Halkların Demokratik Partisi (HDP) milletvekillerinin tutuklandığı 4 Kasım 2016 tarihine giden süreci anlamak için filmi geriye sarmak gerekiyor. Çünkü gerek Ortadoğu’da gerek dünyada meydana gelen gelişmeler Türkiye’yi de etkiliyor. Özellikle Kürtlerin her gün biraz daha dünyada objektiflere girmesi beraberinde birçok fırsatı ve riski getirdi. Artık bir şey çok netti: Ne dünya eski dünyaydı ne Ortadoğu ne de Kürtler. Dolayısıyla Kürtler başta olmak üzere bölgenin “ötekilerini” hesaba katmadan yol almak mümkün görünmüyordu.
Türkiye de Kürtleri görmeyi tercih etti. Bu nedenle Ortadoğu yaşanan hercümercin aksine Türkiye’de barış rüzgarları esiyordu. Bu süreçte HDP de tabanını genişleterek yeni bir Türkiye hayaliyle gelişiyordu. Özellikle Ağustos 2014’te Cumhurbaşkanlığı seçiminde HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın toplumun her kesimi tarafından kabul edilmesi büyük değişimleri işaret ediyordu. Dolayısıyla Türkiye; esprileriyle, zekasıyla, üslubuyla, idealleriyle, karizmasıyla yeni bir lidere hazırlanıyordu.
7 Haziran bir milattır
Her ne kadar ön plana çıksa da Demirtaş başarının örgütlü mücadeleden kaynaklandığını ifade ediyordu. Çünkü HDP’nin topluma vaat ettiği geleceğin esas iki kaynağı, seçim beyannamesi ve parti programıydı. Bu nedenle Şubat 2015’te Demirtaş’la yaptığım röportajda onun karizmasına vurgu yaptığımda “Partimizin bir programı var, vaatleri var. Özgürlük dünyası diyebileceğimiz bir mücadelesi var. Biz bunu daha çok ön plana çıkarmak istiyoruz” cevabını vermişti. Dolayısıyla HDP’nin Türkiye halklarını kucaklayan siyaseti, Demirtaş’ın kabiliyetiyle de birleşerek bir 7 Haziran başarısını yarattı.
7 Haziran, sonuçları itibariyle Türkiye siyasal tarihinde bir milat oldu. Eğer bir milat olmasaydı, yaşanan bütün acılara rağmen bir yerden sonra yeni bir iklim de oluşabilirdi. Çünkü 2012 yılında da benzer bir atmosfer vardı. BDP’li vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılması her gün teklif ediliyordu. Gözaltı ve tutuklamalar aralıksız sürüyordu. Newroz kutlamalarına izin çıkmıyordu. Çatışmalı bir süreç yaşanıyordu. Cezaevlerinde ölüm oruçları vardı. Ama bu zor süreç 2013 yılı ile birlikte yerini barış iklimine bırakabildi. Siyasi partilerin ortak karşı duruş sergilediği 15 Temmuz darbe girişiminden sonra da böyle bir fırsat doğabilirdi. Ama bu istenmedi, fırsat tanınmadı buna.
4 Kasım’dan sonra
Bunun sonucunda da 4 Kasım 2016’dan bu yana Eş Genel Başkanlar dahil olmak üzere HDP’li 15 milletvekili tutuklandı. Şu an 9 HDP’li milletvekili halen cezaevinde. Otuza yakın milletvekili çeşitli zamanlarda gözaltına alınıp bırakıldı. Yine HDP’li 5 vekilin de milletvekilliği düşürüldü.
Bu süreçte benzer şekildeki durumlara ilişkin geçmişteki hukuki içtihatlar HDP’liler için uygulanmadı. Anayasa Mahkemesi olumsuz dahi olsa bu konuda görüş bile beyan etmedi. Dolayısıyla hukuki tıkanıklıkla birlikte HDP’li vekiller Meclis’in yasama faaliyetlerinden mahrum bırakıldı.
HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’la ilgili dosyalar da mahkeme mahkeme dolaşırken beraberinde her gün yeni hukuk skandalları yaşanıyordu. Öncelikle Diyarbakır’dan 1700 km uzakta Edirne’de hapsedilmesi anlaşılır gibi değil. Kendisiyle yapılan röportajlara uygulanan sansür ve engellemeler de. Buna karşın Demirtaş “siyasetçi her zaman sözüyle vardır” diyerek makaleler, öyküler, şiirler yazdı; resimler çizdi, kitap yayınladı. Söze, diyaloga, barışa inanan bir liderin tutuklu kaldığı her saniye demokrasiye bir darbedir. Çünkü ortada 6 milyon seçmenin oyunu alıp onların temsilcisi olma gerçekliği var.
