Gülme eylemi, üzerine uzun uzun literatür çalışması da yapılmış önemli insani pratiklerden. Felsefi tartışmalar içerisinde gülmenin çeşitli boyutları ve yorumları olduğu gibi, pratik anlamda da insanların aynı şeylere gülmedikleri biliniyor. Bunda genellikle toplumsal ve kültürel farklılıklar etkili olduğu gibi, kişisel yaşanmışlıklar, bakış açıları ve donanımlar da oldukça etkili oluyor. Bu yüzden mizah ve daha özel boyutuyla karikatürlerin aynı toplum içindeki bireylere ifade ettikleri bile farklı farklı olabilir.
Bu sebeple, literatürde “komik olan” ile “mizahi olan” arasında bir ayrım yapılmasına ihtiyaç duyulmuştur; mizahın daha yerel, komik olanın ise daha evrensel olabileceği düşünülür. Türkiye, bu anlamda mizah alanında güçlü bir gelenek barındıran ülkeler arasında yer alıyor. Mizah geleneği ve daha somut ifadesiyle karikatür yayını, tarihsel olarak çok geriye gidebilmekle beraber; memleket topraklarında aynı zamanda son derece sekteye uğramış, kontrol altında tutulmaya çalışılmış ve hâlâ da kontrol edilmek istenen bir alan olarak karşımıza çıkıyor.
Türkiye’de karikatürün tarihi Tanzimat’a kadar gidiyor. İlk olarak gazetelerin belirli köşelerinde yer alan karikatürler, zamanla “bağımsız” dergilere dönüşüyor. Tarihsel süreç içerisinde bu anlamda izlenebilecek önemli karikatür dergileri beliriyor. Ancak sadece Osmanlı zamanında değil, “modern” Türkiye tarihi içerisinde de mizah dünyasına damgasını vurmuş, popüler kültürde yer alan önemli karikatür dergilerinin varlığı yadsınamaz bir gerçek. Gırgır dergisi de uzunca bir süre bu etkisini sürdüren ve koca bir nesle hitap etmiş bir dergi olarak şu an dahi adını koruyabiliyor. Tam da bu noktada Gökhan Demirkol’un yazdığı, İletişim Yayınları’ndan çıkan Gırgır: Bir Mizah Dergisinde Gündelik Hayatın Dönüşümü başlıklı kitap, derginin Türkiye tarihindeki yerini ve önemini ortaya koyan nitelikte bir çalışma olarak karşımıza çıkıyor.
Demirkol, çalışmasının başlığından anlaşıldığı ve giriş kısmında da ayrıca üzerinde durduğu gibi, dergideki karikatürlere toplumdaki gündelik hayat pratikleri çerçevesinden bakıyor. Bunun için, çalışmasının girişinde, kültürden başlayarak uzunca bir kavramsal tartışma ve literatür araştırmasına yer veriyor. Yazar, bunun neticesinde gündelik hayatı, zaman, mekân, deneyim ve etkileşim kavramları üzerinden tanımlanan kavramsal çerçeve etrafında şekillendirdiğini belirtiyor. Buradaki temel kaygısının, basın tarihi içerisinde mizah dergilerinin daha çok siyasi temelli çalışmalar bağlamında incelenmesi olduğunu ve aslında mizah dergilerinden bir toplumun gündelik hayatını incelemeye çalışmanın da önemli olduğunu vurguluyor.
Kitapta yukarıda da belirttiğim teorik çerçevenin ardından, Gırgır’ın kuruluş ve yayın hayatına yer veren Demirkol, gündelik hayat pratikleri içerisinden seçtiği belirli başlıklar altında dergiyi inceliyor. Aynı zamanda bahsi geçen karikatürlere kitapta yer verilmesi, yazarın anlattıklarının görsel hafızada canlanması açısından da önemli bir katkı sağlıyor.
Ancak yazarın mevcut kaygısına rağmen, kendi çalışmasında da siyasi temelli bir okuma yapılmasından uzak durulamayacağı kanaatindeyim. Zira özellikle Türkiye gibi bir ülkede, mizahın ve karikatürün siyasetten uzak durması ya da dolaylı olarak dahi siyasi göndermeler yapmamış olması pek mümkün görünmüyor. Hatta erken Cumhuriyet döneminde basına uygulanan sansürden karikatürcüler de nasibini almış ve toplumdaki gündelik pratiklere çizimlerinde yer verirken aslında siyasi eleştiriler yapmışlardı. Yazarın da hakkını verdiği bu tip sansür ve cezai müeyyidelerin, karikatürcülerin kendilerine alternatif yollar bulmalarına neden olduğu da aşikârdır. Tabii Gırgır’ın çıktığı dönemde erken Cumhuriyet’teki kadar “görünür” bir kontrol mekanizması yoktu, fakat yine de Türkiye’nin tarihsel sürecine ve özellikle mizah basınına yaklaşıma bakıldığında benzer şeylerin Gırgır için de yaşanmış olabileceği düşünülebilir.
Bu durumun bir başka yansıması, yazarın seçmiş olduğu başlıklar altında da görülüyor. Örneğin karikatürlerde yer alan cinsiyet vurgusunda toplumsal cinsiyet rollerini, kadına yüklenen ev içi sorumlulukları, şiddeti görebildiğiniz gibi; mekana dair vurgularda da gecekonduları ve ülkenin altyapı sorunlarını, “milli davamız” şarkı yarışmalarını, erkeklik rollerini, popüler kültürü ve siyasi figürleri görebiliyoruz. Yani aslında hemen her karikatürde politik bir vurgu karşımıza çıkabiliyor. Bu durum mizah ya da karikatür geleneğinin temel özelliği olmasa ya da her coğrafyada benzer şekillerde ortaya çıkmasa bile, Türkiye’nin özel durumu içinde bunun kaçınılmaz olduğu kanaatindeyim. Çünkü Türkiye’de mizah ve özellikle karikatürler, genellikle toplumsal muhalefet tabanından geliyor. Bu nedenle yazarın kitabı yazmasını sağlayan temel kaygısı başka olsa da, o da ister istemez siyasi duruştan bahseder hale geliyor.
“Gülmek, politik bir eylemdir!” diyebilen insanların olduğu Türkiye gibi bir ülkenin konjonktüründe önemli bir mizah dergisine başka bir açıdan bakmaya çalışmak hatırı sayılır bir gayret ürünü… Kitabı okurken, özellikle Gırgır’ın geçmişini, Oğuz Aral’ın dergiye katkılarını ve günümüzde dahi ismini bildiğimiz usta çizerlerin nasıl okur-çizerler arasından yetiştiğini göreceksiniz. (PMM/ÇT)