türkiye partisi”, “yepyeni bir sosyalist parti” gibi görüşlere yakın değiliz. HDP'nin dönemsel bir geniş cephe örgütü olarak algılanması gerek.”[6] şeklinde özetliyordu.
Yerel seçim deneyimi de bu yönde yürütülmüştü mecburen. Esas olan HDK'dir denirken de HDP'nin seçimden seçime işleyeceği yönünde bir eğilim gösteriliyordu bileşenler cenahında. Oysa HDK'de kitleselleşme kaygısı BDP boyluboyunca katılsa da dillendirilmiyordu.
Çünkü HDP, çok daha somut bir sorumluluğun paylaşılması anlamına da gelmekte. Tabi bileşenlerin tüm bu görüşlerde Kürt hareketine bakışla ilgili sıkıntılar da mevcuttu. Ama HDP konusunda mesele, en azından söylemde, HDP'nin ve özelde HDP'liliğin ne olduğu noktasına takılmaktaydı.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ise bambaşka bir şey oldu. “BDP; HDP'ye katıldı, acaba nasıl olacak?” sorusu hala bazı kesimlerde geçerliliğini korurken BDP'nin son eşbaşkanı HDP ve HDK'nin tam kabulüyle cumhurbaşkanı adayı olarak belirlendi. Ve adayımız, bırakın HDP'yi, neredeyse tüm memlekette bütünleşme fikrini seçmene ulaştıran ve bunu kitleselleştiren bir tablo sergiledi.
Böylece bileşenlerin üstte anlatılan kaygısı ve tespitleri boşa düştü kanımca. Bir önceki seçimde ısrarla ne kadar çok bileşenimiz olduğu üzerinden yürüyen çalışma; CB seçimlerinde HDP'nin varlığını anlatmak üzerinden yürüdü. Bunun en somut kanıtı Demirtaş'ın sözlerinde de bulunuyor: “Ben aslında HDP'yi anlattım Türkiye'ye. Bu çizgimizden, bu duruşumuzdan vazgeçmeyeceğiz.”[7]
Gelgelelim HDP; CB seçimleri ile gönlümüzde yatanın altında bir sonuç alsa da kayda değer bir başarı gösterdi. Bu anlamıyla HDP “seçmen partisi” olabileceğini kanıtladı, yani rüştünü ispatladı. Fakat seçmen partisi olmanın tüm zaafları da seçim sonrası yapılan analizlerde kendini göstermekte.
Analizlerde en çok araştırılan soru şu: “HDP kimlerden oy aldı?” CHP'den mi, AKP'den mi, Alevilerden mi? vs. diye giden merak sıralaması sanıyorum asla rakamlar üzerinden giderilemeyecek. O yüzden çok sevsem de rakam okuma işine girişmedim. Kendime göre çok daha kestirme bir cevap buldum: Seçmen davranışı belirsizdir, sürprizlidir, bir o kadar da bilinebilirdir.
Örneğin herhangi bir parti seçmeninin bir gecede kalkıp da başka partiye oy vermeye karar vermesini beklemeyiz. Ama belli toplumsal kesimlerin (örneğin gençlerin) seçim dönemindeki atmosfere bağlı olarak tercihini, taleplerini değiştirebileceğini görebiliriz. Mesela “Gezi öncesi aday olan bir Demirtaş bu kadar oy alabilir miydi?” sorusu bu durumu özetler bir yanıt içermektedir.
Burada dikkat etmemiz gereken tek sonuç HDP'nin belli bir seçmene hitap edebilmiş olmasıdır. Bir tercih olarak kendini sunabilmiştir. Fakat baştaki tartışmamıza geri dönersek, HDP bununla yetinmeli midir? Elbette HDP bir seçim partisidir veya seçim ittifakıdır diye görüyorsak bu soruya cevabımız “evet” olur. Ne var ki “seçim partisi denen şey nedir ve bizim HDP ilkeleri diye sunduğumuz şeylerle ne kadar örtüşür, HDK; bu çelişkiyi örtmeye uygun bir araç olabilir mi?” gibi sorulara da yanıt bulmamız gerekir.
