Haysiyet... Hemen herkesin bahsettiği ama hakkında fazla da malumat olunamayan ya da şöyle diyelim, hakkınca düşünülememiş bir kavram.
Ümit Kıvanç'la Gaye Boralıoğlu bir söyleşide tartışıyorlar:
Haysiyet nedir?
Böyle bir sorudan yola çıkarak kavramın insan, toplum, hak hukuk, din, siyaset, ideoloji, yönetim sistemleri ve pratikleriyle olan ilişkisini örneklerle ortaya koyuyorlar.
Kitabın asıl derdi ise bir deyimde saklı: Haysiyeti kırılmak...
Ne olursa insanın haysiyeti kırılır gibi çok insanî, yalın bir sorunun peşinden giderek okurun zihnini açıyor kitap.
Ümit Kıvanç, başlangıçta, haysiyeti birey üzerinden tarif etmenin kaçınılmazlığına dikkat çekerken, bir şerh de düşüyor: "Ama vurgu özellikle oraya olunca da sanki gurur, kibir gibi şeylerle yan yana gelme tehlikesi var."
Yazar herhangi bir karışıklığa meydan vermemek için kavrama açıklık getiriyor. Haysiyetin insanın kendi özündeki değeri olduğunu hatırlatıyor. Bu minvalde "insanı başka canlılardan ayıran en önemli şeydir" haysiyet.
Kıvanç'a göre haysiyet, doğuştan gelmez; ancak toplumsal duruşla iç içe. İki yazar haysiyetin çoklu tanımında onun toplumsal tarafı dolayısıyla uzlaşıyor.
Diğerkâmlık
Gaye Boralıoğlu, haysiyetin bu tanımından hareketle, belki de tüm haysiyet kırıcı davranışların nedenini açıklayabileceğimizi dillendiriyor. "Benim bahsettiğim tanımda" diyor, "empati ve diğerkâmlık gerektiren bir durum var."
Diğerkâmlık bahsinden devam ediyor Ümit Kıvanç:
"Marx çok zeki bir adam. Çok da azimli, geniş ufuklu bir araştırmacı. Ancak kazıyıp kazıyıp artı değeri bulup buradan da sosyalizme varmadı. Böyle yaşanmaz, dedi. Kendisi proleter değildi. Bir insanı buna iten bir şey var. Mesela diğerkâmlık denebilir, hattâ merhamet denebilir, bir sürü şey denebilir ama işin içinde haysiyet olmadan bunların konu olacağını gerçekten düşünmüyorum."
Haysiyet özellikle de kişinin kendiyle olan iletişiminde, hadi iç dünyasında diyelim huzur bulmasıyla ilgili... Yaşamda diğer insanlarla, farklı kesimlerle, kurumlarla olan iletişimde ortaya çıkan, sosyolojik yanı da olan bir kavram aynı zamanda.
İlkin insanın kendiyle olan iletişiminde ve belki de kendini tanıyışında, nerede olduğunu, nerede durduğunu hatırlamasında "ikinci bir ses" haysiyet. Boralıoğlu diyor ki, "O ses ne kadar güçlü olursa insanın iradesi o kadar sağlıklı karar verebiliyor. O sesin olmadığı ortamlarda insan yukarıdan gelen buyruğa uymaya başlıyor."
Totaliterizmin böyle ortaya çıktığını söylüyor Boralıoğlu.
Öyle ki burada haysiyetin artık devlet, yönetim pratiği ve toplumsallıkla ilişkisi başlıyor.
Ötekinin uğradığı haksızlık
Zulmün, adaletsizliğin, hakkaniyetsizliğin sebebi her ne ise onun, misal başkalarının, daha doğru tanımıyla "öteki"nin uğradığı haksızlığın görülebilmesine dair özel bir vurgu var burada. Çünkü Boralıoğlu'nca haysiyet "bireyin toplumla olan ilişkisinde beliren bilinç hali."
Söz konusu insan hakkı olunca ise Kıvanç, mealen ancak talep edebildiğin zaman "haklara sahip olma hakkının" tanınmış olduğunu söylüyor. Buna mukâbil son dönemde totaliter rejimlerin, öncelikle daha radikal muhaliflere değil de insan hakları örgütlerine veya insan hakları savunucularına saldırdıklarına dair bir diyalog geçiyor iki yazar arasında.
