15 Mayıs 2010. Vicdani reddin siyasi tahayyülümüze girmesinin üzerinden 20 yıl geçmiş. Bugünlerde askerlik hazırlıkları yapan gençler için bir ömür demek oluyor bu.
Bu gençlerin anneleri ve babaları içinden 1990'da Vedat Zencir ve Tayfun Gönül'ün vicdani red açıklamalarını okuyup da "Benim oğlum askerlik çağına gelene kadar birşeyler değişir belki" diye ümit edenler olmuş muydu acaba?
Veya bunun için harekete geçenler, vicdani red üzerinden içinde yaşadıkları, parçası oldukları militarizmi sorgulamaya, dönüştürmeye başlayanlar?
Varsa bile sayılarının çok olmadığını biliyoruz. 20 yıl sonra, vicdani red en radikal siyasal eleştiri duruşlarından birini oluşturmaya devam ediyor.
Vicdani reddin ilk adımları
Zorunlu askerlik tarihi kadar eski olan 'vicdani red' kavramının dilimize girmesi Sokak dergisi ve Güneş gazetesi aracılığıyla oldu.
Vedat Zencir ve Tayfun Gönül adında iki genç, vicdani redci olduklarını açıklamışlardı. Sene 1990'dı. Türkiye adı konmamış bir savaşın ortasındaydı. Ossi (Osman Murat Ülke) bu sırada Antalya'da öğrenciydi ve Sokak dergisi okuyordu. Vedat Zencir ve Tayfun Gönül'le yolları üç yıl sonra İzmir Savaş Karşıtları Derneği'nde (İSKD) çakıştı.
Derneğin aktif olmaya başladığı 1993-1994 yılları Türkiye'nin şiddet politikalarına teslim olmaya başladığı yıllardı. Herkes şiddetten şikâyetçiydi gerçi ama yalnızca 'öteki'nin şiddetinden.
Ossi tam bu günlerde askerlik cüzdanını yakıp vicdani reddini açıklıyor ve şiddetin her türüne koşulsuz karşı olduğunu, kimseyi öldürmeyeceğini, öldürmenin eğitimini almayı da reddettiğini duyuruyordu.
Yalnız değildi. İSKD'de toplanmış kadınlı erkekli bir grup, her Türk'ün asker doğduğu söylemine karşı aslında kimsenin asker doğmadığını, asker yapıldığını son derece yaratıcı yöntemlerle dile getiriyorlardı. Bu yüzden Coşkun Üsterci'nin deyimiyle "deli saçması gibi gözüken bir şeyleri savunan marjinal insanlar" olarak algılanıyorlardı.
Antimilitarist dil 1990'lardan 2003'e daha görünür olmaya başladı. 1 Mart 2003'te savaş tezkeresinin Meclis'te reddine giden süreçte sıkça duyulan "Öldürmiycez, ölmiycez, kimsenin askeri olmiycaz" sloganı bunun göstergelerinden biriydi. Her savaş karşıtı şiddet karşıtı değildi, ama her savaşa ve her türlü şiddete karşı çıkanlar artık daha görünür olmaya başlamışlardı.
Miting alanlarında bu slogan atılırken onu hayata geçirmenin ağır bedelini ödemek bu sefer Mehmet Bal'a düşmüştü. 1999'dan beri 'dışarıda' olan Ossi'nin askerî cezaevinden arkadaşı Mehmet Bal, Irak Savaşı'na giden günlerde 'emre itaatsizlik' ve 'halkı askerlikten soğutmak' suçlarından yargılandı, 40 gün hapis yattı ve beraat etti. Askeri savcı Mehmet'in vicdani red açıklamasını vicdan ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirmişti.
Bu arada Mehmet Bal'la Dayanışma Komitesi oluşturulmuş, bu komitenin en aktif üyelerinden biri de 11 Eylül'ün hemen ardından vicdani reddini ilan etmiş olan Mehmet Tarhan olmuştu.
