Bundan 21 yıl önce; 19-22 Aralık 2000 tarihleri arasında aynı anda ülke çapında 20 ayrı hapishanedeki siyasi tutuklu ve hükümlülerin kaldığı bloklara operasyon düzenlenmiş, operasyon sonucunda onlarca insan hayatını kaybetmiş ve operasyona “Hayata Dönüş” ismi verilmişti. Operasyonlar bitirildikten sonra siyasi tutuklu ve hükümlüler F Tipi hapishanelere konuldular. F Tipi hapishaneler bu şekilde açılmış ve faaliyete başlamış oldu. Böylece neredeyse bir gecede ülkenin “cumhuriyet dönemi” ceza infaz modeli tamamen değişmiş, yeni bir döneme geçilmiş oluyordu. Bu dönem halen yürürlükte olan F Tipi ceza infaz dönemi. Bir diğer ifade ile tecrit ve izolasyon modeli dönemi.
“Hayata Dönüş” operasyonlarına karar verilme süreci ve operasyonun devlet açısından gerekliliği, mevcut ceza infaz rejiminin tamamen yeniden şekillendirilmesi amacına dayalı olduğu için bu yanıyla operasyonun kendisi, radikal ve geri dönüşü olmayan toplu bir sevk işlemi olmuştu. Altını önemle çizmek gerekir ki, devlet mevcut duruma sadece F Tipi hapishaneler özelinde bakmamış, çok açık bir biçimde bütün olarak infaz modelini değiştirmeye karar vermişti.
Öte yandan ceza infaz rejiminin tamamen değiştirilmesi aynı zamanda bizatihi o infaz kurumunun yani o hapishanenin ortadan kaldırılması anlamına da geliyor. İşte bu nedenle “Hayata Dönüş” operasyonları ile operasyon yapılan hapishanelerin bina olarak da yıkılması amaçlandı. Bu durum o kadar açıktır ki, operasyon düzenlenen hemen tüm hapishaneler ya tamamen yıkılmış ya kullanılamaz hale getirilmiş ya da fiziken küçük parçalara ayrılmıştır.
Mevcut infaz modelinin tamamen değiştirilmesi amacına yönelen “Hayata Dönüş” operasyonları sonrasında her bir hapishane açısından Cumhuriyet Savcıları tarafından keşif işlemleri gerçekleştirildi. Böylece operasyonların her biri bakımından olay adli makamlara intikal etti. Ancak belirtmek gerekir ki, tüm hapishaneler açısından adli soruşturmalar aynı düzeyde sürmedi. Operasyonlar 20 ayrı hapishanede yapılmış olmasına rağmen sadece bazı hapishaneler ile ilgili soruşturma ve davalar husule geldi.
Açılan soruşturma ve davaların büyük bir kısmında operasyondan sağ kurtulabilen tutuklu ve hükümlüler isyan çıkarmak ve kamu malına zarar vermek suçlamalarıyla sanık yapıldı, operasyona katılan askerlerle ilgili toplamda sadece dört dava açıldı. Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesinde Bayrampaşa Hapishanesiyle ilgili olarak açılan dava dışındaki yargılamalar er veya alt rütbeli askerlerin sanık olduğu davalar oldu. Hali hazırda sürmekte olan Bayrampaşa Hapishanesiyle ilgili davanın dışındaki davalar kapsamında da sanık askerler hakkında beraat kararları tesis edildi.
Üst düzey askerler, siyasiler, bürokratlar
Bugün “Hayata Dönüş” operasyonu ile ilgili süren hukuki süreçlerle alakalı temel sıkıntıların başında dönemin üst düzey askeri personeli ile siyasi ve bürokratlar hakkında bugüne kadar tek bir adli soruşturmanın dahi yapılmamış olması geliyor. Bu anlamıyla Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesindeki Bayrampaşa Hapishanesi davası özelinde, özellikle operasyondaki fiili müdahale grubundaki rütbeli askeri personelin yargı önüne çıkmış olması olumlu bir durum olsa da operasyonlarda doğrudan karar merciinde bulunmuş olan siyasi ve bürokratlar halen yargı süreçlerinin dışında tutuluyor.
