- Yazı filmle ilgili spoiler içeriyor -
Michael Haneke’nin yönettiği Ölümcül Oyunlar (1997) filmi, Avusturya’da varlıklı bir ailenin göl kenarındaki yazlık evlerine doğru yaptıkları yolculukla başlar. Evlerine varmadan komşularının bahçesinde isimlerinin Peter ve Paul olduklarını öğrendikleri iki genç adamla karşılaşırlar. Evlerine yerleştikten sonra Peter kapılarını çalar ve Anna’dan komşusu için yumurta istediğini söyler. Aldığı yumurtaları elinden düşürerek kırar; Anna’nın telefonunu su dolu lavaboya düşürür ve ikinci defa ona verilen yumurtalar da kırılır. Bu sırada Paul da eve gelir. İkisinin de davranışlarından rahatsız olan Anna onlara evden gitmeleri söyler fakat onları ikna edemeyince kocası Georg’dan yardım ister. Peter, Georg’un golf sopalarından birini alarak onun bacağını kırar. Hemen ardından da bacağıyla ilgili ona yardım etmeyi teklif eder. Bu, Peter ve Paul’un sabaha kadar Georg, Anna ve oğulları Georgie’ye uygulayacakları fiziksel ve psikolojik şiddetin başlangıç noktasıdır. İşkenceler, kurbanların kendi silahlarıyla yapılır. Film boyunca, izleyici, Peter ve Paul’ün davranışlarını rasyonel bir zemine oturmayacağının farkında olsa da aileyi maruz bıraktıkları şiddetin motivasyonlarını öğrenmeyi bekler. Haneke de bu beklentinin farkındalığını, Peter’in dördüncü duvarı kırarak seyirciye yönelttiği sorularla, Georg’un bu motivasyonları sorgulamasıyla, Peter’ın motivasyon olarak öne sürdüğü travmatik hikayeler anlatıp sonra da onları yalanlamasıyla açığa çıkarır ve bu beklentiyle film boyunca oynamaya devam eder.
Haneke’ye göre, şiddete bir gerekçe sunulmaması ve şiddetin aleni bir şekilde ekranda sergilenmemesi, izleyicinin gerçekliğini tersyüz etmektedir. Gerçek dünya kavramsallaştırmasına göre, şiddetin altında yatan değişik nedenlerin bilinmesi, şiddetin bir şekilde nedenselleştirilerek doğallaştırılmasını ya da meşrulaştırılmasını sağlayarak bireyleri rahatlatmaktadır (Dudu, 2015: 112).
“Neden bunu yapıyorsunuz?” sorusu ona ilk kez yöneltildiğinde Peter “neden yapmayalım?” diye karşılık verir ve kameraya göz kırpar. İkinci kez aynı soru yöneltildiğinde ise omuz silker ve “bilmiyorum” der, “anlatması zor. Hangi cevap sizi tatmin eder?” Gerçekten de şiddetin derecesi ve keyfiliği göz önünde bulundurulduğunda, bu şiddetin kaynağını kavramamız, herhangi bir ihtimalde mümkün olabilir mi? Fakat yine de bu koşullar altında bile bu soruyu sormayı bırakmamız mümkün müdür? Anna, bu oyunun sona ermesini ve hemen onları öldürmesini dilediğinde de bu isteği yanıtsız kalacaktır. Kurtuluş olarak ölüm bile istedikleri anda onlara sunulmaz. Peter seyirciye “filmin mantıklı bir gelişmeyle sonlanmasını istiyorsunuz değil mi?” diye sorduğunda bu beklentimizin de karşılanmayacağını anlarız.
Kötümserci için hayat da ölümcül bir oyundur. Varoluşun insanı maruz bıraktığı acıların, içlerinden bir anlam devşirecek nedenleri yoktur. Ölüm bir ihtimaldir fakat ona uzanan süreç de acı doludur. Ölümün inkarı geçici bir rahatlama sağlar. Şiddetten ve ölüm fikrinden kaçış, Georgie’nin yan komşunun evine kaçarak izleyiciye verdiği umut kadar kısa sürelidir.