Vicdani ret açıklamasında Mehmet Tarhan, "Gerekçe her ne olursa olsun yaşam hakkının ihlali bir insanlık suçudur ve uluslararası hiçbir sözleşme ya da yasa bunu meşrulaştıramaz. Bu nedenle hangi koşulda olursa olsun bu suça ortak olmayacağımı ilan ediyorum. Militarist aygıtların hiçbirinin hizmetinde olmayacağım. Şiddetten arınmış, iktidar hesaplarından uzak, sınırsız ve doğayla barışık bir insanlığın özlemindeyim" diyor ve devam ediyordu:
"Eşcinsel olmam nedeniyle 'hak' olarak sunulan çürük raporunu militer düzenin kendi çürüklüğü olarak algılıyorum."
Kadınların ve erkek eşcinsellerin ortak noktası, 'erkek' olarak algılanmadıkları için askere alınmamaları. 'En kutsal vazife'yi yapan erkekler birinci sınıf vatandaş. Kalan herkes biraz eksik.
Antimilitarist hareketin başından beri cinsiyetçiliğe vurgu yapılıyor olsa da kadınların 'vicdani redci' olarak gözönüne gelmeleri de heteroseksizmin sorunsallaştırılması da ancak son yıllarda mümkün oldu.
Ezber bozan kadınlar
Yakın zamana kadar hakim olan cinsiyetlendirilmiş, karşıcinselleştirilmiş (heteroseksüelleştirilmiş) ve askerileştirilmiş vatandaşlık kurgusunda kadınlar, itaatkar eş, fedakar anne ve gerektiğinde savaşacak Cumhuriyet kadını kimlikleriyle anlamlandırıldı.
İlk ikisi tüm kadınlardan beklenirken "dünyanın ilk kadın savaş pilotu" Sabiha Gökçen gibi asker olup savaşmak istisna ve ayrıcalık olarak kodlandı. Son yıllarda kendilerini "vicdani redci" olarak tanımlayan bir grup kadın ise bu konumları temelden sorgulamaya başladı.
Kadınlar 1990'ların başından beri vicdani ret mücadelesinin içinde son derece aktif olmalarına karşın, bu aktif olma hali erkek vicdani retçilerin "destekçileri" konumu ile sınırlı kalmıştı. 2000'li yıllarda antimilitarist kadınlar "vicdani red" tanımını genişleterek kendilerini "redci" ilan etmeyi seçtiler. (1)
Peki, kadınlara dönük zorunlu askerlik hizmetinin olmadığı bir yerde kadınların vicdani reddi ne anlam ifade eder? Kısacası, kadınların reddi zorunlu askerliğin değilse neyin reddidir? Hareketin başından beri içinde olan Ferda Ülker bu soruyu şöyle yanıtlıyor:
"'Görece' olarak ordu ile bir ilişiklerinin olmaması, kadınların ordudan 'muaf' oldukları, vicdani reddin kadınların da 'meselesi' olmadığı sonucunu doğurmamalı....Ordu beni potansiyel olarak, gereksindiği askerlerin annesi, eşi, savaşların cephe gerisi gücü, hemşiresi, fahişesi, mermisinin taşıyıcısı olarak konumlandırmış durumda....Benimle ilgili bunca tasarımı olan bir kurumun karşısında vicdani reddi yalnızca 'askere gitmemek, eline silah almamak' şeklinde düşünmeye çalıştığım her defasında kendimi, 'bu işte bir eksiklik var!' duygusunda buldum." (2)
Bu eksikliği dile getirmek üzere harekete geçen ve ordunun kadınlarla ilgili çok çeşitli "tasarımlarına" dikkat çekmek isteyen Ferda Ülker, 2005'te yaptığı vicdani ret açıklamasında şunları söylüyordu:
"Vicdani red hareketi, yalnızca 'zorunlu askerlik hizmeti'ne karşı yürütülen bir mücadele değildir. Kavram çok daha geniş bir yelpazeyi ve daha fazlasını içeriyor. Ve biz kadınların bu harekette 'destekçi' konumundan daha fazlasına dair sözümüz ve duruşumuz var. Vicdani red militarizme ve onun bütün yüzlerine karşı doğrudan bir karşı duruşun adıdır. Militarist düşünce sadece 'askeriye'nin sınırları içinde kalmayıp, günlük hayatın içine de yedirilen 'militer' bir dünya kurgular. Ki bu kurguda; kadınlık aşağılanır, kadınlar genellikle görmezden gelinir, yok sayılır....Hele bu coğrafyada yaşayan kadınlar için militarizm, hayatın her ayrıntısında, çağrısız ve arsız bir misafir gibi hep 'mevcut(lu)'dur. Sokakta, evde, işte, ilişkilerimizde, mücadele alanlarımızda... ve her yerde. Dün olduğu gibi bugün de, elimden geldiğince, gücüm yettiğince, militarizmin gizli - açık, her türlü görüntüsüne karşı mücadele edeceğimi ve mücadele eden herkesle dayanışma içinde olacağımı ilan ediyorum."