Oysa ki, süren yargılamalar kapsamında dava dosyalarına gelmiş olan operasyon harekat planlarında, operasyonların dönemin Adalet ve İçişleri Bakanlıklarının emriyle yapıldığı açıkça yazıyor. Öte yandan yargılamalarda sorgu veren birçok askeri personel, operasyonların Adalet ve İçişleri Bakanlıklarının emirleriyle başlayıp icra edildiğini mahkeme huzurunda beyan etti. Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesinde Bayrampaşa Hapishanesindeki operasyonla ilgili süren davada geçtiğimiz günlerde tanık olarak dinlenen dönemin Jandarma Genel komutanlığı Asayiş Daire Başkanı Ali Aydın, “Hayata Dönüş” operasyonlarının genel harekat emrinin İçişleri Bakanlığında hazırlandığını ve harekat planının altında da Sadettin Tantan’ın imzası bulunduğunu söylemiş, gene aynı ifadesinde dönemin Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü Ali Suat Ertosun’un da operasyonun kararının alındığı toplantıya katıldığını belirtmişti.
Bu anlamıyla bakıldığında özellikle Saadettin Tantan, Hikmet Sami Türk ve Ali Suat Ertosun’un o dönem bulundukları makam açısından “Hayata Dönüş” operasyonlarındaki konumları son derece önemlidir.
Son yılların moda değimiyle ifade etmek gerekirse, “Hayata Dönüş” operasyonlarının hukuki sorumluluk boyutu açısından “siyasi ayağı” eksik kaldı. Gelinen noktada operasyonların karar alma süreçleri ile icrasında doğrudan yer alan siyasilerin ve bürokratların artık yargı önüne çıkarılması gerekir.
Zamanaşımı sorunu
“Hayata Dönüş” operasyonlarının üzerinden 21 yıl geçmiş olması süren hukuki süreçler açısından zamanaşımı meselesini karşımıza çıkarıyor.
Operasyonlara katılan askeri personelin yargılanmakta olduğu davalar özelinde; yaralama, kötü muamele ve hakaret gibi suçlar bakımından Çanakkale ve Ümraniye hapishanelerindeki operasyonla ilgili yargılama yapan mahkemeler zamanaşımı kararları verdi. Burada kötü muamele suçuna kısa bir parantez açmak gerekir. Operasyonlar sırasında –özellikle de operasyonlar bittikten hemen sonra- tutuklu ve hükümlerin kendilerine sistematik bir şekilde işkence yapıldığı iddiaları vardı.[1]Ancak askerlerin sanık olduğu davalar kapsamında hazırlanan iddianamelerde işkence suçu değil kötü muamele suçu (765 Sayılı eski TCK 245. Madde) işlendiği iddiası yer aldı.
Operasyonlara katılan askeri personelin yargılanmakta olduğu davalarda yaralama, kötü muamele ve hakaret suçları hakkında zamanaşımı kararları verilmiş olması bir yana, operasyonların 21. yılında artık ölümlerle ilgili sevk maddesinin de zamanaşımına girme tehlikesiyle karşı karşıyayız.[2] Operasyonlar sonrasında ölümlere dair savcılık soruşturmalarının çok geç başlamış olması, soruşturmaların hukuken kabul edilemez bir şekilde yıllarca sürüncemede bırakılması[3], yargılama aşamalarında mahkemelerin sanık askerlerin sorgularını alma işlemlerini uzun yıllara yayması, yargılamalar kapsamında duruşma aralıklarının çok uzun tarihlere verilmesi[4] ölümlerle ilgili olmak üzere bugün zamanaşımı tehlikesiyle karşı karşıya kalmamıza neden oldu.
Konuya dair Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin içtihadi yaklaşımına bakıldığında, “Hayata Dönüş” operasyonları davaları kapsamındaki suçlarda zamanaşımı mefhumunun söz konusu olamayacağı açıktır. AİHM’in 17 Eylül 2014 tarihli Mocanu ve Diğerleri/Romanya kararında, iç hukuktaki zamanaşımı kurallarının katı bir şekilde uygulanmasının sözleşmesel yükümlülüklerle bağdaşmayacağı belirtilmiş, özellikle işkence ve kötü muamele davalarında zamanaşımı sebebiyle bu davaların durdurulamayacağı ifade edilmiştir.[5]
Keza Abdülsamet/Türkiye kararı, Yeter/Türkiye kararı ve İzci/Türkiye kararlarında Avrupa Mahkemesi, devletlerin işkence yasağı ihlali niteliğindeki eylemlerin işlendiği durumlarda etkili bir soruşturma ve kovuşturma yürüterek sorumluları tespit edip cezalandırması hususunda pozitif bir yükümlülüğü olduğunu, işkence ve kötü muamele iddialarıyla suçlanan kamu görevlilerinin zamanaşımından yararlandırılmaması gerektiğini belirtmiştir. [6]
Ezcümle AİHM, zamanaşımı ile ilgili kararlarında bu bağlamda soruşturulan veya yargılanan kamu görevlileri hakkındaki soruşturma veya kovuşturmaların etkili biçimde yürütülüp yürütülmediğini etkili soruşturma ölçütleri çerçevesinde değerlendiriyor. Buna göre Avrupa mahkemesi, şüpheli ya da sanık konumunda olan kamu görevlileriyle ilgili soruşturma veya kovuşturmalar etkili bir şekilde yürütülmediyse zamanaşımının da söz konusu olamayacağını ifade ediyor.