Peter Gerogie’yi, şiddet ve ölüm de var olanı eninde sonunda yakalar. Ve var olan, ısrarla sorgulamasına rağmen, hayattan anlama dair tatminkâr bir yanıt alamaz. Hayat, kişinin rızası dışında yer aldığı ölümcül bir oyundur ve imkanlarımız isyan, sorgulama, kabulleniş ve teslimiyetle sınırlıdır. Varoluşta içkin evrensel açıdan bir anlam olmayabilir. Fakat anlam arayışı bizatihi kişinin kendisine ve çevresindekilere fayda sağlayabilir. Çünkü anlam, yaşam kalitemizi nesnel ve öznel bakış açılarından artıran en önemli faktörlerden biridir.
Hayatın anlamı, ahlakî yansımalarıyla birlikte, felsefenin değişmez bir konusu olsa da hiçbir disipline tek başına ait değildir. Her insan, direkt veya dolaylı yollardan türünün ve birey olarak kendisinin anlamını sorgular. Bu sorgulama, genelde haz dolu tecrübeler yerine, kayıp, hastalık, adaletsizlik gibi travmatik olabilecek ve kaçınılmaz durumlar sonucunda gerçekleşir.
David Benatar’ın İnsanın Çaresizliği’nde listelediği üzere, anlam farklı seviyelerde incelenmelidir. Nesnel açıdan, bir kişinin hayatı bazı açılardan anlamlı diğer açılardan da anlamsız olabilir. Yani hayat salt anlamlı ya da anlamsız değildir. Eğer anlamlıysa, farklı açılardan belli derecelerde anlamlıdır. Bu anlamlılık derecesi kişinin öznel değerlendirmelerinden bağımsızdır. Anlam ve hayatın ahlakî değeri arasında da doğru bir orantı yoktur. Kişinin hayatı her açıdan anlamsız olabilir fakat yine de ahlakî bir değeri vardır.
Hayatın anlamının değerlendirildiği en kapsamlı kategori, evrenin bakış açısından anlamdır. Başka bir deyişle, bu kategoride hayatımızın anlamlı olup olmadığını merak ettiğimizde sorduğumuz soru, aslında diğer kategoriler için de sorduğumuz sorulara benzer. Bu kategoride aradığımız kozmik bir anlamdır. “Neden buradayız?” herkesle paylaştığımızı varsaydığımız bir amacı ya da bireysel düzeyde farklılıklar gösterebilecek amaçları sorgular. Yani, kişi, sorgusunu rasyonel bir şekilde gerekçelendirecekse, sadece kendisinin kozmik bir amacı olduğunu düşünmez. Herkesin kendine özgü kozmik bir amacı olduğunu ya da kozmik amacın hepimiz için aynı olduğunu düşünebilir. Sadece kendisinin kozmik bir anlam ihtiva ettiğine inanan insanların psikotik semptomlar gösterdiğini varsayarız. Yine de birçok insan için kozmik kayıtsızlığa inanmak zordur. Birçok insan ise bu konuda agnostik bir tavır sergiler ve en azından kozmik anlam konusundaki umudunu korur.
Daha tatmin edici sonuçlar elde edebileceğimiz sorular ise daha dar bir perspektife işaret eder. Kapsamı daha dar olan perspektife dahil anlamlar da dünyevî anlamlardır. “Hayatımın anlamı ne?”, “Toplum için varlığım ne ifade ediyor?”, “Yakınlarım için varlığım ne kadar anlamlı?” gibi soruların yanıtları bize bu sınırlı perspektiften hayatımızın anlamıyla ilgili ipuçları verir. Kapsamlıdan sınırlıya doğru sınırlanan bu kategoriler için anlama dair soruların bu şekilde ayrı ayrı sorulması gerekir.
En sınırlı perspektif olan insanın bakış açısından anlamagöre, kişinin hayatı başkalarının hayatı üzerinde olumlu bir etkiye sahipse, olumlu etkiyle doğru orantılı olarak belirli bir derecede anlamlıdır. Aynı zamanda kişi, kendi hayatını anlamlı hale getirmek için kendisine çeşitli amaçlar belirleyebilir ve bu amaçlara ulaştığı düzeyde hayatı da anlamlı hale gelir. Birçok insanın hayatlarında belirledikleri amaçların en azından bir kısmına ulaştığını ve az sayıda da olsa bazı varlıkların hayatların üzerinde olumlu etkileri olduğunu düşünecek olursak, birçok insanın bu sınırlı perspektiften anlamlı hayatları olduğunu söyleyebiliriz. Fakat edinilen amaçların anlamlılık derecesi ya da herhangi bir anlam ihtiva edip etmediği konusu kişiden kişiye değişiklik göstereceği için, ulaşılan amaç sonucunda sahip olunduğu düşünülen anlamların nesnel açıdan nasıl değerlendirileceği tartışmaya açıktır.