Sayıları 12'yi bulan kadın vicdani redcilerin açıklamalarına baktığımızda Ferda Ülker'in vurguladığı üç konunun ortak payda olarak ön plana çıktığını söyleyebiliriz.
1) Zorunlu askerliğin militarist yapılanmanın bir parçası olarak, vicdani reddin de "militarizme ve onun bütün yüzlerine karşı duruş" olarak anlaşılması gerektiği:
Nazan Askeran: "Ezmeyi, ezilmeyi; emir vermeyi, emir almayı; öldürmeyi, öldürülmeyi; savaşı, askerliği, şiddeti yaşamımızın her alanına nakşeden, MEŞRU kılan militarist anlayışı; reddediyorum."
Ayten Demir: "Sessiz kalmakla, savaşların desteklenmiş olacağını düşünerek ölmek, öldürmek, ezilmek sömürülmek istemediğim için otoriter, hiyerarşik, milliyetçi, cinsiyetçi, militarist tüm yapılara karşı sesimi yükseltip vicdani ve total reddimi açıklıyorum."
Ayşe Girgin: "Ben bir kadın olarak, militarizm ile ordu dolayımında ilişkilenmesem de, hayatımın her alanında karşılaşıyorum. Tüm ezme ezilme ilişkilerinin, cinsiyet ayrımcılığının, kanlı kansız her türlü şiddetin varolduğu bu dünyada militarizme karşı mümkün olduğunca mücadele ediyorum. Militarizmi bütün yüzleri ile reddediyorum."
İnci Ağlagül: "Sustuğum sürece kendimi suç ortağı olarak göreceğim. Fakat ben hiçbir biçimde savaşın ve militarizmin suç ortağı olmak, yaşamlarımızın, akıllarımızın, düşlerimizin tutsak edilmesine seyirci kalmak istemiyorum."
2) Militarist yapılanmada kadınların fail veya mağdur, özne veya nesne olarak çok çeşitli roller oynadıkları ve vicdani reddin bu rollerin hepsinin reddi anlamına geldiği:
Nazan Askeran: "Bir KADIN olduğum için birilerinin mülkiyetinde olmayı, birilerinin namusu olduğum gibi çarpık bir düşünceyle kapatılmayı, dayak yemeyi, öldürülmeyi istemiyorum. Sırf KADIN olduğum için boynuma takılan 'anne,' 'karı,' 'evlat' etiketleriyle beni mülkiyetleri altına aldıklarını varsayan birtakım
erkekler ve toplum tarafından yönetilip yönlendirilmeyi, güdülmeyi, yaşamımın, kimliğimin, bedenimin üzerinde hiçbir hak ve söz sahibi olamamayı istemiyorum."İnci Ağlagül: "Kadınlara yönelik taciz, tecavüz, 'namus' cinayetlerini, cinsel kimliğinden ya da yöneliminden dolayı bireyin aşağılanmasını çürük sayılıp ötelenmesini diğer toplumsal nedenleri de yok saymadan, varolan militarist anlayışın da bir sonucu olarak görüyorum. Bir kadın olarak ancak yaşını almış bir anne olduğum zaman o da toprak-vatan ikilisinin karşılığında (doğurgan-kutsal) sayılıp değerli olacağımı bildiğim ve bundan nefret ettiğim için... askerliği, militarizmi ve bunun bizlere birer yaşam biçimi olarak dayatılmasını reddediyorum."
