Halk oylamasının sonuçlarına dair “şüphe” geçecek gibi görünmüyor. Seçmenin yüzde 86’sının oy kullandığı oylamada gayrıresmî sonuçlara göre ‘evet’ yüzde 51, ‘hayır’ yüzde 48.
Herkesin merakla beklediği seçim sonuçları tek sesli medya oluşumunda epeyi yol kat eden Türkiye’de yalnız devlete bağlı, yöneticilerini siyasî iktidarın atadığı bir ajans (Anadolu Ajansı-AA) tarafından duyuruldu. Kahir ekseriyette televizyon kanalları da AA’yı referans aldı.
Sandıklar ilk açıldığı sıralarda ‘evet’ önde giderken bir süre sonra rüzgâr tersine döndü ve ‘hayır’lar yükselmeye başladı. Aradaki makasın İstanbul’da hızla kapandığı sırada Ankara’daki ‘hayır’ oyları da yükselmekteydi. Erdoğan iktidarı iki büyük ili daha kaybediyordu.
Seçim sonuçlarının ilanında manipülasyon olduğu iddialarını öğrendik. AA’nın neredeyse yüzde 90 olarak duyurduğu açılan sandık sayısı ve tercih oranları örtüşmüyordu. Yüksek Seçim Kurulu’ndan (YSK) bildirilen farazi bilgilere göre açılan sandık sayısı yüzde 70 civarında ve ‘hayır’ öndeydi.
Öyleydi ya da değildi ama bilginin kamuoyuna tek elden ulaştırıldığı gerçeği bile nasıl bir medya düzeninde bilgi aldığımızı anlatmaya yetiyor. Acaba iddialar doğru olabilir miydi? ‘Evet’in yüksek çıkacağı iller önce açıklanarak bu tercihin önde olduğu algısıyla ‘hayır’ seçmeninde “hüsran” yaratılmak istenmiş olabilir miydi?
“Olamaz” diyemiyorduk. Seçim sonuçlarının duyurulması noktasında düşünürsek kamuoyunun sonuçları geleneksel medyanın başat türleri olan ajanslar ve ajansları referans alan televizyon kanalları aracılığıyla ama çok kanal görüntüsünde tek ajanstan öğrenmeye mecbur bırakıldığını söylemek yanlış olmayacaktır. Halkın haber alma hakkı derken bahsettiğimiz biraz da buydu: Ajansıyla, televizyonuyla, gazetesiyle çok sesli demokratik bir medya!
Medya ile ilan edilen “zafer”
Ki, seçimin ertesi günü “havuz gazeteleri” ve “yandaş medya” “büyük zafer”i ilan etti. Yaygın olarak bilinen gazetelerin hiçbiri vitrinine YSK’nin seçim esnasında “sandık kurulu mühürü” bulunmayan pusula ve zarfların da geçerli sayılacağı kararını doğru dürüst taşıyamamış. Korku dağları bekler.
Ana akım, Noam Chomsky’nin tanımına göre “devletin ya da büyük sermaye sahiplerinin büyük miktarda çeşitli kitle iletişim araçları ile büyük miktarda insanı yönlendirmesiyle şekillenen yaygın ve hâkim olan düşünce akımı” ne de olsa.
Hani gazeteler “Milletin Zaferi”, “Yeni Türkiye”, “Halk İhtilali”, “Millet Yönetime El Koydu” diye manşet attı ya öyle. Nasıl bir zafer? Nasıl bir Türkiye? Nasıl bir ihtilal? Millet yönetime nasıl koydu?
‘Evet’, “yüzde 51” çıktı ya. Ama kesin olmayan sonuçlara göre ‘hayır’ “Zafer”in en fazla “üç puan gerisinde.” İkiye bölünmüş bir “yeni Türkiye”de yönetim sistemi nasıl değiştirilebilir? “Zafer” naraları atarak “büyük miktarda” insanı yönlendirdin mi, işte “halk ihtilali.”
Seçimde “şaibe” yaratmaya yol açan YSK’nin “sandık kurulu mühürü” bulunmayan pusula ve zarfları kabul ettiği kararını, olası seçim itirazlarını, seçim hilelerini hiç umursamadan efendilerinin “zafer”ini ilan etmesi de böyle. Yüzde 60 ile taçlandırılamamıştı ama “atı alan Üsküdar’ı geçmişti.”
Üsküdar? Erdoğan’ın evinin bulunduğu ilçe. 1 Kasım seçimlerinde AKP’nin oy oranı yüzde 48’di. Pazar günkü halk oylamasında ‘hayır’ın yüzde 53 çıkmasıyla orada yüzde 46’ya geriledi. Siyasal İslamcı partinin yükselişi yıllar önce İstanbul ve Ankara’da olmuştu ilk. Metropol şehirlerde üç puanla geriledi. Demek ki geçtim deyince her yerde geçilemiyor!