Bu hakikate rağmen tutuklu bulunduğu dosya için tutukluluğundan 399 gün sonraya 7 Aralık 2017 tarihine gün verildi. Bu durum daha çok “Ne kadar içerde tutabilirsek bizim için iyidir” yaklaşımına işaret ediyor. Bu yetmezmiş gibi, hukukun hiçbir türlüsüyle bağdaşmayacak şekilde Demirtaş’la ilgili algı operasyonları son sürat devam ediyor. “Bir yalan ne kadar tekrarlanırsa o kadar inandırıcı olur” politikasına ciddi ciddi bel bağlanmış durumda. Oysa Demirtaş, 2007 yılından bu yana en kritik dönemlerde siyasetin merkezinde yer alan bir lider. Bütün söyledikleri ortada. Bu nedenle gerçekten vicdan ve adaletli olmak, hakkaniyetli davranmak gerekiyor.
Demirtaş’ın barış kararlılığı
Demirtaş’ın söylem ve eylemlerine bakıldığında her zaman barışı ortaya çıkardığını görüyoruz. Bu nedenle Mayıs 2015’te Mersin HDP il binası bombalandığında Demirtaş’ın sözleri “Biz inadına barış diyeceğiz. Hiçbir insana ayrım yapmayacağız. Sarılacağız, ellerinden tutacağız. Onların inadına yapacağız. Biz artık başka bir yolun yolcusu olamayız.” şeklindeydi. 7 Haziran seçimlerine iki gün kala katıldığı Diyarbakır mitingi bombalandığında da “Bizim ihtiyacımız olan şey barıştır, barış. Biz inadına ne yapmaya çalışırlarsa çalışsınlar inadına bu ülkede barışı sağlayacağız. O barış bu ülkeye gelecek.” diyordu.
Suruç Katliamı’ndan sonra da Demirtaş’ın duruşu netti: “Demokrasi, adalet ve barış ilkelerinden vazgeçmeden, birbirimize kini, öfkeyi büyütmeden, her gün her saat ne kadar saldırırlarsa saldırsınlar, kardeşliği büyüterek, bu ülkede huzur içerisinde yaşayacağız.” Yine Eylül 2015’te HDP Genel Merkezi dahil olmak üzere partisine yönelik yüzlerce saldırı yapıldığında da Demirtaş öfkeye teslim olmadan acıların son bulması için barış çabalarını sürdüreceklerini ifade ediyordu. Barıştaki bu ısrar, 10 Ekim katliamından sonra da sergilenirken “Umudumuzu yitirmeyelim” çağrısı yapılıyordu.
Demirtaş’ın barıştaki ısrarı Ağustos 2016’da IŞİD’in Gaziantep’te bir Kürt düğününe saldırdığında da vardı. “Acının büyüklüğüne rağmen” barışta kararlı olmaktan bahsediyordu. Yine şehirlerde daha çatışmaların başlamadığı günlerde Demirtaş, bunun önüne geçmek için düzenlediği barış mitinglerinden bir tanesinde "Biz Kürt gençlerine asla savaşı, şiddeti önermiyoruz. Biz varız, silaha gerek yok diyoruz. Seçtiğiniz vekiller olarak en önde biz olacağız. Demokratik siyasetle mücadelemizi yürüteceğiz.” çağrısı yapıyordu. Demirtaş’ın barıştaki ısrarı ve kararlılığı cezaevine girdikten sonra da devam etti. Bu nedenle Eylül 2017’de İstanbul’da düzenlenen Barış Mitingine gönderdiği mesajında “Bizler barış söyleminden asla taviz vermeyeceğiz.” ifadesini kullanmıştı.
Demirtaş’ın “sözü”
Kısacası HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın tutuklanması toplum tarafından sindirilmedi hiçbir zaman. Yapılan anketlerde hukuka güvenin yerlerde olması da bunu gösteriyor.
Siyasetçiler sözleriyle var olmalıdır. Çünkü sözün olduğu yerde tartışma olur, müzakere olur ama çatışma olmaz. Bu nedenle Demirtaş’ın “sözü”ne sahip çıkmak her kesin yararınadır. Çünkü onun “sözü”nde barışı, kardeşliği, sevgiyi ve demokrasiyi görüyoruz. Dolayısıyla Demirtaş daha çok konuşmalı. Toplumun buna ihtiyacı var. Tam da Yunus Emre’nin dediği gibi, “Söz ola kese savaşı.” (İG/AS)