Hilal Demir: "Sadece kadın olduğum için 'anne,' 'karı,' 'evlat,' 'kız arkadaş' diye etiketlendirilip yönetilmek istemiyorum."
Figen: "Erkek egemen bir ideoloji olan militarizm, tüm yaşamımızı belirliyor ve kadınların toplumda mal, hizmetçi köle, susturulacak ve taciz/tecavüz edilebilecek nesneler olarak algılanmasına sebep oluyor....Kadınların özgürleşmeleri militarizme karşı mücadeleden geçer."
Ferda Ülker'in de altını çizdiği gibi "kadınların vicdani red açıklamalarındaki ortak nokta, feminist bir bakış açısı ile militarizm eleştirisi üzerine kurulmuş olması." Feminist analizden beslenen bir antimilitarist duruş tanımlayarak kadın vicdani redciler, kadınların her türlü "hizaya getirilme" hallerine karşı çıkıyorlar.
Cynthia Enloe'nun bu kitaptaki yazısında vurguladığı gibi vicdani ret hareketi, askerliğin yalnız erkekler için bir yasal zorunluluk olmasından dolayı erkek redcileri kahramanlaştırma ve militarizme içkin olan patriyarkayı yeniden üretme gibi bir risk taşıyor. Kadın vicdani redciler, vicdani red hareketinin antimilitarist mücadelenin bir parçası olarak değerlendirilmesi gerektiğini vurgularken, aynı zamanda patriyarkayla mücadeleyi antimilitarizmin merkezine yerleştirmiş oluyorlar. (3)
3) Antimilitarizmin her türlü militarizm ve şiddetin karşısında bir duruşu ifade ettiği:
Ceylan Özerengin: "Bir bütün olarak şiddeti reddediyorum. Bence dünya yüzündeki tek kutsal kavram, insan yaşamıdır. Bunun dışında bize dayatılan tüm 'kutsal görevleri' de bütünüyle reddediyorum."
Hilal Demir: "Çünkü ben savaşsız, şiddetin hiç bir türünün olmadığı, otoritesiz, sınırsız bir dünyada kendim olarak, özgürce yaşayıp mutlu olmak İSTİYORUM!"
Nazan Askeran: "Örgütlü/örgütsüz her çeşit şiddeti reddediyorum."
Ebru Topal: "ölümü değil, yaşamı destekleyen bireylere katlanılması gerek görülen kötü muameleye....dair reddimi açıklıyorum."
İnci Ağlagül, 4 Temmuz 2006'da yazdığı bir yazıda yalnızca egemen militarizmi değil muhalif militarist yapılanmaları da eleştirdiklerinin altını çiziyor: "silah kuşanıp askere de gitmeyin, silah kuşanıp dağlara da çıkmayın." (4) Ferda Ülker de 1990'larda İzmir'de yürüttükleri vicdani red çalışmalarını hatırlarken bu konunun ne kadar zorlayıcı olduğunu vurguluyor:
"Biz her zaman "askere de hayır, dağa da hayır" dedik. Biz militarizmin her türüne karşıydık. Böylece solla, birlikte protestolara katıldığımız soldan insanlarla pek çok sorun yaşadık. Türkiye'de hala insanlar üçüncü bir çıkış yolu göremiyorlar. Ya Saddam ya da Bush, ya Irak'ı desteklemelisin ya da Amerika'yı." (5)
Kısacası, Türkiye'de kadın vicdani redciler yalnızca resmi ideolojinin kendilerine uygun gördüğü itaatkar eş, fedakar anne ve savaşçı kadın konumlarını reddetmekle kalmıyorlar, aynı zamanda muhalif hareketlerin askerileşmiş kadınlık kurgularına da karşı çıkıyorlar. "Silah kuşanıp askere de gitmeyin, silah kuşanıp dağlara da çıkmayın" diyen kadın vicdani retçiler, yalnızca egemen milliyetçilik ve militarizmi değil, muhalif militarist yapıları da sorgulamakta, Sabiha Gökçen olmayı reddettikleri gibi Zilan olmayı da reddetmektedirler.