Dışımıza çıkarak düşünürsek, karşımızda zaten iki örnek var. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) örneğin, bir seçmen partisi. Yani her koşulda CHP'ye oy vermeye hazır bir seçmen potansiyeli var CHP'nin.
Fakat doğası itibariyle de çoğu zaman CHP, seçmeninin ne yapacağını bilemiyor ve az önce de gördüğümüz gibi hezimete uğruyor. Seçmenler ise partinin organik bir parçası değil. Parti diğer yanıyla kadro partisi olarak çalışıyor. Seçmeniyle kurduğu tek organik ilişki söylem üzerinden ilerliyor. AKP ise tam anlamıyla bir taban partisi. Oy oranlarının ne olursa olsun çok fazla oynamaması da bundan kaynaklı. HDP bu iki örneği, bu özelliklerine bakarak ele alıp bir karar vermek durumunda.
Taban partisi
Elbette Adalet ve kalkınma Partisi'nin (AKP) tabanıyla kurduğu ilişkiyi, örgütlenme yöntemlerini benimseyecek değiliz. Lakin burada amaç taban partisinin, seçmen partisinden farkını ortaya koyabilmek. Dikkat ederseniz bu partilerden bahsederken de dile yansıyan bir durumdur.
Örneğin genelde “CHP seçmenine seslendi” diyerek yapılan haberler, AKP'den bahsedilirken “tabanına seslendi” şeklinde sunulur. Burada elbette “seçmen-taban-parti” arasında kurulan hiyerarşik ilişkiye de bir gönderme mevcut. Yine de CHP, seçmenlerinin seçtiği düşünce üzerinden örgütlenir ve o düşünce zaten hali hazırda vardır, sadece yeniden üretilir diyebiliriz.
CHP'de mesele taban değildir, seçmenin tutkalı ideolojidir-fikirdir yani örgütlenme öne çıkmaz. AKP ise seçmeninin seçtiği bir düşünce üzerinden yürümüyor (HDP için böyle olmalı anlamı çıkarılmasın).
Açıkçası AKP ideolojisi, tanımlamaya çok müsait değil. Ben neoliberal derim, diğeri muhafazakarlığa vurgu yapar ama çeşitlendirmek mümkün. Fakat AKP seçim öncesi, tüm geçmiş seçimlerden daha farklı bir söylemle gelse bile taban örgütlülüğü üzerinden yürüdüğü için çok fazla fire vermeden yoluna devam eder.
Bu durum, AKP tabanının yıllardır süre gelen (artık tükenişe varan, ya da boşa düşen) toplumsal bir dinamiğe tekabül etmesidir. Anadolu sermayesi de denebilir, başka tanımlamalar da yapılabilir bu dinamiğe. Oysa ismi artık anılmayan partilerde ve son olarak CHP'de de gördüğümüz gibi taban bir dinamik üzerinden yol almadığı için oy oranları ciddi çalkantılar gösteriyor, seçmen davranışına tabi olarak. Sadece üye oranlarına bakarak bile bir fikir sahibi olabiliriz. Kasım 2013 rakamlarına göre üye sayısı[8]:
AKP: 8 milyon 83 bin 665
CHP: 973 bin 363
MHP: 364 bin 475
BDP: 49 bin 938
HDP: 487
Bu açıdan taban partisine bir diğer güzel örnek de BDP (ve öncelleri olan partiler) idi. BDP'nin oyu hiç bir zaman sürpriz olmadı. Yukarı çıktı ama asla belirgin bir düşüş yaşamadı. Uzun lafın kısası BDP de bir taban partisi özelliği olarak örgütlüydü, bir dinamiği örgütlemekteydi. BDP'li olmak, seçimden seçime değil, gündelik hayatta da BDP'li olmayı gerektiriyordu.
HDP'nin Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra geldiği yol ayrımı bence burada yatıyor. HDP tüm bileşenleri ve katılımcılarıyla beraber bu sorunun yüklediği sorumlulukla bir hat belirlemek durumunda. HDP ya bir seçmen partisi olacak ya da bir taban partisi. Seçim sonuçları bu soruyu sordurduğu kadar, yarattığı ilgiyle beraber, ikinci yolda ilerlemeye çağırıyor gibi duruyor. HDP'nin, HDK'nin yarattığı konsensus ortamını da aşıp kendi tabanını yaratmaya, tabanı ile yürümeye dair bir adım atması elzem görünüyor.
