Gazeteci olmanın ne anlama geldiğini sorguladığımızda önümüze gelen cevaplar diğer merkezlerden farklı oluyor. İşin içine diğer insanlar giriyor. Artık siz kendiniz olmanın da ötesinde bir sessiniz ve o sese ihtiyaç duyanlar var. Bunların çoğu da toplumun dışına itilen, devletin sokağında yer bulamayanlar. Okuldan Haber Odasına (OHO) çerçevesinde İstanbul'da bulunduğumuz bu bir haftanın sonundaki atölyede, işte tam olarak bu sorumluluğu taşıyarak Ahmet Tulgar'la birlikte Hayat- Jîyan isimli iki dilli bir gazete çıkardık.
Aramızda daha önce haber yazmayanlar da vardı haber yazıp para kazananlar da; ama gördük ki gazeteci için haber yazmak ne kadar önemliyse seçmek de o kadar önemliydi. Ahmet Tulgar, çalışma alanına girdi ve en kısa sürede kurulan gazete olarak tarihe geçtik. En zor konu isim bulmaktır normalde; ama biz pek zorluk çekmedik. Aklıma bir anda "Jîyan" geldi. Günün sonunda bize hoş ve güzel bir sürpriz de yaşatan ismin yanına "hayat" ekledik ve gazetenin adı çoktan uzlaştığımız şeyin yaşama hakkı olduğunu söyledi bize. Gazetemiz tüm ön yargıların aşılmaz duvarlarından uzak olacaktı. Öyle de oldu.
Büyük laflar yok, insan öyküleri var
Yazı işleri müdürleri ve muhabirler olarak görevlendirildik. Herhalde hayatımda bir şey yazarken bu kadar sorumlu hissetmemiştim. Herkesin bir arada hiç durmadan çalıştığı bir yerdeydik. Ermeni, Kürt, Türk, Arap gazeteciler küçücük bir odada aynı şey için çalışıyordu: barış ve demokrat bir yaşam hakkı. Katılımcı bir bilinç için katılınabilen bir gazete yapmaya başladık. Manşetimiz Kürtçe ve Türkçe olarak "Gözleri tamamen kapalı"ydı. Çoğunuzun hatırlayacağı o filmi Türkiye'de çeken egemenleri eleştirdik. İktidarın ve muhalefetin liderlerinin arasında barış için haykıran kadınların fotoğrafı vardı ve Onlar Türkiye'nin her alanında olduğu gibi burada da es geçiyorlardı barışı.
Gazetemizde silah yoktu, Terörle Mücadele Yasası mağduru kız çocuğu B. vardı örneğin. Hakları ve çocukluğu elinden alınan B.. OHAL'e giden yol ve onun resmi makamlardan yavaş yavaş yayılan sesi sürmanşetteydi.
Her gün medyada yer alan o erkekliğin sonsuz yıkıcılığı da yoktu hiçbir yerinde gazetemizin. O yüzden benzeyemedik yarım milyon satan gazetelere. Spor haberlerimizde ayrımcılık eleştirisi vardı, yoksulları isyan ettiren transfer rakamları değil. Peki nasıl mı yapıldı haberler? Müthiş bir imeceyle. Bir yanda gazetenin fotoğraf direktörü koşturup herkese fotoğraf bulmaya çalışırken diğer yanda sanat yönetmeni ve Ahmet Tulgar Hayat - Jîyan'ın neye benzeyeceğini tasarlıyorlardı.
O sırada muhtemelen herkes hayatının en zor haberlerini yazıyordu. Belki de ben öyle hissettim; ama haber yazmanın sadece kelimeleri bir formüle göre sıraya dizmekten ibaret olmadığını, her haberin bir edebi eser gibi doğru işlenip doğru dille anlatıldığında sadece olması gerektiği gibi olduğunu gördüm. Gazetemizde büyük laflar ya da sloganlar yoktu. İnsan öyküleri vardı. Hayat kadar basit, hayat kadar zordu en çok. Halktan ve haklardan yana bir gazete çıkarmanın en güzel yanı korkmadan yazabilmek belki de. Dün yaptığımız bir haberde Fatih Akın Türkiye Ermenistan arası tansiyonun nedeninin biraz da korku olduğunu söylüyordu. Biz o korkuyu içinden atanlar olarak bir gazete yaptık.
Yan masamızda bir bebek: Adı Jîyan
Vaktimiz yetseydi de şöyle yapsaydık demenin çok ötesine geçip, bir gazete çıkardık. Bol bol gürültü yapıp hocamızın sabır sınırlarını zorladık belki; ama sonra O da çıkan gazeteden memnun olduğunu söylediğinde topluca "oh" dedik. Her şey bittiğinde bianet çalışanları ve atölyeye katılan ya da emeği geçen herkes olarak buluştuk. Yan masamızda bir bebek vardı. Adı Jîyan'dı. Bunun hayat için verilmiş en güzel cevap olduğunu anladık ve eminim bir gün haberlerimizde barıştan başka bir ihtimale yer vermeyecek gazeteciler olarak kalktık masadan. (SU/TK)
* Sarphan Uzunoğlu, OHO 2010 katılımcısı, İzmir Ekonomi Üniversitesi.