Devlet, 19-22 Aralık'ta Hayata Dönüş Operasyonu'nda hapishanelerde katliam yaparken, televizyon kanallarında mahkumların "kendi kendilerini yaktığını, askere ateş açtıkları, slogan atmaları" gösterildi...
Ertesi gün 32 kişinin öldüğü anlaşıldığında, gazeteler de bu koroya katılmış ve hapishanelerin "özgürleştirildiği" manşetleri atılmıştı. Yıllar sonra, devletin "yakarak kurtardığı" ortaya çıktı.
O dönem, 32. Gün programının yayın yönetmeni olan Rıdvan Akar, medyanın operasyona verdiği desteği ve mahkumlara karşı nasıl kamuoyu oluşturulduğunu "önceden planlanmış bir medya operasyonu" olarak tanımlıyor.
Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) Genel Sekreteri, Cumhuriyet gazetesinden Alper Turgut, "Hem 1996 hem 2000 ölüm oruçları sürecini yaşadım. 1996'da da haber yapmaya çalışırken yerlerde sürüklendik, coplandık ama 2000 bambaşkaydı" diyor ve muhabirlerin bu zorluklarla yaptıkları haberlere, yazıişleri masasında "Sahte Oruç Kanlı İftar", "Devlet Girdi" başlıkları atıldığını söyledi.
O dönem Star TV Haber Merkezi'nde editör olarak görev yapan Mehmet Güç de "operasyon günü ve öncesinde, televizyonlarda yapılan haber ve yorumların bir tür operasyon çağrısı olduğunu" söyledi.
Operasyondan 10 yıl sonra açılan ve 39 askerin yargılandığı, üst düzey yöneticilerin ya da rütbelilerin ise dava dışı bırakıldığı yargılama sürecinde, Bayrampaşa Cezaevi'nde yapılan operasyonla ilgili birçok gerçeği de öğrendik:
Harekat planının adının Tufan olduğunu, mahkumların hala ne olduğu tespit edilememiş maddelerle yakıldığını, teslim olmak isteyenlerin kapılarının kilitlendiğini, koğuşlarda hiç silah olmadığını, ölen iki askerin de jandarma kurşunuyla öldüğünü, mahkumların üzerine ateş açıldığını, yananların tedavisinin saatlerce yapılmadığını, yüzlerce gaz bombası ve merminin yanı sıra çıkan yangınlara karşı kendilerini korumak için sadece havlularının olduğunu...
Peki bunca gerçeği bizden kim sakladı?
Üç gazeteci, gerçeğin televizyon ekranından ve gazetelerden nasıl manipüle edildiğini bianet'e anlattı...
Akar: Devlet medyayı kullandı
19 Aralık sadece cezaevlerinde gerçekleşen bir operasyon değil, daha önceden tüm detaylarıyla planlanmış bir medyatik operasyon da içeriyordu. Biz televizyoncular da ne yazık ki böyle bir sürecin parçası olduk.
Operasyon öncesinde, yeni açılan F tipi hapishanelerin "bir modern yaşam alanı" olarak lanse edilmesi devreye girdi. Bu süreçte kendim de dahil, F tipi cezaevlerinin mahkumların ihtiyaçlarını karşılayacak bir cezaevi sistemi olarak gösterilmesi sürecine katkı sağladık.
Sonra cezaevlerindeki siyasi tutukluluklarla ilgili büyük bir kampanya başlatıldı. Burada işlenen, cezaevlerinin örgütler tarafından eğitim kampı şeklinde kullanıldığı, insanların burada büyük bir baskı altında olduğu, örgütün hükmedici bir konumda olduğuydu. Bunlar fotoğraflarla da desteklendi ve ilk etapta "bu cezaevlerinden insanların kurtulması gerekir" duygu ve düşüncesi yaratıldı.
Cezaevlerine operasyon yapıldığı andan itibaren olan kısım ise bir "manipülasyon şaheseriydi." Operasyon sırasında sürekli tutuklu ve hükümlülerin ellerinde bomba olduğu, askere ateş açtığı, kendilerini yakmaya zorlandıkları yönündeki kampanya yürütülmeye devam ediyordu.
Devletin bu kampanyasının asıl hedefi de televizyonlardı, geniş kitlelere ulaştığı ve yaratılmak istenen imajın pekiştirilebileceği mecralardı.
