Anne: "Hayat çok güzel..."
Georges: "Ne?"
Anne: "Çok güzel..."
Georges: "Anlamadım."
Anne: "Hayat, upuzun..."
* (Aşk/Amour filminden)
O, bizlerin öyle içimiz rahat bir şekilde izleyemeyeceğimiz "acımasız" filmler yapar.
Çünkü onun sinemasında modern toplumla birlikte hayatları bir bunalım içine giren insanların problemleri, sorunları, korkuları, açmazları, çelişkileri, acımasızlığı, şiddeti, vahşeti, ölümü, iletişimsizliği ve yabancılaşması vardır.
Onun sinemasında karakterlerin arasında geçen diyaloglar ansızın herhangi bir yerde kesilip bir başka sahneye geçiş yapabilir. Onun sinemasında film geriye doğru da sarılabilir. Çünkü onun sineması tamamıyla rahatsız edicidir ve seyirciyi rahatsız edip durur durmadan.
Onun sinemasında gözümüzün içine sokula sokula gösterilen şiddet içerikli sahnenin/sahnelerin gerçek olmadığı anlatılır. Çünkü onun sinemasında gösterilen şiddet ile gerçek hayatta yaşanan şiddet aynıdır.
O, bize film boyunca sorar aslında: "Ey seyirci, filmde gösterilen şiddete/vahşete/ölüme tepki gösterip rahatsız oluyorsun da neden gerçek hayatta her gün yaşanan şiddete/vahşete/ölüme tepki gösterip rahatsız olmuyorsun?".
Var olan bu durum karşısında ne kadar da ikiyüzlü davrandığımızı, yabancılaştığımızı ve bunu kanıksadığımızı anlatmak ister. O, tamamıyla bize "izlemeyin", sadece "gürün" ve "düşünün" der.
"Benny'nin Videosu", "Ölümcül Oyunlar", "Piyano Öğretmeni", "Saklı", "Beyaz Bant" gibi filmlere imza atan Avusturyalı dünyaca ünlü yönetmen Michael Haneke son filmi "Aşk/Amour" ile bir kez daha "kolayca ve içimiz rahat bir şekilde izleyemeyeceğimiz" bir filmle bizi rahatsız eder.
"Aşk/Amour" filmi Haneke'ye 65.Cannes Film Festivali'nde büyük ödül olan Altın Palmiye'yi getirir. Haneke bu ödül ile Beyaz Bant ile 2009'da kazandığı Altın Palmiye ödülünü bir kez daha alarak üst üste iki kez büyük ödülü alan yönetmenler arasına ( Francis Ford Coppola, Emir Kusturica ve Luc ve Jean-Pierre Dardenne kardeşler gibi...) girer.
Michael Haneke, ölümün eşiğine gelmiş bir kadının hastalığıyla birlikte başlayan filminde iki insanın öyküsünü anlatarak bize bazı kavramları sorgulatır. Georges (Jean-Louis Trintignant), ve Anne (Emmanuelle Riva)'nın öyküsüdür anlatılan. Georges ve Anne seksenli yaşlarını bulmuş, müziğe tutkulu, birbine "aşk" ile bağlı iki müzik öğretmeni -emekli- insandır. Haneke'nin yüz dört dakikalık filmi aşk ile hayat ve ölüm arasında gidip gelen iki insanın yürekleri acıtan, duygularımıza dokunan, merhametli olduğu kadar bir o kadar da acımasız ve sert bir öyküyü anlatır.
Film bir evin kapısının kırılmasıyla başlar. İçeri girenler bir odadan bir başka odaya girip çıkar. Tablolarla çevrili bir odada yatakta yaşlı bir kadının ölü bedeni vardır. Bu an Haneke filmlerinde görmeye alışkın olduğumuz filmin geriye sarma anıdır. Film ölü bir andan yaşanan bir ana geçiş yaparak izlediğimiz anın gerçek olmadığını anlatmak ister. Bu durum filmin sonunda bir kez daha yaşanır. Haneke böyle yaparak izlediğimizin aslında bir film olduğunu anlatarak bizi sorgulamaya iter.
Gerçekten de öldüğünü zannettiğimiz kadın yani Anne, eşi Georges ile birlikte Champs Elysees'in ünlü sahnesinde öğrencileri olan Alexandre Tharaud'un piyano konserindedir. Konserden sonra eve dönerler. Her şey yolundadır buraya kadar aslında. Ancak ertesi gün Anne'nin ansızın rahatsızlanması Georges'i kaygılandırır. Anne, Georges'a hiçbir tepki veremeyecek duruma gelir bir an. Georges'un kaygısı biz izleyenlere de geçer.
