Kapitalizmin kara pusulasının faşizmi gösterdiği yıllardı. Ve faşizm, askeri darbelerle hayat buldu pek çok coğrafyada. O coğrafyalardan biri de Türkiye'ydi. Kara 12 Eylülün kıyıcılığı üstüne çok şey yazıldı. Ama en çok zarar verdiklerinden biri de genç kuşak oldu.
12 Eylülün getirdiği depolitizasyon süreci, en çok 80 kuşağı gençleri etkiledi. Özünde bunun da bir tür politizasyon olduğu söylenebilir. Çünkü, bu süreç sisteme uygun bir kuşağın şekillendirilmesine karşılık geliyordu.
Bu süreç, genç kuşağın düşlerini, dillerini teslim aldı. Düşlerinden, kullandıkları dile, ikonlarından mutluluk tariflerine kadar her şeylerini fütursuzca belirledi. Toplumsal olana veda edilince, toplumsala dair her şey de "dinozor" ilan edildi. Muzaffer kapitalizm, tek kişilik düşler kurmayı öğretti genç bir kuşağa...
Piyasanın sihirli (ve zehirli) eli gençlerin düşlerine de dokundu. Zengin olma düşüyle sarıp sarmalanan bireysel varoluşlar, lüks arabalara, pahalı evlere ve markalı nesnelere hapsoldu. Toplumsala vedayla "gemisini kurtaran kaptanlar" çağı açılmış oldu. Paylaşmak, dayanışmak, empati kurmak ve bir halkın acısını acı, gülmesini gülmek bellemek tarih oldu.
İkonlar da değişti. Kapitalizmin parlattığı ikonlar, gençlerin duvarlarını süsledi. Poster çağıydı ne de olsa... Rockun isyancı ezgilerini, pop yıldızları alıyordu usuldan. Saçlar, imajlar ikonlara benzetiliyor, fabrikasyon bir kuşak ortalıkta geziniyordu.
Artık mutluluk tarifi de sahip olunan nesneler üstünden yapılıyordu. "Ne kadar sahipsen, kudretliysen o kadar mutlusun" şiarıyla bir nesil kitapsız ve ütopyasız var olmayı öğreniyordu. Mutluluk tariflerinin parayla yapıldığı kutlu çağ çoktan açılmıştı.
Tabii, markalı pantolonları ayakkabıları da unutmamak lazım. Çünkü, markalı pantolon da ayakkabı da bir statü sembolüydü artık. Ve tabii teknolojik gelişmelere uygun olarak bu statü sembollerinin içine cep telefonları, netbooklar ve adını bilmediğim bir sürü elektronik araç dahil oldu.
Tabii dil de değişti. Dümeni Amerika'ya kırılmış bir ülkenin çocukları, artık "bye" ile "okey" ile kendini anlatıyor, şaşkınlığını da "oha" ünlemiyle ifade ediyordu. Ama bu Amerikanvari yaşam tarzında hep milli hassasiyetleri oldu bu genç kuşağın. Okey'i, bye'i dilinden eksik etmeyen genç kuşak, kendi ülkesinde ötekileştirdiklerinin varlığına da diline de tahammül edemedi hiç.
Türkçeden ve İngilizceden başka dilleri duyunca, tüyleri diken diken oldu hep. Askerden kaçtı ama daha fazla kaçamayınca da kahramanlık türküleriyle askere gitti. Tabii bu genç kuşağın dini hassasiyetleri de canlı kaldı. Fast-food mekanlarında oruç açmayı unutmadı. Egemenler, en çok bu bulanık bilinçleri sevdi.
Son zamanlarda muhafazakarlaşmayla birlikte daha arabesk bir durum ortaya çıktı. Marka düşkünü, bütün gün cep telefonuyla hemhal olmuş ve dünyayla bütün bağlantısı kesilmiş gençlerin terminolojisine "hayırlı günler" de eklendi. Şükürle, bye ile, hayırlı günlerle ve okeyle bulamaç olmuş bir dil..Bulanık bilinçlerin aşure olmuş dili çok yaygın bugünlerde..
Derin depolitizasyonlu bu kuşak, sevmeyi de sevmenin emek olduğunu da bilmedi. Çünkü pragmatizmin ve çıkarcılığın gölgesinde boy atamazdı hiçbir sevgi..."Başkasının yüzüne atılan tokadın acısını" hissedemeyen bir yürek sevmesini bilemezdi. Çünkü sevgi, konforda ve etiketli düşlerde değil, çoğul olanda, paylaşılanda emekle var edilebilirdi.
Denize, dallarına bahar yürümüş bir çiçeğe, bir kuşun kanadına ve göğün mavisine dokunmayan bir göz, sevgiyle bakmasını da bilmezdi. Eluard'ın "bir insan sevmekle başlar her şey" dediği çağ, onlardan çok uzaktaydı.
Manzaranın böyle olması şaşırtmasa da üzüyor insanı... Başka türlü olabilir miydi? Bu ülke çocuklarını, gençlerini kitaplarla, özgürlüklerle değil; korkuyla, yasaklarla besledi. Toplumsal düş kurup, "başka bir şey bizim istediğimiz" diyenin üstüne gitti, tepeledi hep. Çocuklarını, gençlerini copla, korkuyla, hapisle ve açlıkla terbiye etti.
Sözüm, sistemin terbiye ettiklerine...Yazdıklarım, söylediklerim de onların ahvali üstüne..Yani bir filmin ismiyle söylersek "çoğunluğa"...Ama biliyorum ki bu ülkede korkunun terbiye etmediği, piyasanın düşlerini zehirlemediği gençler de var. Onlar hala "gülmek bir halk gülünce gülmek" diyorlar. Biliyorum azlar ama iyi ki varlar... (EB/EÖ)