Zor günlerden geçiyoruz. Bombalanan şehirler, yakılan evler, kurşunlanan çocuklar ve durup biraz düşünen herkese uykunun haram olduğu günler. Hayat kabus gibi. Başını yastığa koyar koymaz uyuyabilen kaldı mı artık bilmem. Vardır mutlaka, ama pes etmeyeceğiz; çünkü bu dünyada kabuslar kadar güzel rüyaların da olduğunu biliyoruz. Rüya görmek sadece insanlara has değil tüm memelilerin paylaştığı bir özellik. Uyurken ortaya çıkan, bir kısmını hatırlayabildiğimiz bilinçdışı istekler, anılar. Geçmişten doğan, şimdiye gelen ve bizim en savunmasız olduğumuz an, yarı ölü durumdayken karşımıza dikilen, zihnimizde beliren renkler, görüntüler, hisler, sesler. Rüya görenin hem yazar, hem yönetmen, hem oyuncu, hem de seyirci olduğu bir tür performans.
Kendimizi daha iyi tanımak, hatta bir anlamda keşfetmek için üzerinde durup düşünmemiz gereken farklı ve renkli bir dünya. İnsanı insana anlatan, tanıtan Freud'un da en önemli eseri 'Rüyaların Yorumu'. Psikanalizin babası sayılan ünlü bilim adamı, teorisini rüyalar üzerine inşa etmişti. Rüya çalışması süreçleri -yoğunlaştırma, yer değiştirme, ikincil düzeltme, sembolleştirme, temsil edilebilirlik- muhayyilemizin yaratıcı eylemleri olarak tanımlanıyor ve kullandığımız sözcüklerle sandığımız şeyden daha fazlasını söylüyoruz. Rüyalar yine ünlü tabirle bilinçdışına giden kral yolu olarak kabul ediliyor. Gerçeğin merkezine yapılan bir tür seyahat. Bildiğimizi bilmediğimiz bilgilerden oluşan, alacakaranlık kuşağı.
Yaşamı, varlığı anlamaya çalışan, rutin akışa teslim olmayan, sisteme itiraz eden, aynı zamanda sıkıntılarını aşamayan, karar veremeyen, dertlenip bunalan her insan rüyalarla ilgileniyor galiba. Kimi tefekküre dalıyor, istiareye yatıyor, kimi yoga veya meditasyon yapıyor, kimi de yazıyor.
Rüyalar konusunda yazılmış eserlerin, söylenmiş sözlerin çokluğu bunu gösteriyor. Metis yayınları yeni yıl için özel bir seçki yapmış, “...hep birlikte azıcık durup nefeslenelim diye. Kişisel ve toplumsal kaygıların, her geçen gün daha çok içine çekildiğimiz öfke ve infial halinin yol açtığı yorgunluk ve yıpranmayı bir parça onaralım diye” 2016 ajandasını hazırlamışlar.
“Rüya bir yazıdır ve pek çok yazı da rüyadan başka bir şey değildir” diyen Umberto Eco'dan “Bastırılmış hakikat bazen biz atıl durumdayken, rüyalarımızda yüzeye çıkar” diyen Virginia Woolf'a edebiyatçılar; “Resimlerimi düşlüyor ve düşlerimi resmediyorum” diyen Vincent Van Gogh'dan, “Sürrealizm bir hareket değil, rüyanın ve kabusun gücü aracılığıyla algılanabilen örtük bir ruhsal durumdur” diyen Salvador Dali'ye ressamlar, sonra yönetmenler, bilim insanları ya da bilgeler düş sözcükleriyle ajandaya misafir olmuş, bütün yılı bizimle birlikte geçirmek için yerlerini almışlar.
Peygamberi rüyasında görünce “Şefaat ya Resulallah” diyeceğine “Seyahat ya Resulallah” dediği için hayatının kalanını seyahatle geçiren, gördüklerini, yaşadıklarını yazan Evliya Çelebi'ye göre Ayasofya da bir rüya abidesi. Bizans İmparatoru Jüstinyen bir kilise yaptırmak istemiş, ama önüne getirilen tasarımların hiçbirini beğenmemiş. Bir gece rüyasında nur yüzlü bir ihtiyarın gösterdiği tasarımı beğenmiş ve Ayasofya buna göre yapılmış.
Ya tarihin akışını etkileyen rüyaları biliyor musunuz: Kuantum mekaniğinin babası sayılan Niels Bohr rüyasında gördüğü atomlar sayesinde laboratuvar çalışmalarını hızlandırmış, Albert Einstein hız sınırını rüyasında fark etmiş, Rus kimyacı Dimitri Mendeleyev periyodik cetvelin tamamını rüyasında görmüş. E.Howe, O. Leowi ve daha başka bilim insanlarının rüyaları da tayin edici olmuş, uyku molasında işe devam edip farklı bakış açılarını yakalamışlar.
Rüya bir kaçış olabilir, bastırma, reddetme ya da geleceğe dair uyarı, zihnimizi kemiren soruların örtülü bir cevabı, her ne olursa olsun, şifresi kendinden menkul bir iç iletişim biçimi. Neticede rüyalarımız bize düş kurmanın, olanaksızı hayal etmenin kapısını açıyor.
