Türkiye’nin yakın tarihinde solun (CHP) iktidar olmasını önlemek amacıyla sağ partilerin bir araya gelerek Milliyetçi Cephe (MC) hükümetlerini kurdukları henüz hafızalardaki yerini koruyor. 1. MC hükümeti Demirel’in öncülüğünde ‘Solu iktidar yapmayalım’ sloganıyla Adalet Partisi (AP), Milli Selamet Partisi (MSP), Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve Cumhuriyetçi Güven Partisi’nin (GP) katımıyla 1975’te kuruldu ve iki yıl sürdü. 1977 seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) yine çoğunluk partisiydi. Hükümet kurmasını önlemek için AP, MSP ve MHP’den oluşan 2. MC hükümeti kuruldu. Ancak bir yıl sürebildi.
Bugün de 3. MC gündemde. Ama bu kez CHP dışlanan değil dışlayıcı konumda. AKP ve MHP gibi Türkiye sağının iki güçlü partisiyle birlikte Halkların Demokratik Partisi’ne (HDP) karşı 3. MC içinde yer almakta. Amaç Kürt siyasal hareketini ve Türkiye solunu parlamentodan çıkarmak ya da etkisizleştirmek…
Sayın Erdoğan 15 Temmuz darbe girişiminin hezimete uğramasından hemen sonra ülkedeki darbe karşıtı ortamın sağladığı özgüvenle AKP, CHP ve MHP’yi Saray’da bir araya getirdi. Bu girişimin görünürdeki amacı darbelere karşı birlik mesajı vermekti. Ne var ki, Sayın Cumhurbaşkanı işgal ettiği mevkiinin bir gereği olarak tarafsız olmaya ve ulusun birliğini sağlamaya özen göstermesi gerekirken anayasal sorumluluğunun dışına çıkarak HDP’yi Saray’daki birlik toplantısına çağırmadı. Bu toplantıda kararlaştırılan “Demokrasi ve Şehitleri Anma Mitingi”ne de HDP çağrılmadı. Arkasından yine AKP, CHP ve MHP’nin bir araya gelmesiyle yeni anayasa çalışmaları başlatıldı. Solcu CHP, salt zevahiri kurtarmak amacıyla HDP’nin de bu etkinliklere katılmasını dile getirdi. Ama ısrarcı olmadı.
Erdoğan’ın Saraya davet ettiği parti liderleri arasında nelerin görüşüldüğü ve hangi kararların alındığı kamuoyuna açıklanmadı. Ama olayların gidişatından ve liderlerin yaptığı konuşmalardan Erdoğan’ın öncülüğündeki 3. MC’nin oluşturacağı ‘Yeni Türkiye’nin’ nasıl şekilleneceğini tahmin etmek mümkündür.
Yeni Anayasa nasıl olacak?
Yeni anayasa çalışmalarında AKP ve MHP arasında görüş ayrılığı yoktur. Sayın Erdoğan’ın sık sık tekrarladığı “Tek Millet, Tek Vatan, Tek Devlet, Tek Bayrak” sloganı her üç parti tarafından da benimsenmekte. Yeni anayasanın bu dört ilkeye göre düzenleneceği açıktır. Ancak, Erdoğan’ın gönlünde bu dörtlüye ‘Tek Başkan’ ilkesinin de eklenmesi yatmakta. Bunun için bir formül arandığı biliniyor.
Kılıçdaroğlu’nun Yenikapı konuşmasında Erdoğan’ın Başkanlık arzusuna ortak bir çözüm bulunduğu anlaşılmaktadır. Bilindiği gibi 15 Temmuz öncesinde CHP adına yapılan bütün açıklamalarda anayasaya göre tarafsız olması gereken Erdoğan’ın taraflı davrandığı ve AKP yararına siyaset yaparak anayasal suç işlediği sıkça dile getiriliyor ve bu eylemlerinden dolayı ağır şekilde eleştiriliyordu. Buna karşın Kılıçdaroğlu, Yenikapı konuşmasında parlamenter sistemi savunduğu halde, demokrasi için öne sürdüğü 12 madde arasında Cumhurbaşkanının tarafsızlığı ve bağımsızlığı koşuluna yer vermedi.
Parlamenter sistemle yönetilen bir ülkede Cumhurbaşkanının partisiz ve tarafsız olmasının yaşamsal bir sorun olduğu CHP tarafından bilinmektedir. Bu nedenle de Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanının tarafsız ve bağımsız olması gerektiğini anmamış olması bir unutkanlık eseri olamaz. Sayın genel başkan bu davranışıyla, parlamenter sistemin korunması koşuluyla, Cumhurbaşkanı’nın partili olmasına muvafakat edeceğini dolaylı biçimde açık etmektedir. Böylece yeni anayasada tartışma konusu olması muhtemel ‘Tek Başkan’ sorunu da çözülmüş oluyor.
Oysa partili cumhurbaşkanlığı, denetimli başkanlığa nazaran kişisel yönetime ve otoriterizme daha çok elverişlidir. Çoğunluk partisinden seçilen bir Cumhurbaşkanı yasama ve yürütme organlarını bizzat belirleyeceğine göre bunları fiilen denetleme hakkı da olacak. Yasama ve yürütme gücünü elinde tutan partili cumhurbaşkanı sahip olduğu üstün yetkilere dayanarak yargıyı da fiilen denetleyeceğini söylemek bir kehanet değil. Böylece ‘solcu’ CHP’nin himmetiyle Türkiye’de kuvvetler birliğine dayalı kişisel bir yönetim kurulmuş ve Sayın Erdoğan’ın başkanlık rüyası gerçekleşmiş olacak.
