Medyada sık sık görülen, üç beş kuruşa evlerin, hatta bütün bir köyün satıldığı basit durumlardan biriyle karşı karşıya olduğumuzu sanmayın sakın!
İtalya’nın Toskana bölgesinde, yumuşak tepelerin sırtında kurulmuş Tatti köyü seneler boyunca göç vermiş olmasına rağmen son zamanlarda peyderpey canlanmaya, gençlerin yerleşmesiyle çekim merkezi olmaya tekrar başladı. Tabii bu durum "Tatti, Hayallerin Diyarı (Tatti, paese dei sognatori/Tatti land of dreams)" belgeselinin yönetmeni ve senaryo yazarı Ruedi Gerber’in optimist bakış açısıyla da alakalı olabilir.
Ne de olsa İsviçreli Ruedi seneler önce görüp büyülendiği Tatti’de eski bir çiftlik evini alıp zamanla köyün ahalisine karışmış, hatta son zamanlarda bağcılığa soyunmuş bir dışarlıklı.
Köyün gayet aktif mazisine göre, globalizasyon darbesini yemiş tüm kırsal kesim gibi Tatti de yerli ahalisinin gözünde bir çöle dönüşmüş vaziyette. Neyse ki köylüler küçük ölçekte de olsa tarım, hayvancılık, toplayıcılık, avcılık ve daha birçok faaliyeti ellerinden geldiğince sürdürüyor.
Geçenlerde gerçekleşen Zürih Film Festivali’nde gösterilmiş olan 2025 İsviçre, İtalya ortak yapımı 91 dakikalık belgesel, artık şehirlerde yaşamaya tahammülü olmayanlara köye sığınma alternatifini bir güzelleme olarak sunsa da insanın böyle bir ihtimale inanası geliyor.
İtalya ile alakalı birçok klişenin resmigeçit halinde sergilendiği “cici” filmde köylülerin çalışkanlığını, dirayetini ve gücünü takdir ettiğimiz kadar hayata belirli bir felsefeyle bakışlarına ve neşeli hallerine de şahit oluyoruz.
Geri dönen Tatti kökenliler bir yana, şehirde yaşamaya alışmış insanların köy hayatına intibak etmesi, köylülere kendini ispatlaması ve ayrıca sevdirmesi dışarıdan göründüğü kadar kolay olmasa gerek!

İkizlerin bitmez tükenmez enerjisi
Denize çok yakın olmasa bile atmosferin temiz olduğu günlerde Tatti’den Korsika Adası’nın görünmesi Tatti ahalisinin geniş ufukluluğuna katkıda bulunmuş faktörlerden biri olabilir.
Geleneksel yaşam ve çalışma şekilleri gözden düşüp köyden göç başladığından beri, yalnız İtalya’nın değil, dünyanın en uzak diyarlarında bile Tattililer’e rastlamak mümkün.
Bir zamanlar Tatti’ye yakın bir maden ocağında yaşanan trajedi de, köyün bize siyah beyaz arşiv görüntüleriyle hatırlatılan acılı bir hatırası. Buna paralel olarak, Tatti ahalisinin misafirperverliğini ispatlamak üzere, İtalya’nın bilhassa fakir Güney’inden gelen maden işçileriyle ailelerinin, o zamanlar zaten kalabalık olan nüfusu katladığı seyirciye aktarılıyor.
Eskiden köyde hiçbir şey eksik değilken, Tatti’de bir sinema salonuyla bir tiyatro bile varmış.
İtalya’nın Avrupa Birliği’ne dahil olması çiftçilere ve hayvancılıkla uğraşanlara ağır darbe indiren kuralları da beraberinde getirmiş, Neoliberal kapitalizmin empoze ettiği ticari kumpaslar kırsal kesimin adeta boğulmasına sebep olmuş. Kuş ve domuz gribi nevinden salgınlar da dramatik vaziyete tuz biber ekmiş ve Tatti’de asırlardır sürdürülen yaşam şekli neredeyse unutulmuş. Şu anda zaten oralarda da intansif tarım olarak da bilinen, büyük ölçekli yoğun endüstriyel tarım baskın.

