Türkiye’de kadına yönelik şiddet çoğunlukla geri kalmışlığın ve eğitimsizliğin bir nişanesi olarak algılanıyor. Türkiye’nin üst orta sınıfı bu sorunu dışsallaştırıp belli kesimlerin sorunu olarak kurmak konusunda çok ısrarlı. Öyle ki son dönemde Sıla ve benzeri diziler ve diğer medya temsilleri aracılığı ile kadına yönelik şiddet “namus” kavramından koparılarak “töre cinayetleri” anlatıları aracılığı ile Kürtlere özgü bir durum haline bile getirildi.
Fakat öyle olaylar oluyor ki üst orta sınıfın bu durumla yüzleşmesi kaçınılmaz hale geliyor. İşte bu yüzleşme anı benim gibi feministler için bazen ciddi hayal kırıklıklarına neden olabiliyor. Çoğunuzun bildiği gibi 44. Antalya Altın Portakal Film Festivali bir “skandal” haberi ile son buldu.
Altın Portakal Film Festivali’nin iletişim işlerini yürüten firmanın yöneticisi Nimet Demir’in, Türkiye Sinema ve Audiovisuel Kültür Vakfı (TÜRSAK) Başkanı Engin Yiğitgil tarafından dövüldüğü iddia edildi. Bu olayın da gösterdiği gibi ne kadına yönelik şiddet ne de ona karşı gösterilen umursamaz tepkiler birtakım bazılarının tabiri ile geri kalmış coğrafyaların insanlarına özgü durumlar.
Eğitimli, üst orta-sınıf bir adam, yine eğitimli üst-orta sınıf bir kadını kendi erkeklik durumuna hiç de yabancılaşmadan hırpalayabiliyor ve bu da bu sefer ailenin şerefi değil ama organizasyonun ve adamın saygınlığının adına hasıraltı edilmeye çalışılabiliyor.
İlk tepki mağdurun yanında yeralmak olmalı
Benim feminizmden öğrendiğim şey bu tür durumlarda mağdurun iddiasının esas alınması gerektiğidir. Bu ilkeyi somutlarsak, gösterilmesi gereken tepki Nimet Demir’in dayak yediğini kanıtlamasını istemek değil, Engin Yiğitgil’in böyle bir şey yapmadığını kanıtlamasını istemek olmalıdır. Bu zaten bu tür bir olay sonucu hırpalanmış ve bir sürü iktidar ilişkisini karşısına alarak bu olayı açıklama cesareti göstermiş olan mağduru korumakla ilgili bir durumdur.
Sonunda mağdur olduğunu iddia eden kişinin yalan söylediği bile ortaya çıksa da yapılması gereken ilk eylem bu kişinin yanında yer almaktır.
Bu bağlamda olaya gösterilen tepkiler de Türkiye’nin üst orta-sınıf üstelik “aydın” kesiminin cinsiyetçiliği ile yüzleşmesi için bir test niteliği taşıyor bana kalırsa. Ve benim ve birçok arkadaşımın beğeniyle takip ettiği Haydi Gel Bizimle Ol programındaki üç kadın bu testten ancak C alabildiler.
Bu ciddi bir hayal kırıklığı çünkü bu program kadınların yan eleman değil bizzat kurucu unsur oldukları başarılı bir program olması bakımından ve çoğunlukla Müjde Ar’ın ve tabii ki diğer üç kadının erkek egemenliği ile dalga geçen üslubunu popüleştiren, geniş kesimlere yayan bir yapım olması nedeni ile benim gibi bir sürü insana heyecan vermişti.
Altın Portakal’ın hemen sonrasında yapılan programda bu olay da masaya yatırıldı. Fakat Müjde Ar, Pınar Kür ve Çiğdem Anat bir türlü bu olayı kınadıklarını söyleyemediler. Onun yerine Müjde Ar Altın Portakal deneyimlerini anlatarak bu tür organizasyon ortamlarının nasıl gergin bir atmosfer yarattığından, böyle şeylerin olabileceğinden, medyanın olayı abartıyor olabileceğinden dem vurdu.
Neden tepki vermediler? İlişkiler mi?
Program içerisinde sadece Aysun Kayacı diğer üç arkadaşını sağduyuya davet etti ve bu tür bir şiddeti mazur gösterecek bir açıklama olamayacağını ifade etti. Ancak Aysun Kayacı’nın uyarısından sonra “evet, tabii” diyen feminizmden bihaber olmayan bu kadınların bu olaya tepki göstermelerini ne engelledi?
Ben içinde bulundukları ilişki ağları olduğunu düşünüyorum. Söz konusu mütecaviz; sizin hayat görüşünüzü, sosyal çevrenizi, hatta yaptığınız işleri paylaştığınız biri olmadığında çok rahat tepki gösterebilirken, Engin Yiğitgil gibi sinema çevrelerinde belli bir saygınlığı olan bir kişi olduğunda sessizleşebiliyorsunuz.
Birçok deneyim bize bunu gösterdi. Söz konusu kişi parti içinde ciddi bir hareketin lideri olduğunda, aynı parti içinde yer alan ve feminist bir tepki göstermesini beklediğiniz bir kadın, olayı taciz değil teklif olarak yorumlayabiliyor ya da üniversitede saygın bir profesör tarafından taciz edildiğinizde bu durum hemen münferit bir vaka olarak etiketlenip kamusal alanın konuşulmayanı haline getirilebiliyor. Fakat tam da en yakınızdaki, görüşlerini en fazla paylaştığınız kişi, en saygı duyduğunuz insan bir kadına herhangi bir şekilde zarar verdiğinde karşı durabilirseniz, işte o zaman yaptığınız şey kişisel tatminden çıkıp gerçekten feminizm olacaktır. (ÖA/NZ)
* Özlem Aslan, Kültür ve Siyasette Feminist Yaklaşımlar Dergisi Yayın Kurulu Üyesi.