Operasyon devam ederken haber merkezlerine görüntüler akmaya başladı. Bu görüntülerde de insanların nasıl katledildiği değil, direndiklerini, kendilerini nasıl yaktıklarını görüyorduk. Ve bu manipülasyon sayesinde 19 Aralık operasyonu devlet açısından başarıyla tamamlandı.
Operasyon sırasında, Ankara ve polis adliye muhabirleri aracılığıyla televizyonların haber merkezlerine görüntüler aktarıldı. Görüntülerde, operasyondan öncesi koğuşlarda yapılan çekimler vardı. O çekimlerde el yapımı silahlardan tüfek kullandıklarına kadar birçok manipülasyon yer aldı. Bugün öğreniyoruz ki mantar tabancası bile yoktu koğuşlarda. Seçilmiş görüntüler kullanılarak mhkumlara karşı geniş bir kamuoyu oluşturuldu.
Gazeteciler, 19 Aralık operasyonunda manipülasyonun bir aracı haline geldiler. Gazete ve televizyon yönetimlerinde de mahkumlar lehine haber yapılması otosansüre tabi tutuldu.
Devletin medyayı manipülasyon aracı olarak kullandığı tarihsel bir olaydı.
Turgut: Medya ve hükümet anlaşmıştı
Sahada haberi izleyen gazetecilere yönelik şiddet yükselmişti, bunun yanı sıra gazeteye döndüklerinde haberlerinin kullanılmadığını veya çarpıtıldığını gördüler. Medya patronları ve dönemin koalisyon hükümeti resmen anlaşmıştı. Dezenformasyon almış başını yürümüş, sansür çoğalmıştı.
Her haberin ardından, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü karşı atağa geçiyordu. Yalan yanlış yazılarla haberler tekzip edildi. Basın İlan Kurumu'nu devreye sokup gazeteleri, reklam vermemekle tehdit ettiler. O süreçte sol basın dışında, ben, Ahmet Şık ve birkaç gazeteci daha olayın takipçisi olduk.
Sokaktaki muhalefet susmuştu, cezaevlerindeki muhalefeti de vahşice susturdular, ya öldürdüler ya sakat bıraktılar ya da tecride yolladılar. Operasyonu devlet istedi, hükümet yaptı, medya da destekledi.
Ama haklarını yemek olmaz, Bayrampaşa'da 83 saat süren operasyon boyunca, tazyikli suyun, her türlü şiddet ve güç gösterisinin altında muhabirler görevlerini layıkıyla gerçekleştirdi. Haberlerini taşıdıkları gazetelerin yöneticileri ise "Sahte Oruç Kanlı İftar", "Devlet Girdi" gibi başlıklar ve haberlerle onların emeklerini heba etti.
Güç: "Operasyon şart" dedirttiler
Niyetleri bu muydu bilmiyorum ama operasyon günü ve öncesinde, televizyonlarda yapılan haber ve yorumların bir tür operasyon çağrısı gibi olduğunu söyleyebilirim. Haber ve yorumlar, izleyenlere "Eh artık, bir operasyon şart" dedirtecek türdendi. Bütün haberler, izleyiciyi cezaevlerinde sürmekte olan ölüm oruçlarının sonlanmasının tek yolunun operasyon olduğu kanaatine taşıyordu.
Operasyonların televizyonlara yansıması ise, öncesindeki haberlerin devamı gibiydi. Tüm haberler resmi ağızlardan gelen bilgilere dayanıyordu. Zaten öncesinde, cezaevlerinin bir silah deposu olduğuna ilişkin haberler yapıldığı için, operasyon sırasında "Tutuklular ateş açtı... Kaleşnikofla ateş ediyorlar... Çatışma çıktı... İki askeri öldürdüler..." gibi resmi açıklamalar da televizyonlarda kolaylıkla haber oldu.
Çok sonra bu tür silahların olmadığı, ateş açılmadığı, çatışma çıkmadığı, iki askerin yine askerlerin ateşiyle can verdiği anlaşıldı ama iş işten geçmiş, askerlerin bomba atarak, ateş açarak başlattığı operasyonda 30 tutuklu ve hükümlü ölmüştü artık.
Başka televizyon kanallarına olduğu gibi, benim çalıştığım StarTV'ye de operasyon görüntüleri gelmişti. Bu görüntülerde kendini yakan tutuklu ve hükümlüler vardı. Ve tabii ki haberlerde, dönemin Adalet Bakanı'nın, yetkili, ilgili bürokratlarının açıklamalarına yer verdik. Bu açıklamaların neredeyse tamamının yalan ya da yanlış olduğu zaman içinde anlaşıldı. (AS)