Neyse ki belgeselin iki ana kahramanı sayılabilecek ikiz Marco ve Massimo kardeşler istisnai olarak köydeki gelenekleri korumuşlar ve atalarından kalma hazine gibi değerli malumatın günümüzden istikbale devredilmesini sağlamışlar. Aynı anda evlendikleri düğünde çekilmiş arşiv görüntülerindeki genç hallerinde müteveffa Toto Cutugno’yu hatırlatan ikizler orta yaşın getirdiği olgunlukla, lakin enerjilerinden hiçbir şey yitirmemişçesine çalışıp duruyorlar.
Marco, muhafazakâr köy hayatında hiç beklenmeyen şekilde, senelerden beri evli olduğu eşi tarafından terk edilince depresyonvari bir durgunluğa gark oluyor; köye hayat kazandırmak üzere adeta misyoner gibi çabalayan sinemacı Ruedi’nin yeni projesi olan bağlara odaklanıp hayata tekrar sarılıyor.
Yaşama ne olursa olsun yılmadan devam etmek, müşkül vaziyetlerle sık sık karşılaşan köylüler için kaçınılmaz bir formül.
Tatti canlanıyor mu?
Maremma düzlüğüne de belirli bir yükseklikten bakan Tatti’nin manzarasına doyum olmadığı kesin. Belgeselde terasında veya verandasında oturup kahve keyfi yaparken denizden gelen esintinin de tesiriyle şükreden insanlara gıpta ediyoruz. Zeytincilik, bağcılık, şarapçılık gibi faaliyetleri sürdüren Tatti ahalisi aynı zamanda yaban domuzu avcılığı ve mantar toplayıcılığıyla da iştigal ediyor. Yönetmen Ruedi sevgili köyü Tatti’yi pastoral bir cennet gibi yansıtırken neyse ki ucuz ve ticari reklam estetiğinden uzak duruyor.
Esasen tavuklar, inekler, arılar, koyunlar, güvercinler, Tattililer’in evcil hayvan repertuarını oluşturuyor; peynir üretimi mevzubahis olduğunda taze lor (ricotta) popülerliğini koruyor.
Belgeselde, köylülerin kendinden saymamasına rağmen Tatti’ye gelip yerleşen ve turistik tarım faaliyetlerine soyunan gençleri bağırlarına bastıkları da aktarılıyor. Farklı oldukları tabii ki köylülerin dikkatinden kaçmıyor; ne de olsa rasta saçları, dövmeleri, erkeklerin taktığı küpeler ve dinledikleri müziklerle muhakkak ki apayrı bir profil çiziyorlar.
Tatti’ye yakıştırılan cilalı “hoşgörü” imajına istinaden, köyün yeni popülerleşmiş restoranında şeflik yapmakta olan bir Afrikalı vatandaşa ve mutfakta çalışan başörtülü Müslüman bir kadına bile rastlıyoruz.
Yolun kenarına ilişmiş birkaç yaşlı kadınla daha gençten bir erkeğin geçen her arabayı kafalarıyla muntazaman takip etmesi belli ki Ruedi’nin Tatti’de en eğlenceli bulduğu gelenek.
Ya köy ahalisinden genişçe bir grubun yoga derslerine disiplinli bir şekilde devam etmesine ne demeli!
Belgeselin başından itibaren kulaklarımızı şarkılarıyla okşayan ihtiyar Tattili kadın dışında, bir orkestranın eşliğinde dans figürlerini restoranın pistinde ustaca sergileyenlere de rastlıyoruz. Eski enerjisine ziyadesiyle kavuşmuşa benzeyen ikizlerden kıvrak Marco’nun değme dansçılara taş çıkartırcasına coşturduğu platform topuklu kadın yoksa yepyeni bir sayfaya mı işaret?
(RL/EMK)