Öte yandan geçtiğimiz günlerde Anayasa Mahkemesi, 2004 yılında 41 kişinin yaşamını yitirdiği Pamukova “tren kazası” davasında hak ihlali kararı verdi. Bu yazı yazılırken Yüksek mahkemenin kararı henüz yayınlanmamıştı. Ancak basına yansıdığı haliyle, Anayasa Mahkemesi dosyayı görüştüğü 23 Kasım 2021 tarihli toplantısında başvurucunun yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verdi. Yine basına yansıdığı kadarıyla Yüksek mahkeme kararında, “davanın zamanaşımı nedeniyle düşmesinin sebebi davanın sürüncemede bırakılmış olmasıdır. Bu bakımdan başvuruya konu yargılamanın makul bir özen ve süratle yürütüldüğü söylenemez” denildi.[7] Anayasa mahkemesinin bu güncel kararı, “Hayata Dönüş” operasyonu ve benzeri olaylarda hukuki sorumluluklar boyutuyla, zamanaşımın bir “cezasızlık” nedenine dönüşmesini engelleme noktasında oldukça kayda değerdir.
“Hayata Dönüş” operasyonunun kararını alan ve/veya operasyonlara katılan kamu görevlilerinin zamanaşımı ya da etkili soruşturma yürütülmemesi nedeniyle hukuki sorumluluklarından kurtulabilmeleri, mevcut adli sistem içindeki “cezasızlık” halkasına bir yenisinin daha eklenmesi sonucunu doğuracaktır. Ülke tarihine katliam olarak yazılan “Hayata Dönüş” operasyonu gibi ağır bir olayın netice itibariyle “cezasızlık” ile sonuçlanması vicdanen ve hukuken kabul edilebilecek bir durum değildir.
“Hayata Dönüş” operasyonları gerçekleştirildiği tarihte doğan çocuklar bugün 21 yaşında. Geçen uzun zamana karşın o gün operasyonu yaşayanlar, takip edenler ve tanık olanlar açısından halen dün gibi yakın. Operasyonlar sürerken dönemin Adalet Bakanı H. Sami Türk şöyle demişti; “yarından sonra artık her şey farklı olacak.” Bugün artık her şey farklı mı? Bu soruya bir çırpıda evet demek pek mümkün değil. F tipi hapishaneler somut bir gerçek olarak karşımızda. Ama bu somut gerçeğe rağmen F Tiplerine karşı mücadele de içeride ve dışarıda devam ediyor.
Belki de yarından sonra her şey çok da farklı olmamıştır.
Bugün 21 yaşında olanlara, bilmeyenlere ve hatırlamayanlara 19 Aralık 2000 günü bu ülkenin hapishanelerinde nelerin yaşandığını anlatmak, hatırlatmak ve unutturmayarak, “Hayata Dönüş” operasyonu yargılamalarını takip edip gerçeklerin ortaya çıkmasını sağlamak, bu ülkenin muhalifleri, haklar ve özgürlükler savunucuları ve hukukçuları olarak boynumuzun borcudur. (GS/AS)
[1] Ümraniye, Çanakkale ve Bayrampaşa hapishanelerinde kalan tutuklu ve hükümlüler bu durumu duruşmalarda dile getirmişlerdi.
[2] Bu noktada “Hayata Dönüş” operasyonlarında hayatını kaybedenlerin ailelerinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapmış oldukları başvuruların tamamından Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 2. Maddesinin (yaşam hakkı) ihlal edildiği kararlarının çıktığını hatırlatalım.
[3] Örneğin Bayrampaşa hapishanesiyle ilgili yürütülen savcılık soruşturması 10 yıl sürmüştür.
[4] Süren yargılamalarda neredeyse yılda ancak iki duruşma görülmüş/görülmektedir.
[5] Çalı, Başak, 'Ağır İnsan Hakları İhlallerinde Zamanaşımı:
Karşılaştırmalı Bir Değerlendirme', 2017, https://hakikatadalethafiza.org/wp-content/uploads/2017/11/Bas%CC%A7ak-C%CC%A7al%C4%B1-Amicus-Curiae-TR.pdf.
[6] a.g.m
[7] Alican Uludağ. Deutsche Welle Türkçe. https://www.dw.com/tr/aymden-pamukova-davas%C4%B1nda-hak-ihlali-karar%C4%B1/a-59915640