Toplumun bakış açısından anlama gelince, perspektifin sınırları genişledikçe, hayatı anlamlı hale getirmek ya da hayatın anlamına dair sorulara olumlu yanıtlar verebilmek nispeten daha zordur. Örneğin çoğu insanın ailevî ilişkileri hem kendisinin hem de diğer aile fertlerinin hayatını daha anlamlı kılar. Fakat aile dışında bir topluluğa dair anlam kazanmak, aidiyet duygusunun sağladığı anlam dışında, doğmuş olmanın ötesinde çaba gerektirir. Kişi, mesleği aracılığıyla başkalarının hayatlarını etkileyebilir ve bu etkiler çoğu zaman dalga etkisiyle hayatları etkilenen kişilerin çevresine de yansır. Doktor hastasını iyileştirdiğinde, hastanın ailesinin iyi oluşunu da belirler. Öğretmenin öğrencisine öğrettikleri, yaşam boyu farklı durum ve ilişkilerde başkalarına da aktarılır. Veteriner hekim bir hayvanı iyileştirerek, onun iyi oluşunu belirlediği gibi, hayvanın birlikte yaşadığı insanların da hayatında olumlu bir etki yapar. Ressam ürettikleriyle, eserlerini görenlere ilham verebilir; bu ilham eseri görenlerin hayatlarındaki farklı üretimlerde vücut bulabilir. Kişi, mahalle muhtarı, okul-aile birliği başkanı, belediye başkanı gibi görevleri kullanarak yaşadığı yerde ya da ülkesinde kalıcı izler bırakabilir.
İnsanlık kapsamında anlam kazanmak çok daha az sayıda insanın ulaştığı bir amaçtır; etkileri potansiyel olarak, etkinin yaratıldığı andan itibaren yaşayan herkesi kapsar. Dünyevî anlamların en geniş kapsamını oluşturan insanlık kategorisini küresel anlam olarak adlandırmak daha doğru olacaktır. Zira birçok bilimsel buluş, sanat eseri, siyasî mücadele, sosyal aktivizm çeşidi insanlığa fayda sağlar ve kişinin hayatını anlamlı kılarken, bazı buluşlar ve aktivizm çeşitleri de küresel düzeyde hayvanlara fayda sağlayabilir. Deve güreşlerinin kaldırılması, hayvanlı sirklerin yasaklanması gibi amaçlar için verilen mücadeleler bu aktivizm çeşitlerine örnektir. Veteriner tıbbındaki bilimsel gelişmeler ve yeni tedavi yöntemleri de birçok hayvanın hayatını olumlu yönde etkileyebilir. Dolayısıyla, dünyevî anlamları insanlıkla sınırlandırmak doğru olmaz.
Hayat ölümcül bir oyundan mı ibarettir? Evrenin sınırsızlığı ve kayıtsızlığı karşısında Peter ve Paul’un ziyaret ettiği aileler kadar savunmasız ve kırılgan mıyız? Evren Peter ve Paul kadar acımasız mı? Daha önemlisi evrenin acımasızlığı onlarınki kadar öngörülemez ve amaçsız mı? Ne yapabiliriz? Oturup hayatın evrenin bakış açısından anlamsız oluşuna hayıflanmak yerine bunun farkındalığıyla daha dar bakış açılarından anlam kazanmak için çabalamaya devam edebiliriz. Peter ve Paul’u bizi öldürmemeleri için ikna edemeyebiliriz ama kaçınılmaz sona kadar anlamsızlığı paylaştığımız diğer canlılara elimizi uzatmayı sürdürebiliriz. Yalnız değiliz.
Kaynaklar
Benatar, D. (2021). İnsanın Çaresizliği: Hayatın En Ağır Sorunları için Samimi bir Kılavuz. Ankara: Doğu Batı Yayınları.
Dudu, E. (2015). “Nedensiz Şiddet Bağlamında ‘Funny Games’ Filmi Üzerine bir İnceleme”, Gümüşhane Üniversitesi İletişim Fakültesi Elektronik Dergisi, 3(11), 111-126.
(CÖÖ/AS)