Aynı kanun iki farklı uygulama
Gayriresmî sonuçlara göre genel itibariyle geçti. Ancak seçim tercihleri, ‘evet’ler, ‘hayır’lar bir yana YSK’nin seçim kanununa aykırı olarak aldığı “mühür kararı” konusunda kamuoyunda yarattığı şüphe nasıl giderilecek?
Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun’un üzerinde ilçe seçim kurulu ve sandık kurulu mührü bulunmayan zarfların geçersiz sayılacağını ifade eden 98. maddesinden herhâlde haberdar olmayan kalmadı. Kanun böyle derken YSK, dışarıdan getirildiği kanıtlanmadıkça zarf ve pusulaların geçerli sayılmasına karar verdi.
Nasıl oldu bu? Cumhuriyet’teki habere göre YSK “referandum” günü 10.00’da bazı yerlerde “sandık kurulu mührü”nün pusulanın ön yüzüne basılması ve “tercih” yerine “evet” mührü ile oy kullanılması dolayısıyla toplanarak bu uygulamaları geçerli saydı. 559 sayılı karara gerekçe olarak “oy pusulalarının sandık kurulu mührü ile mühürlenmesinin amacı, oylamada sahte oy pusulası kullanımını engellemek için olduğu” belirtildi.
Seçimden günler önce “tercih” mührüyle oy kullanılacağını kararlaştıran YSK’de seçim günü “tercih” yerine “evet” mührünün nasıl dağıtıldığı bilinmiyor!
İki saat sonra Kurul, bir AKP temsilcisinin başvurusuyla yine toplandı ve “arkasında sandık kurulu mührü” olmayan oy pusulalarının da geçerli olduğuna” hükmetti.
Seçim akşamı yapılan açıklamada da daha önce de mühürsüz pusulaların filigramlı olduğu için geçerli sayıldığı söylenerek kararın savunulmasıyla şüphe azaltmaktan çok artırıldı. Bahsedilen uygulamalar kanunun değiştirilerek güncel hâlini aldığı 8 Nisan 2010 tarihinden önceydi.
YSK yurt dışı oylarının sayımında ise 98. maddeyi gerekçe göstererek mühürsüz zarfların geçersizliğine karar vermişti.
‘Evet’ ile ‘hayır’ oyları arasındaki farkın 1 milyon 379 bin 934 bin olduğu belirtiliyor. CHP ve HDP mühürsüz oy pusulaları ve zarfların kullanıldığı iddiasıyla 2,5 milyon oyun şüpheli olduğunu öne sürüyor. YSK’nin açıklamasına göre kaç mühürsüz oy var bilinmiyor. Açıklanmadığı sürece bilinmeyecek.
Aynı kanun, aynı madde fakat ortaya iki farklı uygulama çıktı ve ayrıca kanun maddesine aykırı bir karar. YSK insanların aklında kocaman bir şüphe yarattı. Resmî sonuçlar henüz açıklanmadı ama umarız Türkiye demokrasi ve seçim tarihinin 1946’da seçimlerinden sonra bir “şaibeli” seçimi daha olmaz. Âdil ve dürüst bir seçim ilkesi hak getire.
Oylama “rejim değişikliği” üzerine yapıldığı için sayısal üstünlüğü önemliydi. Bir kez daha ifade etmek gerekirse, yasama yürütme ve yargıyla gücün tek elde toplandığı “partili cumhurbaşkanlığı sistemi”ne geçilmesi ya da süregelen sisteme itiraz ve aslında muktedirin frenlenmesi anlamını içeriyordu.
Ama şu sonuç ne yenilgi ne de zaferdi.
Her yol mubah görülüp medyasıyla, bürokrasisiyle, uçağıyla tüm devlet imkânları seferber edilerek; ülkenin üçüncü partisinin liderlerinin, vekillerin cezaevinde olduğu, yerel yönetimlere kayyumların atandığı, vekillerin konuşmalarının engellendiği, onlarca gazetecinin tutuklandığı, ‘hayır’cı aktivistlere göz açtırılmadığı bir “olağanüstü hâlde”; yaftalamayla, ötekileştirmeyle, baskıyla yürütülen ‘evet’ kampanyasına karşın farklı siyasal eğilimdeki toplumsal kesimlerin ‘hayır’ ile direnişi belki kurumlarıyla, insanıyla toplumuyla demokratik bir geleceğe kapı aralığı olabilir.
Marksist düşünür Slavoj Zizek dünyayı değiştirmek için çok fazla uğraştık, şimdi onu anlama zamanı diyordu: “Her şeyi yeniden tanımlamak zorundayız. ‘İnsan olmak ne demektir’den başlayarak.” Sorunların çözümünün kolay olmadığını kabul etmemiz gerektiğini düşünen Zizek ekliyordu: “Tek çözüm, mücadelede dayanışma.” (SE/HK)