HDP geçtiğimiz Pazar günü 2. Olağan Kongre’sini gerçekleştirdi.
Öncesinde BDP, HDP’ye katılacağını açıklamış ve ‘dar bir kadro partisi’ olarak yoluna devam edeceğini açıklamıştı. Bu açıklamadan sonra BDP milletvekilleri HDP’ye katılmış ve HDP mecliste grup kurma imkanına kavuşmuştu.
HDP’nin yeni seçilen parti meclis üyesi Garo Paylan, bianet’e verdiği demeçte, HDP’nin yeni dönem perspektifini çok net ifadelerle ortaya koyuyor:
Paylan’a göre HDP, “yeni dönemde bir seçim platformu olarak değerlendirilmeyecek. Partilerin kendi merkezlerinde kalacağı ve yalnızca seçim dönemlerinde güç birliği sağlanan bir parti olmayacak. Artık HDP bir kitle partisi olacak. Tüm partiler de en değerli kadrolarını HDP'ye aktardılar. Bu anlamda tüm güçlerin birleşeceği, tüm Türkiye'de örgütlenecek ve partilerin tüm mücadelelerini buraya aktaracakları bir parti olacak.”
Paylan devamla, bundan önceki dönemlerde partilerin enerjilerinin büyük kısmını kendi partileri için harcadığını anlatıyor ve yeni dönemde tüm partilerin en değerli kadrolarını HDP’ye aktardıklarına dikkat çekiyor.
HDP kuşkusuz bir özlemin ama daha çok kendini her geçen gün daha şiddetli bir şekilde dayatan bir ihtiyacın ürünü olarak, büyük bir emek ve çabayla ortaya çıktı. Bunda da en önemli rolü, HDP’yi ‘Kürt özgürlük hareketinin birlik arayışı’ olarak nitelendiren PKK lideri Abdullah Öcalan’ın oynadığı kuşkusuzdur.
Zira başka türlü BDP’nin ‘dar bir kadro partisi’ olarak yoluna devam edip, HDP’ye katılması, öyle kolay, sancısız olmazdı.
Bu yazıda esas olarak ‘HDP kitleselleşmek için ne yapacak?’ sorusu üzerinde durmak istiyorum. Nitekim BDP’nin HDP’ye katılmasını istemeyen bazı seçmenlerinin dayandığı nokta, ‘Yıllardır seçim ittifakları yapıyoruz ama oy oranımız belli. Son seçimlerde de farklı sonuç çıkmadı,’ oluyor.
Ve evet, eğer HDP kendi siyasal kadrolarını oluşturup, sokağa inmezse, kendini hücre hücre örgütlemezse, Türkiye’nin siyasi denklemine etkisi dişe dokunur bir farklılık göstermeyecektir; oy oranı yine yüzde altı bandında salınım yapmayı devam edecektir.
HDP’nin kitleselleşmesinin tek ölçüsü oy oranları da değil; nitekim BDP geleneğinin oy oranı yıllardır aşağı yukarı aynı seviyede ama Türkiye siyasetine etkisi, dinamik halk / eylem gücünden kaynaklı, belirleyici konumdadır.
Bu noktada HDP’nin, eski Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel’in ifadesiyle, ‘Gezi’yle Amed’i buluşturmak,’ son derece önemlidir.
Ama bundan önce de önemli bir şey var ki, önce BDP’lilerin ve artık HDP’lilerin bunu ince ince düşünmeleri gerekiyor: LÎCE!
PKK lideri Öcalan, Lîce’de iki gencin katledilmesini provokasyon olarak nitelemiş ve arkasından da KCK, kitlesel eylemlerin arttırılması, yol kapatma, askerleri alıkoyma gibi yöntemlerden de vazgeçilmesi çağrısı yapmıştı.
‘Karakol istemiyoruz,’ talebiyle yapılacak eylemlerin yöntemi kuşkusuz, yol kesmek, asker alıkoymak olmamalıdır. Ancak bu noktada sorulması gereken sorular var: Barışçıl yöntemlerle önemli sonuçları olacak, çözüm sürecini sağlıklı bir rotaya sokacak 'Karakol istemiyoruz!' eylemlerine kim öncülük ediyor? Karakolların inşa edilmesine en çok BDP karşı çıkıyorsa, o zaman neden bu eylemlerin öncüsü BDP değil? Bu yönüyle bakıldığında, bu eylemlere doğru öncülük yapamadığı için, Lîce’de olan bitenin bir sorumlusu da BDP/HDP değil midir?
En can alıcı soru da şu: BDP, yerel seçimlerde kendisine aday adayı olarak binlerce kişi başvuruyorken, Diyarbakır’dan 10 bin kişiyi Lîce’ye taşıyamıyor mu?
Lafı çok uzatmadan şuraya getirmek istiyorum: HDP’nin kitleselleşmesi, CHP'den şikayetçi ama çaresiz CHP’ye oy verenlere, Alevilere de kendini anlatabilmesi hayati önemde ancak HDP’nin Kürdistan’da da halkla yeniden buluşması, öncülük düzeyi kazanması ve AKP’ye oy veren Kürtlere kendini anlatabilmesi de çok önemli.
HDP bu eksende gelişim sağlayamaz, seçim partisi olup, dinamik kitle partisi olmaya başaramazsa, taze kan alması bir yana, kan kaybedecektir. Bu da HDP'ye bağlanan umutların bir kez daha yeşertilmesi mümkün olmayacak şekilde, kırılmasına yol açacaktır. (BA/EKN)