Bugün içinden geçtiğimiz dönemde "militarizm" tartışmaları hem üniversitelerde, hem de üniversite dışı entelektüel alanda giderek yaygınlaşıyor. Militarizm üzerine yayınlarda da gözle görülür bir artış yaşanıyor. Bu tartışmalar ve yayınlarda iki arayış söz konusu.
Birincisi, "Militarizmi nasıl daha görünür kılabiliriz? Nasıl daha iyi anlayabiliriz?" soruları etrafında şekilleniyor. Bu sorular sorulurken egemen erkeklik, kadınlık ve cinsellik kurgularının sorunsallaştırılamaması, siyasete, ekonomiye, kültürel pratiklere ve gündelik hayata sinen militarizmi analiz etmeyi zorlaştırabiliyor. İkinci arayış ise daha zor soruları gündeme taşıyor:
"Militarizmden nasıl arınabiliriz? Militarist olmayan bir dil nasıl geliştirebiliriz?"
Her iki arayış açısından da kadın vicdani retçilerin özel bir konumu olduğu söylenebilir. 2005'ten bu yana kadınların vicdani redci olarak görünür olmaya başlamaları hem militarizmin farklı veçhelerini daha görünür kılıyor, hem de antimilitarist dil ve siyaset arayışlarına yeni açılımlar getiriyor.
Tüm askerileştirilmiş kadınlık hallerini ısrarla "reddeden" vicdani redci kadınlar, egemen ve muhalif tüm milliyetçiliklerinin, vicdani ret hareketinin, sol muhalefetin ve feminizmin sınırlarını aynı anda zorlayarak, Ferda Ülker'in deyimiyle, her anlamda "ezber bozuyorlar." (AA-BB)
1) Bu konuda daha önce yazılan yazılar için bkz. Esra Gedik, "Kadınlık ve Vicdani Red Üzerine Notlar" (2006) 2 Amargi, s.38-41; Nilgün Yurdalan, "Söyleşi: Ferda Ülker" (2006) 2 Amargi, s.36-37.
2) Ferda Ülker, "Yine Kadınlar, Yine Vicdani Red" (2006) 3 Amargi, s.36.
3) Ret açıklamalarında militarizm ve cinsiyetçilik arasındaki ilişki her zaman net olarak tanımlanmıyor ama militarizmin reddinin cinsiyetçilik başta olmak üzere her türlü ayrımcılığın ve ezme-ezilme ilişkisinin reddi olarak anlaşılması gerektiği net olarak vurgulanıyor. Bu bağlantıları inceleyen yazılar için bkz. İnci Ağlagül, "İktidar Kardeşliği: Militarizm ve Cinsiyetçilik" (2006) 2 Amargi, s.34-35; Pınar Selek, "Feminizme ve Anti-Militarizme İhtiyacımız Var" (2006) 2 Amargi, s.27-29; Zeynep Direk, "İmkansızdan da İmkansız" (2006) 2 Amargi, s.23-24; Ayşe Gül Altınay "Asker Türkleri ve Onların Asker Kardeşlerini Kim Doğuruyor?" (2006) 2 Amargi, s.25-26. Gülnur Savran'ın militarizm ve cinsiyetçilik arasında kurulan "simetriye dayalı ilişki"ye dair eleştirisi için bkz. Gülnur Savran, "Cinsiyetçilik Her Zaman Militarist mi?" (2006) 3 (Kış) Amargi, 34-35.
4) İnci Ağlagül, "Antimilitarist gözüyle soğuklar ve ara sıcaklar," www.savaskarsitlari.org, 4 Temmuz 2006, son erişim 15 Mayıs 2007.
5) Ayşe Gül Altınay, The Myth of the Military-Nation: Militarism, Gender and Education in Turkey, Palgrave Macmillan, 2004, s.92.