Milliyetçi Cephe’nin yeni Türkiye’si nasıl olacak
3. MC partilerinin oluşturacakları Yeni Türkiye’nin özellikleri konusunda öne sürdüğüm aşağıdaki görüşler bir hayal ürünü değil, ilgili partilerin açıklamalarından ve Erdoğan’ın önderliğindeki OHAL uygulamalarından çıkardığım sonuçlardır.
Kuşkusuz Türkiye’nin darbe belasından kurtulması ve ülkede sağlıklı bir demokrasinin kurulması hepimizin temennisidir. Ancak bunun hukuk dışı yöntemlerle ve Sünni inanca dayalı şoven milliyetçi bir ideoloji ile gerçekleşmesinin mümkün olmadığı açıktır. Bu nedenle muhalefetin hayırhah desteğiyle ülkemizin adım adım tek kişinin yönettiği ‘Yeni Türkiye’ modeline doğru yol aldığını söylemek bir abartı olmaz. Ülkeyi sözde selamete çıkarmak ve huzurlu bir ortama kavuşturmak için izlenmekte olan bugünkü yol ve yöntemin sürdürülmesinde ısrar edilir ve bu gidişi frenleyecek etkin bir muhalefet hareketi oluşmazsa Türkiye’de demokrasi değil, aşağıda özelliklerini sıraladığım faşizan bir yönetim kurulur.
MC’nin kuracağı yeni Türkiye’nin muhtemel özellikleri
- 3. MC partilerinin yapacakları anayasa ile Türkiye’de kuvvetler birliği ilkesine dayalı tek adam yönetimi kurulacak,
- Yeni Türkiye’nin devlet ideolojisi “Sünni İslam’a dayalı Türk milliyetçiliği”dir.
- Yeni rejimin temel ilkesi “Tek Millet, Tek Vatan, Tek Devlet, Tek Bayrak ve ‘Tek Başkan” dır.
- Partili Cumhurbaşkanı (Başkan) sorumsuzdur. Yaptığı ve yapacağı icraatların hiçbirinden sorumlu tutulamaz.
- Başkangerekli gördüğü her konuda Kanun Hükmünde Kararname çıkarma yetkisine sahiptir. Başkan’ın çıkardığı kararnameler Meclis tarafından onaylanır.
- Yargıçların tayin terfi, yer değiştirme vb. tüm özlük işlerinin ifasında son merci Başkanlık makamıdır. Başkan adına görev yapan yargısal kurumların karar ve önerileri Başkan’ın kararıyla kesinleşir.
- Yargı kararları Başkanın emrindeki yüksek kurul tarafından incelenir; nihai karar başkanındır. Başkanın kararlarına itiraz edilemez.
- Dış Politikanın belirlenmesi, yürütülmesi ve uygulanması başkana aittir.
- Başkan ordunun başkomutanıdır. Genelkurmay ve kuvvet komutanları başkana bağlıdır.
- Devletin denetim organları, bütçe, ekonomik yaşam ve Merkez Bankası başkanın emrinde ve onun direktiflerine göre çalışırlar,
- Basın özgürlüğü, demokratik hak ve özgürlükler ancak başkanın öngördüğü ve takdir ettiği sınırlar içinde kullanılır. Başkanın belirlediği sınırlar dışında hiçbir hak talep edilemez.
- HDP siyasal sürecin dışına çıkarılacak, yöneticileri hakkında başlatılan yargısal süreç işleyecek ve siyaset yapmaları yasaklanacaktır.
- Kürt özgürlük hareketi zorla bastırılacak ve tasfiye edilecek.
- “Türkiye’de Kürt yok herkes Türk’tür” özdeyişi milli bir şiar olarak yeniden kullanıma girecek,
- Kürt dilinin kullanılması, Kürtlerin örgütlenmesi ve siyaset yapmaları yasaklanacaktır.
Bu olumsuz gidişi önlemek mümkün mü?
Türkiye’de demokrasi mücadelesinin ana akım örgütü HDP’dir. Ne var ki Erdoğan iki yıldır HDP karşıtı yıpratıcı ve yıkıcı bir kampanya yürütmekte. Ötekileştirici, dışlayıcı ve son derece yıpratıcı olan bu kampanya büyük ölçüde başarılı oldu. Daha önce HDP’ye yandaş ya da üye olan kimi yurttaşlar bile artık onu yok saymakta ve demokratikleşme için yeni yollar aramaktadırlar.
Oysa HDP bugünkü Türkiye’de çoğunlukçu, eşitlikçi, özgürlükçü, çevreye saygılı ve çağdaş demokrasinin bütün öğelerini benimseyerek içselleştiren yegâne partidir.
Erdoğan’ın bütün olumsuz çabalarına karşın HDP hala demokrasi mücadelesinin ana akım örgütü olma özelliğini korumaktadır. Türkiye’nin demokrasiye acil ihtiyacı olduğunu düşünen herkes Erdoğan’ın iğvasına kapılmadan HDP saflarında mücadeleye katılmaları yaşamsal bir zorunluluk arz ediyor. Demokrasi için yeni girişimler, başka türlü örgütlenme düşüncesi zaman ve güç kaybıdır.
Faşizme dur (!) demenin tek yolu HDP’yi güçlendirmek ve ona destek olmaktır. Aksine davranışlar demokrasi güçlerini bölerek işlevsizleştirir ve mücadeleyi zayıflatır. (TZE/EKN)