İnsan hakları burada bir "zemin oluşturuyor" aslında. Dünyada, toplumda, ülkede hangi nedenle olursa olsun ne zaman savaş, şiddet karşıtı bir kamuoyu oluşsa (misal ABD'nin 2003'te Irak'ı işgaline karşı olduğu gibi), ne zaman haksızlığın, sömürünün, ölümün önlenmesine dair kolektif bir mücadele/dayanışma umudu belirse, işçinin grev hakkının hemen elinden alınmasından barış akademisyenlerinin cezalandırılmasına değin, egemen güçler tarafından o zemin kaydırılmak isteniyor.
Kozmopolit hak
İnsanın, kötücül güç karşısında yalnızlaştırılmaya, çaresiz bırakılmaya çalışıldığı bir sistematikte Kıvanç, bir çıkış yolunu işaret ediyor inatla, Kant'ın "kozmopolit hak" kavramını ortaya atıyor.
Kozmopolit hakla "hem insan haysiyetine dayalı birtakım düzenlemelerin ancak uluslararası, devletler-ötesi zeminde yeşerebileceğine hem de evrensel hak tanımının insan haysiyeti gibi bir kavrama dayanması gereğine işaret edilebileceğini" söylüyor.
Sorunun özünde haysiyeti yok sayan, ona zarar veren bir "riya" meselesi de var aslında: Hemen her olay ve olguda ortaya çıkan durum, söz konusu başta yaşama hakkı, işkence yasağı, basın ve düşünceyi ifade özgürlüğü, temel hak ve özgürlükler -hatta seçme/seçilme hakkı bile- olduğunda birilerinin bu hakların dışında bırakılması... Sonra basın özgürlüğü varmış, merkezi ve yerel iktidarlar her zaman ve her yerde seçimle belirleniyormuş gibi davranma kültürünün ön yargılarla beslenmesi durumu... Devlet veya siyasi erk kavramlarının doğasında var belki bu: Statükoyu korumak!
Ve fakat bazen insan haklarını odağına almasıyla değer atfedilen Avrupa Birliği gibi "devletler-üstü" oluşumlar da o zemini kaydırmakla malûl. Ortadoğulu mültecilere Avrupa kapılarının kapanması bahsinde Kıvanç, o insanların "Avrupalıların bizzat sorumlu oldukları bir tarih sonucunda sefalete ve geleceksizliğe sürüklendiğini" kaydediyor. Avrupalıların, "Üçüncü dünya insanlarının gün gelip kapıya dayanmayacağını varsaymalarının tuhaf" olduğuna dikkat çekiyor. Daha en başında, sorunun özünde savaşla insanın yaşama hakkının elinden alınmasıyla başlamıyor mu haysiyet kırıklığı?
Varoluşsal değişim
Varoluşsal bir anlam taşıyan haysiyeti işkenceyle de açıklamak mümkün pekâlâ. Kitaptaki 12 Eylül'de işkence yapılarak itirafçı hale getirilen ve işkence gören kişinin o kırılmayı yaşadıktan sonra yalnız polisin öğrenmek istediklerini değil daha birçok bilgiyi ortaya dökmesi örneğinde olduğu gibi insan "varoluşsal bir değişime" giriyor. Gaye Boralıoğlu, 12 Eylül zindanlarında atılan "İnsanlık onuru işkenceyi yenecek" sloganını hatırlatırken, işkencenin onur kırmak için yapılan bir şey olduğunu söylüyor Ümit Kıvanç: "Çünkü onur başka bir direnç getiriyor."
Ancak varlığın bir başka mevzuunda durum şu: Sebepsizce gözaltına alınarak, işin gücün, evin barkın, malın mülkün elinden alınıp "sivil ölüme zorlanırken" direnmenin de kolay olmadığı... Kıvanç, şöyle tamamlıyor cümleyi: "Çocukların varsa beslemen, okutman lazım..."
Boralıoğlu alıyor sözü: "Mağdurun haysiyeti uğradığı zulümden ötürü kırılmaz. Ne zaman kırılır? Karşı tarafa geçtiği zaman, zulmedenin açısında durduğunda..." (SE/AÖ)