Düşlerde renkler, görüntüler, insanlar, hayvanlar, duygular, düşünceler ve olup biten her şey öylesine özgürce birbirine karışır, öylesine benzersiz dünyalar yaratır ki dile dökmeye, anlatmaya gücümüz yetmez. Gün boyunca hareketlerimizi yönlendiren, zihnimizi işgal eden, biçimlendiren katı yapılar, gerçek hayatın duvarları ya da uçurumları düşlerimizi anlamaya, anlamlandırmaya engel olur.
Düşler dilin sınırlarını aşar. Orada olağanüstü her şey mümkündür, sözcüklere dökemediğimiz düşüncelerimiz gerçekleşir, kalıpların, dayatmaların ötesine geçeriz. Düş sayesinde konuşamadığımız düşünceleri ifade eder hale gelebiliriz.
Freud'a göre bir düşün anlamını bulup çıkarmamızı sağlayan şey, onun görünür içeriği değil, gizli içeriği, başka bir deyişle düş düşünceleri, uyku koşullarında olanaklı özel bir düşünme biçimi, farklı bir dil.
Düşlerini yazan, sonra da okurlara sunanlar, mahremini bir anlamda dükkân haline getirip müşterilere açanlar, farklı bir iletişim yöntemi kullanıyor. Bu iletişimde oyun, bulmaca, alengirli alanlar hâkim ve gerçeği arama dürtüsü yol gösteriyor. Fransız yazar George Perec'in “Karanlık Dükkân”ı (Metis-2015) da bunun son örneği.
Georges Perec’in 1968-1972 yılları arasında gördüğü ve kaleme aldığı 124 rüya metninden oluşan “Karanlık Dükkân”ını kurmaca bir eser olarak okumamamız gerektiği söyleniyor. Ama daha ilk sayfalardan itibaren bu bilginin pratikte pek de işe yaramayacağını çünkü her rüyanın aynı zamanda birer kısa öykü sayılabilecek derinliği fark ediliyor. Yazın hayatı boyunca kelimelerle, harflerle oynamadan duramayan, hatta bir tür savaşa tutuşmuş Oulipocu bir yazarın kaleminden çıkan rüyalar da doğal olarak dilin bütün imkânlarını zorlar nitelikte. Perec görsel düşüncenin kelimelerle ilişkisini aktarmak için çeşitli çözümler icat etmiş. Bu çözümlerin kimi sese, kimi kelimelerin farklı dizilişine, harflerin grafiğine dayanıyor. Yazarın, “Herkes rüya görür. Ama sadece bazıları hatırlar rüyalarını, hatırlayanların çok azı onları anlatır, kâğıda dökenlerse daha da azdır. İhanet edeceğini bile bile (ve bunu yaparken mutlaka kendinize de ihanet edersiniz) insan niye rüyalarını yazmaya kalkar ki?” diye soruyor. Yazmak için rüya görüyor.
Dört yıl boyunca kaleme alınan 124 rüyanın bir Nazi hikâyesi ile başlayıp bitiyor olması elbette tesadüfi değil. “Boy Ölçme Aleti” ile başlayıp “İhbar” ile biten rüyalar boyunca Perec aslında aynı acının farklı versiyonlarını tekrarlıyor. Araya karışan, bazen belirginleşen erotizm, çocukluk anıları ve hatta sürreal anlar içeren rüyalar, bu acıdan izler taşıyor. Gerçekten de karanlık bir dükkan; bazı şeyler asla net görünmüyor. Sık sık bir yerlere çarpma, tökezleme ihtimali var. Kelimelerin birbirine ışık tutması yahut karartması hep bir tedirginlik yaratıyor.
İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından bu yıl ilk kez verilen Talât Sait Halman Çeviri Ödülü, Georges Perec’in “Karanlık Dükkân: 124 rüya” adlı kitabını Türkçeye kazandıran Siren İdemen'e verildi. “Perec gibi dilini ustalıkla kullanan bir yazarın çetrefilli metnini, yazarınkine eşdeğer bir yazınsal estetik düzeyinde, kendi dilinde üretmeyi başardığı” gerekçesiyle ödülü almaya hak kazanan Siren İdemen, Georges Perec’in dilini Türkçede yeniden kurma zorluğunun üstesinden gelmiş, ödülü hak etmiş, başarılı bir çevirmen.
Perec'in harf harf, kelime kelime inşa ettiği rüya dili Türkçeye taşınmış. Duyguların ve düşüncelerin tercüme aracı dil, yaşadığı kültür yatağında yeni uyanmış, geriniyor gibi. Sanki üzerinde bir uyku mahmurluğu var. Kuşkusuz, geldiği kültürün izlerini de taşıyor. Bize kalan okumak.
İç dilimizi tümüyle keşfetmek, kesinleştirmek olanaksız, ama onun olduğunu bilmek önemli galiba. Kanaat önderleri, politikacılar, beslenme ve sağlık uzmanları, okul, tıp, din, sinema, moda vb. Kafamızın içini, bedenlerimizin biçim ve görünüşünü belirlemekle kalmıyor, kurdukları iktidar uyarınca zihnimizle birlikte bedenimizin de ayrıntılarını düzenleyip yöntemleri saptıyor. Muktedirlerin öngördüğü biçimde ölmemişsek, ölmüş bile sayılmayacağımız günler yakın. Bir tek düşlerimiz azade. Düşlerimizin kıymetini bilelim.
Düşlerimiz sayesinde imkânsız hayaller kurmayı, umut etmeyi sürdürebiliriz. (AB/ÇT)