Bu yalnızca HDP için değil hali hazırda bileşeni yada destekleyicisi olan örgütler için de elzemdir. Yıllardır atomize bölünmeye takılıp kalmış 68-80 kuşağı üzerinden yönetilen batı solu da buna ihtiyaç duyuyor. Öte yandan HDP'nin önemli dinamiği Kürt halkı için de siyasetini olduğu gibi yürütebildiği demokratik bir alana ihtiyaç var (DBP, bir kadro partisi olacağını da açıklamışken). HDP'nin, seçmenine tabanından daha fazla önem verdiği sürece bu tabanda büyük kayıp yaşaması kaçınılmaz.
Tabansız yerelin imkansızlığı
Zaten HDP'nin en önemli vurgusu olan yerellik de taban partisine gönderme yapmaktadır. Son iki seçimde yerel çalışma denen şeyin o yerelde varolan bileşenlerin bir araya gelmesi, 3-5 tane de yeni HDP'linin hazır bulunması olarak algılanmaması gerektiğini fazlasıyla gördük. Bu haliyle durumu özetlersek, Demirtaş yerellerde açılan stantlarla oyunu arttırmadı.
Öyle olsaydı işimiz pek kolay olurdu ki değil. Yereller geçen seçimlerden kalan pratikle beraber yakıcı sorunlarla boğuşuyor. Gençlere neredeyse nefes aldırmayan, küçük hesaplara boğulmuş, kibirli “yönetici” pozisyonu şeklinde kronik tavırlarla yıllanmış siyaset yapma tarzını ve ilişkilerini HDP'ye dayatan bir yığın problem yaşanıyor.[9]
Bu konuda oluşan haklı eleştirilerin ise maalesef adresi, muhatabı yok gibi. Derdini anlatmaya çalışanlar ise “üstten” tavırlarla sindirilebiliyor ve sorunlar derinleşiyor. Elbette bu tavırlar HDP'ye ve onun savunduğu fikirlere maledilemez. Bunlar eskiden kalma hastalıklardır. Lakin HDP'nin tabanına dönmesi gerçekleşmezse HDP'nin yerelleri bundan ibaret kalacaktır. Kimsenin de böylesine güzel bir adım atmış bir örgütlenmeye bunu yapma hakkı yoktur diye düşünüyorum.
Özetle eğer HDP taban partisi yolunda ilerleyecekse önüne acil hedefler koymalıdır. Bunlardan biri bileşenlerin kaygılarını gidererek üye kampanyası yapmaktır. Elbette üye kampanyası da internet sayfasında imza toplamak gibi “hazin ve çaresiz” bir mecradan ilerlemek zorunda değil.
Bunun ortaklaşa bilince çıkarılması gerekiyor. İkinci olarak da il ve ilçeler bazında, yeni üyeleriyle beraber kongrelere gidip atamayla değil demokrasiyle yönetilme denemelerine başlanmalıdır. Mutlaka her adımda hatalar yapılacak, hiçbir şey ilk elden dört dörtlük olmayacaktır.
Yine de önümüze neyi hedef olarak koyduğumuza bağlı olarak hatalarımız artmaya, derinleşmeye değil, azalmaya eğilim gösterecektir. HDP'nin halkların haklı mücadelesinde araçlardan biri olduğunu unutmamak gerekir. Bu aracı en iyi şekilde kullanmak tarihi ihtiyacımız ve sorumluluğumuzdur. (MŞ/HK)
[1] http://www.radikal.com.tr/politika/kongresi_bitmeyen_parti_kuruldu-1104993
[2] http://www.halklarindemokratikkongresi.net/soylesi/halklarin-demokratik-partisi-hdp-es-baskanlari-fatma-gok-ve-yavuz-onen-basarmaktan-baska-caremiz-yok/38
[3] http://emep.org/emek-baris-demokrasi-blogundan-hdk-hdp-orgutlenmesine/
[4] http://siyasihaber.org/dosya/sykp-parti-meclisinin-hdkhdp-degerlendirmesi