Georges tam doktara gideceği an açık olan musluk kapanır birden. Haneke sinemasının temel unsuru olan "rahatsız etme" filme yansır burda. Musluğun kapanma sesini duyan Georges içeri gelir. Anne ona "neden musluğu açık bıraktın?" diye sorar. Georges şaşırır. Çünkü musluğu kapatan hiçbir tepki veremeyen Anne'dır. Georges, Anne ile az önce yaşanan olay üzerine konuşur ve ne olup bittiğini anlatmaya çalışır. Ancak Anne ne olduğunu anlayamaz. Tıpkı biz izleyicilerin olup biteni anlamadığı gibi.
Georges, Anne'ı hastaneye götürür (görmeyiz bu sahneyi). Hastane dönüşü tekerlekli sandalyede Anne'ı sağ tarafı felçli halde eve girerken görürüz. Georges eşine bir "söz" verir. Merhametin başladığı andır. Verilmiş ve tutulması zorunlu hale gelen sözün gereği olarak Anne için tek başına gerekli olan ne varsa yapar. Eşinin tüm ihtiyaçlarını "hayat" için "aşk" için yerine getirir.
Filmin bundan sonrası da iki insanın birbirine olan bağlılıklarının aşkıyla ölüm karşısında hayat için vereceği mücadelelerini anlatır.
Georges'un eşi Anne'a olan bu "merhamet"li olma ve davranma durumu karşısında Haneke de bizi rahatsız edip durur. Film boyunca Haneke bize aşk, ölüm, hayat, merhamet, acıma, acımasızlık, yaşlılık, evlilik gibi kavramları sorgulatır.
Film bize sorar.
Georges, aşkı ile birlikte bu "merhamet"li olma ve davranma durumunu nereye kadar sürdürebilecek? Georges, nereye kadar Anne'nin "kendimi istemiyorum..." ve "Acıyor... Acıyor... Acıyor..." inlemelerine dayanabilecek? Georges evin içine açık olan pencereden niçin girdiği ve neden girdiği bir "gizem" olan güvercini yakaladığı zaman güvercine merhamet gösterebilecek mi gerçekten? Ya kendileri gibi müzisyen olan kızları Eva'nın (Isabelle Huppert) ölüme doğru giden anasının başında bir eve sahip olabilme arzusu bu merhametli olma ve davranmanın neresinde duruyor?
Peki, gerçekten biz bu merhametli olma durumunun neresindeyiz tüm olup bitenleri izlerken? Georges'in felçli olan yatalak Anne'a tokat attığı zaman merhametli olma durumu nereye doğru evrildi bizde? (Filmde Georges, eşi Anne'a tokat attığında sinema salonundaki kimi kadınlar ve erkekler "ayyy" diye tepki verdi!). Filmdeki kurgulanmış gerçekliğe bir anlık merhamet, acıma, tepki gösterebilen bizler gerçek hayatta bu merhametin, acımanın, düşünmenin ve sorgulamanın neresindeyiz?
Haneke'nin merhametli olduğu kadar sert, acımasız ve içimiz rahat bir şekilde izleyemediğimiz bu filmi tamamıyla -otobüs ve konser salonunu saymazsak- tek bir mekânda geçer: Ev.
Ölüm ve hayat arasında gidip gelen ve sıkışan aşk duygusu bu kapalı mekân atmosferinde çıkma yolları arar filmi izleyen biz izleyiciler gibi. Dışarıyla hiçbir bağımız yoktur. Açılan pencere bize az da olsa nefes aldırtır, ama o da bir yere kadar... Ve Haneke yüz dört dakikalık filmde amacına ulaşmak adına -piyanodan gelen müzik dışında- müzik kullanmıyor her zamanki gibi. (KT/ÇT)
Filmin Künyesi:
Yönetmen: Michael Haneke
Oyuncular: Jean-Louis Trintignant (Georges), Emmanuelle Riva (Anne), Isabelle Huppert (Eva), Alexandre Tharaud (Alexandre)
Yapım Yılı: 2012
* Michael Haneke'nin "Aşk/Amour" filmini 29 Eylül - 7 Ekim tarihleri arasında sürecek olan filmekimi kapsamında -bilet bulabilirseniz- izleyebilirsiniz...